DÜNYADA OLUP BİTENLER teklerini silâh gücüyle bastıracakla- rmı osanmışlardı, İlk günkü çarpış- maların, resmi blânçosu 60 ölüydü. Cezayirden yollanan haberlere he- men sansür konulduğu için bu sayı- nın gerçeğe ne kadar uyduğu bili- nemiyordu. İkinci gün blânço daha da kabarmıştı. Terliler gösterilerine devam edip, ortaya hür Cezayirin "yeşil-beyaz-kırmızı" bayrağ tı. Cezayir yerlilerinin silâha karşı cevapları "Yaşasın Ferhat Abbasi", "Yaşasın hür Cezayir!" bağırmaları olmuştu. Bu arada bir Fransız ma- hallesi yıkılmış, fakat Cezayir müs- lümanları 90 ölü vermişlerdi. Paraşütçü denilen ransız resmi makamlarının yap- tıkları açıklamalara bakılırsa, ka- rışıklıklar sırasında ölen müslüman- nsız ordusunun (o kurşunlarına değil, Cezayirdeki sivil (Fransızların kurşunlarına (o kurban gitmişlerdi. Sansürden sunin haberlere göre, bu , içlerinde müslüman- ların da bulunduğu asayiş kuvvetleri gösteriler karşısında silâh kullanmak- tan son derece kaçınmışlardı. Fakat düzenin ladesi için müslüman ma- hallelerini makla görevlendiri- şı sırasında adam öldürmek bakımın- dan kazandıkları şöhrete uygun ola- rak burada da silâhlarını işletmekten çekinmemişlerdi. Resmi makamların bu söylentileri yalanlamak için sar- fettikleri bütün gayretler boşa gidi- rdu, çünkü paraşütçülerden birka- çı, olayları takip eden yabancı gaze- tecilere, fırsattan faydalanarak iyi bir temizlik yaptıklarım iftiharla a- çıklamışlardı. Şimdi ne olacak? itün bu olup bitenlerden sonra Ce- zayirde durum, ride bıraktığı- mız haftanın sonlarında yavaş yavaş sükünet bulmağa başlamıştı. Fakat şimdi de Paristen alınan haberler bu idarecile- lıklar başlar başlamaz Cezayir seya- hatini yarıda keserek hemen Parise dönmüş ve Cezayire bir çeşit muhta- riyet vermeğe matuf yeni plânını bi- ran önce tatbik alanına koymak için çalışmağa koyulmuştu. Ancak son olaylar üzerine bu plânın başarı şan- sının biraz daha azaldığına şüphe yoktu. AKİS'in defalarca da söyle- diği gibi, Cezayir milliyetçilerini dikkat nazarına almıyan bir lân önünde sonunda başarısızlığa uğra- mağa mahkümdu. Fakat Fransız i- 28 darecileri Milli Kurtuluş Cephesinin Cezayir halkım temsil etmekten uzak olduğunu söyleyerek, Geçici Cezayir Hükümetiyle ateşin kesilmesinden banka bir konu üzerinde müzakereye girmekten kalınıyorlardı. Son olay- lar, durumun hiç de böyle olmadığını bir kere daha göstermişti. Cezayir yerlileri kurşun yağmuru altında kal- takları sırada bile hür Cezayir bay- rağım taşımaktan, "yaşasın Ferhat Abbasi" diye bağırmaktan çekinme- mişlerdi. De Gaulle artık bu gerçeği göz Önünde tutmak cesaretim ken- dinde Ancak, işin doğrusunu söylemek gerekirse, bu kolay kolay gösterile- cek cinsten bir cesaret değildi. Çün- kü Milli Kurtuluş Cephesi sözünü ne zaman edecek olsa De Gaulle, kar- şısında Fransız ordusunu buluyordu. De Gaulle'ü iktidara, Cezayir mese- lesini çözmesi için ordu getirmişti. Ordu Hindiçinide olduğu gibi Ceza- yirde de boşu boşuna çarpışmış ol- mak istemiyor ve askeri bir başarı kazanılmadan hertürlü hal çâresine karşı görünüyordu. Onun için de De Gaulle her seferinde Milli Kurtuluş Birliğinin zaferi gibi (görünebilecek kesin adımlar atarak orduyu ürküt- mekten kaçmıyordu. Batılıların durumu JYirum böyle olunca De Gaulle bir açmaz karşısında kalıyordu: Fran- sız ordusunun istediği gibi davranır- sa Milli Kurtuluş Birliğiyle karşı karşıya oturamıyacak, Milli Kurtu- luş Birliğiyle karşı karşıya oturma- dıkça da Cezayir meselesine bir hal çâresi bulamıyacaktı. bulmalıydı. Fransanm Batılı dostlarım çok zor bir mesele karşı- sında bıraktığına şüphe yoktu. Bu devletlerin idarecileri artık kavga- da hangi tarafı tutacaklarım şaşır- mağa başlamışlardı. Son olaylardan sonra Batı halk efkârının Cezayir milliyetçilerinden yana çıkmağa baş- ladığı görülüyordu. Buna rağmen Ba- tık hükümet çevreleri hâlâ ihtiyalı olmakta devam ediyorlardı Bu durumun Batılı preilerin böyle düşün- mekte aksız oldukları söylenemezdi. Ancak haksız oldukları nokta şuydu: De Gaulle, Fransayı çıkmazdan kurtaracak tek adam Ool- makla beraber bu tek adam, ordu- nun tepkisinden korktuğu için, hâlâ doğru yolu tutmaktan kaçmıyordu. Bu durum karşısında Batılı idareci- lerin artık iki yoldan birim seçmeleri gerekiyordu. Bunlardan birincisi, Ce- zayir meselesinin De Gaulle'ün iddia ettiği gibi Fransanın bir iç mesele- si değil, bir milletlerarası mesele ol- duğunu kabul ederek, Cezayirde As- ya-Afrika devletlerinin de istediği gibi Birleşmiş Milletlerin nezareti altında bir referandum yapılmasını sağlamaktı. Bu yol kala uygun gö- rülmüyorsa o zaman geriye ikinci yol kalıyordu ki o da De Gaulle'ü Milli Kurtuluş Cephesiyletemasageçmeğe, Cezayirin geleceği üzerinde onunla anlaşmaya zorlamak yoluydu. Bu sonuncu yolun De Gaulle'ü Bati cep- hesinden ayıracağı söylenebilirdi, a- ma bu kadar bir risk göze alınmazsa, De Gaulle'ün yem plânına bağladığı ümitler ne olursa olsun, Cezayirin ikinci bir Kore halim alması bir gün meselesi olacaktı. AKİS, 19 ARALIK 1960