Tİ YA İstanbul Telif ayı İstanbulda yalnız tiyatrolar değil, bu tiyatroların sahnelerine çıkarı- lan telif piyesler de çoğalmaktadır. Mevsim başındanberi Küçük Sahne- de oynanan ve şimdi 100. temsilini aş- mış elması gereken Refik Erduranın "İkinci OBaskısından sonra, Şehir Tiyatrosu da elindeki telifleri birer ikişer ramp ışığına sürdü. Dram bö- Rıfatın "Bir takım insanlar"ı ile başlıyan bu seri, Ka- dıköy bölümünde Hüseyin Batuhanın "Büyük Çınar'ı, Komedi bölümünde de Çetin Altanın "Beybaba"sıyla ge- lişti. Önümüzdeki haftalar içinde de Haldun Tanerin "Lütfen dokunma- yıp!"ı, Cevat Fehmi Başkutun "Hacı- yatmaz"ı Ahmet Kutsi Tecerin "Sa- tılık Ev"i ile devam edecek. Bir mev- , Şimdilik, yedi telif eser... İs- sahneleri, son yirmibeş yıl içinde, hiçbir mevsim, yerli eserden yana böylesine bir bolluk, bereketli- lik görmemiştir. Bunlara Ankarada. Devlet Tiyat- rosu sahnelerine çıkarılan Güngör Dilmenin "Midasın Kulakları"nı, Tur- gut Özakmanın "Kanaviçe"sini. böl- ge sahnelerini sonra, henüz prova edilmekte olan, Refik Erduranın "Büyük Jüstinyen"i ile Şahap Sıtkının "Ayrı Dünyalar"ı- nı ilâve ederseniz, bu mevsim afişler- de yer alan telif eser sayısı onikiyi bulur. Mevsimin henüz ortalarında olduğumuzu ve bunlara en azından üç yerli eserin daha katılabileceğini de hesaplarsak, toplam onbeş piyese yükselecektir. Türkiye sahnelerine de, bir mevsimde 15 telif eserin çık- tığı, belki kırk yıldır, hiç görülme- miştir. "Büyük Çınar" İnsanlar gibi, insan eserlerinin da çileleri, garip talihleri vardır. Hü- seyin Batuhan, ilk piyesi olan "Bü- yük Çınar'ı, yıllar öncesi, Devlet Tiyatrosuna göndermişti. Ele aldığı memleket odâvası ve özelliği kadar diliyle de, daha ilk okunuşta, dikka- ti çekti. Şekle ait bâzı değişiklikleri yazar hemen yapmış olsaydı, eseri -belki- beş yıl önce oynanmış olacak- t. Ama bu arada yazar Almanyaya gitti, eseri üzerinde orada çalışmayı, ona yepyeni bir şekil vermeyi daha uygun buldu. Eser üzerindeki bu yeni çalışma birkaç yıl sürdü. Eser bu çalışmadan çok şey kazanmıştı. Ama bu sefer de ortaya başka pürüzler çıkmıştı: AKİS, 9 OCAK 1961 TR O Piyeste politika esnafına, partilerini kalkan edinip ortalığı haraca keseli- lere, onları koruyanlara öyle iğneler batırılmıştı ki D.P. devrinde o iğneli replikleri sahnede söyletebilmek her babayiğitin kârı değildi. Bu sefer de yazardan "zülfü yâr"a dokunan yer- leri ayıklayıp budaması istendi. Bu arada gene bir hayli zaman geçmiş, birtakım değişiklikler de ol- muştu. En önemlisi 27 Mayıs İnkılâ- bının getirdiği hürriyet havasıydı. Bu sayede "Büyük Çınar" "yara"sı Oo- lanların "gocunabileceği" yerleri ol- duğu gibi bırakılarak oynanabilecek- ti. Nitekim öyle de oldu. Şu farkla ki yazar, bu sefer, piyesini İstanbul Şe- hir Tiyatrosuna vermişti. Böylece "Büyük Çınar'ın Ankarada başlı- herkese karşı nasıl korumak zorunda kaldığını, Oo menfaatlerine aykırı ge- len bu davranışı yakmak isteyenlerin, türlü cephelerden nasıl hücumlarına uğradığını, işin en hazin tarafı, kendi evindeki insanlara, kendi anasına, kardeşlerine bile oderdini anlatmıya imkân bulamadığını ve asıl tehlike- nin çevrenin bu "opportunisme"inden geldiğini (o göstermektedir. Bu göz» bakınca "Büyük Çınar'ı yalnız ov- man dâvasım savunan bir tezli piyes değil, toplumumuzun en çok zarar gördüğü müzmin bir hastalığa teş- his koyan sosyal bir fikir eseri ola- rak benimsemek, onu bölge tiyatro- larının repertuvarına almak, -bugün yoksa da yarın kurulacak- bölge sah- nelerinde, yurdun dört bir tarafına götürüp tanıtmak yerinde olur. "Büyük Çınar'ın bütün kusuru, belki, duyurmak, anlatmak istediğini apaçık; düpedüz söylemesidir. Hüse- "Beybaba"dan bir sahne Harcıalem bir mevzü yan çilesi, yıllarca osonra Kadıköy şahnesinde sona eriyor, nihayet sah- ne ışıklarına kavuşuyordu- Tez ve teşhis Şurasını o söylemek doğru olur ki "Büyük Çınar", Ankara ve İstan- bul gibi büyük şehirlerin seyircisi üzerinde de faydalı tesirler uyandıra- bilecek bir eser olmakla beraber, ay- nı tesirleri Anadolu şehirlerinin seyir- cisi üzerinde çok daha geniş ölçüde uyandırabilir, Çünkü eşer milli dâva- larımızın en omühimlerinden birine, orman dâvasına parmak basmakta- dır. İdealist bir orman memurunun, İstanbulun yanıbaşındaki bir bölge- de, devletin, milletin ormanlarını köy- lüsünden tüccarına, mebusuna kadar yin Batuhanda bütün bunları, son perdenin son sahnesine kadar ilgi unsurunu uyanık tutacak, merak uyandracak bir vaka, bir entrika ile süsleyecek, en karamsar hâdiselere bile karışması tabii olan komik du- rumlardan faydalanarak (seyirciye zaman zaman bir gülme payı ayıra- cak, renkli tiplerle de bu tabloyu canlandıracak, "tasvir" den "kompo- zisyon"a geçirecek teknik ustalığı henüz yok. Ama temiz bir dili, tabii ve akıcı bir diyalogu, sonuna kadar bağlı kalmasını bildiği bir konu vs karakter bütünlüğü duygusu var. Bu kadarı da, ilk eserini veren bir tiyat- ro yazarı için, övülmeye değer mezi- yetlerdir. 31