MUSİKİ Opera istanbulda "Sevil Berberi". Başladığı gibi devam etseydi, İstan- bul Şehir Operasının geçen hafta ilk temsilini yaptığı "Sevil Berberi" komedisi, baştan sona sürüp giden güldürücü olaylarına rağmen, me- lodramatik bir trajediye dönebilirdi. Kötü başlangıcın dinleyicilere verdiği umutsuzluğun başlıca sorumlusu te- nor Agop Topuzdu. Kont Almaviva rolündeki Agop Topuz, sahnede boyu- nu gösterip ağzım açtığı andan bağ- lıyarak bütün perde boyunca sesini kaybetmiş, üstelik ne O söyliyeceğini de unutmuş şaşkın bir şarkıcının bi- çareliği içinde birşeyler söyledi dur- du. Başlangıçtaki bu umutsuzluk ha- vası, ilk gecenin heyecanı içinde ö- bür şarkıcılara da sirayet o zaman da tam bir panik doğardı. Nitekim böyle bir sezgi. Rosina ro- lündeki Azra Gün, âşığının serena- dına karşılık vermek için balkonda görünüp sesini duyurduğunda belirdi. Ne var ki az sonra Figaro rolündeki bariton Mete Uğur ünlü aryasını bü- yük bir güvenle söylemiye başladı- ğında endişeler gitgide dağıldı. İkinci perdeden başhyarak tstanbulun genç operası gene, geleceği hakkındaki en kuvvetli umutları doğrulayan seviye- li İcralarından birini çıkarmıya baş- Gene de Rossini'nin, bugün "kay- bolmuş sanat" olduğu öne sürülen bir tarza, "bel canto"ya dayansa ope- rasının, Istanbulun oldukça tecrübe- siz şarkıcılarından meydana gelmiş bir kadro ile söylenmesinin doğru o- lup olmadığı tartışılabilir. Berberi"ni aslına uygun bir üslüpta söylemek, "bel canto" tegannisinin metodları kesinlikle bilinmediği için, o çağın şarkı öğretmenleri ve şarkıcı- ları, başkalarından gizlemek mak- sadiyle, metodlarını güvenüir bir ke- sinlikle kâğıt üzerine dökmemiş ol- dukları için, bugün "bel canto" söyle- yişi, bir yarı efsane durumunda olmak tan pek de öteye gidememektedir. O çağın operaları, bugün oynandığında ancak, geleneğin son kalıntılarına dayanarak bir üslüp doğruluğuna ulaşılmıya çalışılmakta, günümüzün büyük şarkıcıları daha çok saf yirtü- ozite ile ilgili değerlerden medet u- marak bu operaları icra etmektedir- ler. Kabul etmek gerekir ki, İstanbul operasının kadrosu ne kadar vaitkâr olursa olsun, virtüoz şarkıcı katego- risine girmiş üyelere henüz malik değildir. Bu sebeple İstanbul Opera- sının, hele bugünlerde, doğrudan doğ- 32 "Sevil. ruya ses gösterisine dayanmıyan ope- ralar seçmesi daha uygun düşer. He- le "Sevil Berberi" örneğinde, ses gösterisi de olmayınca, oRossini'nin ustaca biçilmiş, fakat boş musikisi, sathi değerleriyle bile göz boyamaz olur. Ne var ki, bütün bu şartları göz önünde tutarak, İstanbul operası kad- rosunun bugünkü sınırları içinde, "Se- --- Berberi"nin -birinci perdenin fe- lâketi dışında- çok iyi bir icraya ka- vuşmuş olduğu (o söylenebilir, övgü- lerde en önce bir kere daha, bariton Mete Uğuru anmak gerekir. Hem şarkıcı, hem de oyuncu olarak ola- ganüstü kaabiliyetleri olan bu genç baritonun yanında kadronun pes ses- ler bölümünün üyeleri, temsilin genel başarısını sağlamakta en önemli rol- leri olan kişilerdi. Bartolo rolünde bariton Atilla Manizade, mevsim