rit olup olmadığını sordular. Hayır. Varit değildi. Kurucu Meclis, nev'i şahsına münhasır bir heyet olacaktı. Böylece C.H.P sorumlusu olmadığı bir politikanın sorumluluğunu sırtlı- yordu ama yapacak başka is de yok- tu. Buna mukabil, tatil günlerinde Osman Bölükbaşı kendi partisi için başka bir politika çizdi. C.K.M.P. için hedef bugün değil, yarındı. Bölük- başının gözünde önümüzdeki seçim- ler vardı. Onlarda bari şans sahibi olabilmek için üstadın yapmayacağı yoktu. Bunun içindir ki Meclisin açı- lış günü böyle teşekküllerin klâsik yeri olan -başkanlık kürsüsüne göre- sağ tarafa takımını yerleştirdi ve dı- şardan gazel okumaya hazırlandı. Bölükbaşı, menfi bir muhalefetin ör- neğini verdiği takdirde sevimli ola- cağını sanıyordu. abii. bu bir hayaldi. Zira, tıpkı Prof. Menderes gibi onun doçenti de Türk milletinin sağduyusu hakkında bir garip telâkkiye sahipti. Tamamlanan tüzük Bitirdiğimiz o haftanın sonunda açı- lan Meclis uzun süren bir hazırlık devresinin eseri oldu. Bu devrenin son çalışması, tüzükle ilgilidir. Hakika- ten, bitirdiğimiz haftanın ortalarında bir gün elinde elektrik feneri, bir a- şağı bir yukarı dolaşan paraşütçü er, karşıdan gelen iki kişiye doğru yürü- dü ve feneri yakarak: "— Nereye efendim?" dedi. Gelenler, cevap vermeden ellerini ceplerine götürdüler, cüzdanlarım çı- karıp, sarı basın kartlarım paraşüt- ü ere uzattılar ve beklediler. Yağız delikanlı kartları şöyle bir tetkik e- dip sahiplerine geri verdikten sonra topuklarını birbirine sertçe vurdu: — Buyrun efendim”. Hâdisenin cereyan ettiği gün, çar- şambaydı. Saatler 18'e yaklaşıyordu. iki gazeteci, artık yeni Meclis bina- sında çalışmakta olan Milli Birlik Komitesine gidiyorlardı. Şimdi baş- kentin bütün siyasi olayları bu muh- teşem binada toplanmakta, bütün si- yasi olayların başı bu şâhâne binada bulunmaktaydı. Milli Birlik Komitesi orada çalışıyordu. Kurucu Meclis İç Tüzüğü tasarısını ohazırlıyan komis- yon oradaydı. Soruşturma Kurulu va- zifesine hâlâ orada devam ediyordu. Ankara Kumandanlığı, bu binadaydı, İki gazeteci, D blokunun artık durmadan dönen büyük kapısından içeri girdiklerinde sol taraftaki mer- divenlerden inen adamlarla karşılaş- tılar. Adamlar yorgun, fakat mem- nun görünüyorlardı. Gazeteciler yak- laştılar ve sordular: " — Ne oldu efendim? Bitti mi?" Kendilerine sual tevcih edilenler neyin bittiğini, neyin ne olduğunu ga- yet iyi bildiklerini, esvap olarak Ver AKİS, 9 OCAK 1961 kadarı bulantısı veriyor ! Bir gazete bir adamın hatıralarını yayınlıyor. Adamın adı Turhan Dilligil. Zafer gazetesinin, bütün millet Menderes idaresine karşı a- yaklanmışken kalemşörlüğünü ya- pan, bununla da kalmayıp meslek- daşlarını jurnal eden, basın içinde tertipler kuran, meşhur "Milletler- arası Basın Enstitüsünü Protesto Telgrafı"nı çiziktiren ve ardına bir sürü toplayıp onları efendileri adı- na sevk-i idare eden adam! 27 Ma- yıs günü, bütün benzerleri gibi tabii toparlanıp götürülmüş, sonra, son tahliyeler sırasında bırakılmış. Maddi suçu var mı, varsa