SİNEMA da biri yakalanmıştı, hatırlıyacaksı- nız. Bardan bir garson kadını öldür- mekle suçlandırılan bu gencin evi a- randığında on kadın ölüsü, kurumuş insan derileri ve bir o kadar da in- san burnu ele geçirilmişti. Tahkikat ilerledikçe, ruh doktorlarının araş- tırmaları sonucu, Gein'ın bir çeşit ruh hastası olduğu ve çok sevdiği an- nesini tekrardan diriltmek için bir sürü kadın öldürdüğü veya mezarlık- lardan cesetler çaldığı ortaya çıktı. "Psycho" işte bu ruh hastası Gein'ın hikâyesidir"den ibaretti. Torununun da bu korku dolu fil- mi görüp görmemesi sorusuna Hitch- cock "pekâlâ görebilir" cevabını ver- mişti. Hitchcock'a göre eğitici ve öğretici diye anlatılıp oku. nan masallardan çok daha az korku- tucuydu. Meselâ ("Kırmızı Şapkalı Kız"daki insan yiyen kurt ve Grimm Kardeşlerin "Hansel ile Gretel" masa lındaki yaşlı bir kadın olan büyücüyü fırına atıp yakan çocukla Plainfield canavarı Grein arasında pek öyle gö- ründüğü kadar büyük farklar yoktu. İkisi de aynı derecede -şayet öyleyse- ler- korkunçtular. Amerikada son ayların en önemli sinema olayı sayılan gösterilmeye (o başlanmasıyla bir çok insan filmin tesiri altında kalmıştır. Geçen haftalarda Chicago'da polisin uzun bir uğraşmayla yakaladığı bir katil "Psycho"yu Oogördükten sonra kısa bir zaman içinde üç kişiyi öldür- düğünü itiraftan çekinmemiştir. Filmler "Ayşecik-Şeytan Çekici" a "Ayşecik" in -Memduh Ü- 1959 da çevirdiği- geçen yıl beklenmedik bir şekilde hâsılat re- korları kırması, osinemamızı bu yâ da yeni bir modaya, çocuk filmleri çevirmeye itti. Çıkış ve varis nokta- sı olarak bütün öbür çocuk filmleri, birinci "Ayşecik"i esas tuttukları halde, baş oyuncularının Zeynep De- girmencioğlu oOOlmaması o sebebiyle, seyirciden gereken o ilgiyi görmedi- ler. Bu, doğrusu iyi bir son da oldu. Bu surette hem devamlı olarak bir- birinin kopyası olan çocuk filmleri çevirmenin yersizliği, hem de seyir- cinin yalnızca ll filmlerinde "Ayşecik" in küç oyuncusunu beklediği gerçeği ilan dank et- tü. Birinci "Ayşecik"i yapan As Film, ikincisinde-senaryocusu, baş o- yuncusu ve fotoğraf direktörü ha- riç- bütün teknik elemanlarım oyeni- birincideki rollerini oynıyan Muhterem Nur ile Turgut Özatay yerine de bu defa 34 Belgin Dorukla rilmiştir. Eşref Kolçak geti- İkinci "Ayşecik-Şeytan eN birinci oO"Ayşecik"ten bir çok yön- lerden ayrılmamaktadır. Her ikisin- de de esas olan, seyircinin gözyaşı bezlerinin faaliyetidir. Atıf Yılmaz en aşağı Memduh Ün kadar seyircisini ağlamaya zorlamaktadır. Yalnız a- radaki büyük fark, birincisindeki pek üstü kapalı geçilen sosyal çatış- maların, ikincisinde oldukça açığa vurulmasıdır. Senaryocu,'bir yan- dan rejisörün, bir yandan da yerli film seyircimizin ağzının suyunu a- kıtan sosyal tenkitlere fazlaca rağ- bet etmektedir. Küçük Oyuncunun babası oODeğirmancioğlu tarafından KRALIN DOSTU — Sarışın ve gürbüz, güzel