ba- şında daha küçük rollerde sezdirdiği yeteneklerini daha üstün yüzeylerde gerçekleştirdi. Basilio rolünde basso Nurhan Ruçhan, kültürlü bir oyuncu ve yoğun sesli, müzikal söyleyişli bir şarkıcıydı. Bu üç rolün bugüne kadar memleketimizde hiçbir zaman bu se- viyede söylenmemiş olduğunu belirt- mek tedbirsizlik olmaz. Tenor To- puz, erkek kadrosunun en zayıf üye- si olmakla birlikte, ikinci perdeden başlıyarak hiç olmazsa Oo korkunç bir başarısızlıktan kendini kurtardı sayılabilir. Rosina rolünde soprano Azra Gün herşeyden önce, şen, sevimli, rahat oyunuyla övgülere hak kazandı. hiç de "güzel ses" denecek çeşitten değildi. Kuru, mat, hacimsiz bir ses... Bntonasyonu kusursuz olmaktan çok uzaktı. Fakat, yıllar yık gördüğü sağlam eğitimin sonucu, bir "bel can- --- operasının nasıl söylenmesi ge- rektiği hususunda birçok şey öğren- miş olduğu belli. Bunun sonucu, Az- ra Gün, hançere çevikliğini iyice ge- liştirmiş durumdaydı. Ses güzelliği, şahıstan şahısa değişen yargılara u- Sesi,. mak, ya da olmamak, öyle değil. Az- ra Gün kesin, doğru bir entonasyona ulaştığında onu virtüöz saymamak İçin sebep kalmaz. İtalyan misafir orkestra şefi Ser- Fakat fir olduğu için lâyık görülmüş oldu-, gunu kabul etmek gerekir. Yoksa, orkestranın darmadağınık icrasının, sahnedeki "ensemble" bozuklukları- nın, temsilin genel olarak canlılıktan, coşkunluktan yoksun oluşunun s0- rumlusu herkesten önce şef olduğu- na göre, alkışların başka bir gerek- çesi kalmaz. Olup bitenlerin "müzi- kal" tesirsizliğinin yanında, oyunun doğrudan doğruya ' tiyatro başarısı için rejisör Aydın Günü, dekor ve kostümlerin uygunluğu için de Yalçın ve Selma Emiroğlunu beğenerek ana- biliriz. Konserler Karanlıkta konser Amerikalı piyanist Harold o Cone'un . geçen hafta Galatasaray Lisesin- de verdiği konserin başarısızlığı, pi- yanistin önemsizliğinden çok, konseri tertipliyen "Gençliğe Müzik" teşek- külünün, organizasyon mafhumunun "o"sundan bile habersiz oluşunun bir sonucuydu. Harold Cone, piyano çal- masını bilen herhangi bir omusikişi- nastan daha ötede bar durumda de- ğildi. Fakat gene de konseri ilgi çe- kici olabilirdi. Galatasaray Lisesinin konferans salonu ancak üçte bir nisbetinde dol- muştu. Bir bedava konsere bu kadar az sayıda dinleyici gelsin!.. Bilhassa okullarda sanat omusikisini yaymak isteyen "Gençliğe Müzik" teşekkülü, her nedense, Galatasaray Lisesi öğ- rencilerini bile bu konsere çekmiye muvaffak olamamıştı. Gelen birkaç öğrenci de, "buraya uyumıya mı gel- dik?" sesleriyle, daha fazla iyi niyet gösterip uymamaya çalışanların Zi- hinlerini çeldiler. Haksız değillerdi, etrafındaki kırmızı diği, piyanonun ve kuvvetli gözlü kişilerce (görülmesine imkân sağlıyan aydınlık ovardı. Pi- yanistin verdiği izahat da. musiki hakkında bir bilgisi olmadığı gibi. doğru dürüst İngilizce de bilmiyen bir genç kız tarafından tercüme edil- di. Bu iç karartıcı hava içinde Beet- ığı' land'm "Değişimler"i ve Chopinln bir Ballad'ı, seçkin hiçbir yanı olmıyan can sıkıcı çalışlarla sunuldu. AKİS, 17 ŞUBAT 1961