nedir bilin- mez. Ama, ihtilâl sonralarının -kansız ve müsamahalı ihtilâl sonrala- rının- yarattığı, Allahtan nisyanla malül hafıza-i beşerde marifetleri unutuluncaya kadar hiç olmazsa ortaya çıkmaması, biraz hicap duy- usu varsa insanlar içinde yüzü olmaması gereken bir tip. Her şeyi bırakınız, 28 Nisanla 27 Mayıs arasında herkes hürriyet için sokaklara dökülmüşken zalimlere kasideler okuyan, zulüm görenlere söven bir D.P. borazanı bâzı mükelefiyetler altında olmak gerekir. Türk milleti, ihtilâli bile efendice yapmış. Bari sus ve otur, değil mi? Aaa! Efendi, bir gazete sütununda düşükler arasında geçirdiği günlerin hâtıralarım anlatıyor. Aman, 27 Mayıs sabahı bir sevinmiş, bir sevinmiş! O, radyoda duyulan ses yok mu? O ses, gönlüne neşe, ümit doldurmuş! Derin bir nefes almış ve oh çekmiş! Tabii, kalkan, memleketin üzerindeki kâbusmuş! Ah, o Menderes yok mu? O ne âdi, ne bayağı, ne haris bir herifmiş! Bizim Dilligil efendi 27 Mayıs sabahı telefonlar edecekmiş. o Diyecekmiş ki "Bırakın beni, o rezil adamları topladığınız yeri, onların halini göreyim. Millete çektirenlerin çektik- lerini seyredeyim.." İçinden hep "Yaşasın!" diye bağırmak geliyormuş! Kardeş kavgası nihayet sona ermiş! Memleket kurtulmuş, vatan kur- tulmuş, Dilligil efendi kurtulmuş! O gün bir bayram havası içinde se- vinçlerin en büyüğünü yaşamış! Elbette, beklediği ihtilâl olmuş ve za- limler bir tekmeyle devrilmiş.. Hayır! Bir cemiyet, bünyesinde bu kadarına asla müsaade etme- meli, müsamaha göstermemelidir. Her şey kanun işi değildir. Bâzı Turhan Dilligil yapmaya kalkıştılar mı, suratlarına kanunun şamarından evvel cemi- yetin örf ve âdetlerinin şamarı mutlaka inmelidir. Düşüklüğün mânevi cezası olmazsa insanlar arasında düşüklük nasıl önlenebilir? İnsaf ile düşünmek, hareketin mânasını iyi anlamak lâzımdır. Bir cemiyet içinde, insanlarla alay edilmemelidir. Bunun yolu, bir zaman- lar İnönünün dediği gibi namusluların en asından namussuzlar kadar cesaret sahibi olmalarından ibarettir. Bir takım insanların, kendilerini örmemiz eziyetini bize çektirme hakten yoktur. Bir Dilligil efendi "Aman, 27 Mayısta bir sevindim, bir sevindim.." diyemez. Tıpkı Orhan Seyfilerin, Peyami Sefaların ve benzerlerinin "Yaşasın İhtilâl!" diye haykıramayacakları, bir sürü V.G. zengininin ortalarda görünemeye- cekleri gibi.. Bu manzaraların en basit insanlık hissini rencide ettiği, herkese "Yok, bu kadarı da olmaz ama,." dedirttiği bilinmelidir. Bu insanlar, İhtilâli müsamahasından dolayı pişman etmemelidir- ler. Bu insanlar, İhtilalin efendiliğini bir noksanlık haline getirmeme- lidirler Bu insanlar lütfen. Allah rızası için, bırakınız başkalarını, ama kendilerini düşünüyorlarsa osusmalı, gözden o kaybolmalı, 27 Mayısın arife gününe kadar sürdükleri utanç, hicap verici tutumlarının hâtıra- sının hiç olmazsa solmasını beklemelidirler. Sağlığına kavuşma yolunda bulunan cemiyeti rahatsız etmeme- lidirler. Yoksa, rahatsızlık vermeme çârelerini bulmak asla zor olma- yacaktır. Acaba, istedikleri bu mudur?