bir Alınan kı- zı. Adı da Barbara. Ana bu Barbara, Refik Koraltanın Bar- bara'sı değildir. £ Ürdün Kralı Hüseyinle macerası dolayısıyla şöhret bulan Barbara Valentin bir Türk - Atanan flim prodük- siyonunda rol almak üzere Tür- kiyeye gelmiştir. Şimdi, bir yandan filmde oynarken iyi ge- lişmiş anatomisiyle de Hilton koridorlarında kendisini seyre- denlerin başını döndürüyor. Barbara Valentin türkçeyi sökebilmek için AKİS okuyor. Ne demeli? Allah kolaylık ver- sin! yazılan senaryo, doğrusu istenilirse birincisinden daha başarılı değildir. Aynı küçük çocuğa yaraşmıyan bü- ük sözlere, büyük mantık düzen- sizliklerine, sık sık tekrarlanan göz- yaşartıcı diyaloglara (o "Ayşecik-Şey- tan Çekici"nde de geniş yer veril- miştir. (O Prodüktörle osenaryocunun baş kaygısı, "halk ağlamak istiyor, biz de elimizden geldiği kadar ağla- talım" olabilir ama, bunun için de iki saatlik bir filmin bir saat kırk- beş dakikasında ve her plânda kü- çük Zeynep Değirmencioğlunu iki gözü iki çeşme seyirci karşısına çı- karmanın hiç te yeri yoktur. Diya- loglar zaten kâfi derecede iç karar- tıcı ve yürek yakıcı. Filmin hikâyesi son derecede bey- liktir. Anlaşamayıp ayrılan bir kan- kocadan kadın evi terkedip gitmekte ve minicik kızıyla babayı kendi baş- larına bırakmaktadır. Baba, dişini tırnağına takıp bir yandan anayı unutmaya o çalışırken, öte yandan meyhaneye devam etmekte, hem de çocuğunu büyütmeye çabalamakta- dır. Küçük, "Ayşecik" olunca film bir anlığına selâmete kavuşuyor. Bundan sonrası hem senaryocu, hem de rejisör için artık kolaydır. Zeynep Değirmencioğlunu kamera, film bo- yunca sadakatle takip edecek ve a- raya çeşni değiştirmek için babayla ananın eski aşkları, hâin ve asilza- de düşkünü bir kayınvalde konula- cak, Ahmet T. Tekçeye filmde rol verildiğine göre de bir punduna ge- tirilerek Eşref o Kolçaka dövdürüle- cektir. Atıf Yılmaz bu hengâmenin i- çinden nasıl (o kurtulabilirdi ? Önemli olan asıl buydu. Ya melodram çuku- runda boğulacak, ya da filmin sınır- larım kırıp hem kendini, hem de filmini kurtaracaktı. (Bunlardan i- kincisi gerçekleşmiştir. Atıf Yılmaz en kolay yola sapmış, sırtım çevre- ye yaslamıştır. Senaryonun melod- ram unsurlarını yumuşatıcı bir yol- dan giderek de bunu halletmiştir. Böylece o "Ayşecik-Şeytan Oo Çekici yüzde yüz gözü sulu bir flim yerine, yüzde yetmiş sulugöz bir film olmuş- tur. Sinema ve mizansen yönünden A- tıf Yılmazın öteki filmlerine baka- rak pek öyle büyük bir değişiklik göstermemektedir. Yılmaz yine teat - ral mizansene ve eski yapısına sımsı- kı sarılmış, bu arada ısrarla kendim kurtarma yolları aramıştır. o Yenil- miş sayılmaz. Gerçi savaşı (bütün olarak kazanamamıştır ama, Değir- mencioğlunun senaryolarından o ve "Ayşecik" alışkanlıklarından bizim sinemamızdaki aklı başında bir re- jJisör ancak bu kadar bir yara berey- le yakasını kurtarabilirdi. AKİS, 9 OCAK 1961