yüzlerini güldürdü. Aynı konuda genç Ecevit: "— Yeni düzene girenken Türk işçisine tanınacak haklar ileri ode- mokratik ülkelerdeki haklardan dar tutulmamalıdır. Par tutulursa işçi, kendi gayreti ve mücadelesiyle hak- larının genişliğini nasıl olsa bir o seviyeye çıkaracaktır. Bundan şüp- he etmek, Türkiyenin ileri Batı ülke- Bir Bakanın hayatı Henüz 37 yaşında olan Bülent Ece- vit 1925 yılında İstanbulun Beşik- taş semtinde Taşlık mevkiinde eski bir konakta dünyaya geldi. Babası Prof. Fahri Ecevittir. Annesi Naz- ı Ecevit Güzel Sanatlar Akademisi mezunu bir ressamdır. Bay ve Bayan Ecevit, Bülent do- doğmaz Ankaraya geldiler. Prof. ÇALIŞMA Bebek sırtlarındaki bu güzet tedris müessesesinde geçer. Bülent Ecevitin bu yıldan sonra tahsili bir hayli düzensizdir. Dil-Ta- rih-Coğrafya Fakültesinde İngiliz E- debiyatı bölümünde son sınıfa kadar okumuştur. Bu arada Basın - Yayın Müdürlüğüne memur olarak girmiş ve 1946 yılında Londra Basın Ataşe- iğine katip olarak tâyin edilmiştir. lerine ayak uyduracağından şüphe etmektedir. Bir ke- re demokratik dü- zene geçildikten ve demokratik uluslar topluluğunun Oo bir üyesi haline ogel- dikten sonra bu gelişme artık ön- lenemez (o demek- tir” diye bir başka munu belirtti. He- le bu konuda kati hükmü verirken işçi temsilcilerinin tebessümü görüle- cek şeydi. Bakan: "— Ç yatında daleti alışma ha- sosyal a- demokratik hakkı işçi temsilcileri haz ni neredeyse "hur- ra" diye obağıra- caklardı. Ecevitin açış konuşması, daha i müzakere- ler sırasında işçi temsilcilerinin za- man zaman birer kalkanı oldu. İşve- üzerine anın bu hu- âmir de zi- yadesiyle faydalandılar. Ecevitin işinin Ankaraya nakli aile- Tavşan ile Kaplumbağa Çalışma Meclisinde varlıklı, kudretli, imkânlara sahip işverenler işçi temsilcileri önünde fena bir hezimete uğramış bulunuyorlar. Bu he- zimet ne Kolektif iş Akdi, ne Grev Hakkı, ne de Sosyal Adalet konusun- dadır. Bunlar, topluma hakim cereyanlar ve Hükümetin temayülü icabı zaten gerçekleştirilecek hususlardır. Bir kısmı Anayasada mevcut oldu- ğguna göre, gerçekleştirilmeleri değil, gerçekleştirilmemeleri imkânsız- dır. İşverenler, umumi seviyeleri itibariyle isçilere nazaran öyle aşağı, o kadar kifayetsiz, hazırlıksız ve bilgisiz görünmüşlerdir ki bazı komis- yonlarda kendilerine sadece gülünmüştür. Giriştikleri tartışmaların ise, hemen hepsinde mağlup olmuşlardır. İşçiler çok hazırlıklı, plânlı, gayretli olarak Çalışma Meclisine katıl- mışlardır. Tamam. Ama işverenlerin hiç bir hazırlık yapmamış olmalar hazin neticesidir. İşverenler sanmışlardır ki Hükümet gene, hakkı kendilerini tutacaktır ve böylece işçileri, haklı deliller sürerek değil, zor kullanarak, manevi baskı yaparak yenebileceklerdir. Bu yüzden de viski bardaklarını kâşânelerindeki masalar üstüne bırakarak başkente oldukları gibi, boş kafalarla gelmişler, Hanyayı Konyayı orada anlamış- lardır. Böyle yapacak yerde işverenler, tıpkı işçiler gibi ciddi bir çalış- maya girişselerdi, ellerindeki geniş imkânlarla meselelerin derinine in- selerdi, kanunları inceleseler, açıkları ve noksanları belleselerdi bir arar ya gelip müşterek taktik ki bugünkü duruma düşmezlerdi. Toplumlarda sınıflar, ınyfların zorlaması kadar kendilerinin hataları, hatta e Bİ ştakları rehaveti terkedememeleri ve et- raflarında olup bitenleri görememeleri neticesi düşerler. Bizde, işçi sınıfi capcanlı, dinamik ve ateşli, hepsinden fazla, mütesanifken işverenler darmadağınıktır. Kendi odalarında, sendikalarda yapılan toplantıların binde birinin yapılıp yilmaz meçhuldür. Eğer bir toplantı yapılı- yorsa, onda ele alınan konu da, Hükümetten ne gibi avantalar istenece- gi ve kimlerin araya konmlmeaı, hangi tesirlerin kullanılacağı konusu- dur. Türkiyede "varhklı sınıf” kadar fikirsiz, akılsız ve tembel bir baş- ka sınıf yoktur. Bu gerçeğin söylenmesi, belki ağır gelir. Ama işverenlerin Çalışma Meclisinin şu son toplantısındaki hali bunun en parlak, şaşmaz delili- dir. Eğer bu, bir kırbaç darbesi yerine geçerse ve La Fontaine'in meşhur hikâyesi hatıra getirilirse, alarm zilinin sesine kulak verilirse toplumu- muzdaki denge daha düzenli kurulur. Aksi halde bugünün varlıklı sını- fi, yarın tahtıravallinin havaya firlamış kısmı üzerinde, muallakta kalı- verdiğini görüp anlayacaktır. hü- yi uzun yıllar, küçük Bülentin ise tamamen başkente bağlamıştır. H. P. için Ecevitin Londradaki hayatı, işi ve vakit bulabildi- — kadar kültürü- ırma gay- re arasında geç- i. Genç Ecevit bir miüddet Sanskritçe çalıştı. Daha son- a Sanat Tarihine merak sardı ve bu- nun üzerinde dur- du. 1950 yılında yurda dönünce me- muriyetten ayrıldı. O devirde iktidar değişmiş, D.P. se- çimleri kazanmış- tı. Ecevit Ulus Ga- kame bakma Ora da dei olarak Gali. mağ koyuldu. 1953. yılında CH. ger arkadaşları gi- bi, evvela Yeni U- lus, sonra da. çalıştı. rada Dr. Suphi Baykamla beraber C. H. P. Gençlik Ocaklarının kuru- luşuna iştirak et- urucular ara- sına katıldı. Halkçı kapanıp, Ulus yeniden çı- kıncaya kadar muhtelif gazetele- re yazdı ve sürat- le şöhret yaptı. 1957 da An- milletvekili inde çok sevilen bir Ecevit birinci gün yaptığı konuş masıyla sadece işçi (temsilcilerini memnun etmedi. Açış nutkunda işve- renlerin de yüzünü güldürecek söz- lere rastlanıyordu. Genç Bakan du- u iyi kurtarmış ve Meclise ve- rimli bir çalışma zemini hazırlamış- tı. AKİS, 29 OCAK 1962 Bülent Ecevit, ilk tahsilini Necati Bey ilkokulu ile kısmen. Mimar Ke- mal İlkokulunda yaptı. Orta tahsiline o zaman Ankara Erkek lisesi ismini taşıyan Atatürk lisesinde başladı. 7. sınıfta Ecevitler küçük Bülenti Ro- bert Koleje yolladılar, Bülent Ece- vitin 1944 yılına kadar tahsil hayatı e Cc. geni, on rd 97 Mayıs 1960 yılma 5 tvekilinin hayatı m renkli ei iz alanında kelimenin bay e a kıran kıra- na mücadele o alen” DE nin meşhur Tah- kikat Komisyonu gazeteleri kapar, İnönünün Meclis konuşmalarına ma- ni olurken Eceviti Ulusun başında 15