nı zamanda seçmen vasfı taşıyan te- şekküllerin idare heyeti üyeleri olma- larıydı. O kadar ki bir ara, herkesin kendisine oy vereceği endişesi bile or- taya çıktı. Halbuki bu sırada Ankara gazetecilerinden başka bir zümre Temsilciler Meclisine ismi söylendi- . ğinde gazetecilik, vasfı derhal hatırla- nan, ağır başlı ve bilgili, meslekte ve bu gibi işlerde iyi imtihan vermiş ol- gun kimselerin gönderilmesine çalışı- yorlardı. Bunların iki adayı Bülent Ecevitle Cihat Babandı. Bunlara ya İlhami Soysal, ya Altan Öymen ek- lendiği takdirde iyi bir ekip seçilmiş olacaktı. İstanbulda ise, kulis faaliyeti ta- mamen başka bir manzara gösterdi. Evvelâ görüşlerinin kabul edilmiş ol- masından basın mensupları memnun- luk duydular. Ünite olarak gazetele- rin değil de basın teşekküllerinin ka- bul edilmesi hem daha âdildi, hem de Kurucu Meclisin teşkiline dair kanu- nun ruhuna daha uygun kaçıyordu. Fakat ihtilâf gene bitmedi. Mesele, "basın teşekkülleri" tâbirinden çıkı- yordu ki, bu gerçekten tefsire muh- taçtı. Basın teşekkülleri hangileriy- di, hangileri değildi? İstanbulda kâ- ğıt üzerinde her iki eldeki parmakla- rın adedim geçecek miktarda basın teşekkülü vardı. Ana Gazeteciler Ce- miyeti ve İstanbul Gazeteciler Sendi- kasından tutulsun, Türkiye Federatif Gazeteciler Sendikasına kadar bir sü- rü basın teşekkülü, kendi İdare He- yetini Temsilci Seçme Kuruluna gön- dermek istiyordu. Bu arada gazete patronlarının iki, basın teknisyenleri- nin de üç sendikası vardı. İşin garibi, bunların hepsi de birbirine . girmiş, patlak veren İhtilâflar neticesinde e parça dağılmış basın teşekkül- leri Bitirdiğimiz haftanın sonunda "Ba- sın teşekkülleri" tâbirinin hiç olmaz- sa İstanbul için resmen tefsiri gere- kiyordu. İki ana basın teşekkülü, Ga- zeteciler Cemiyeti ile İstanbul Gaze- teciler Sendikası, itirazları için daha şimdiden hazırlıklara başlamışlardı. İki ana basın teşekkülünün reddetme- dikleri, sâdece yekdiğerlerinden iba- retti. "Basın teşekkülleri" tâbiri üze- rindeki mutabakat, şimdilik bu ka- darcıktı. Bir de iki isim üzerinde iki ana teşekkül ittifak halindeydi: Apdi İpekçi ve Hayri Alpar. Kuvvetli nam zet Burhan Felek girmek istemiyor- du. Diğer İki yer içinse, biraz müba lâğayla 200 isim vardı. Eğlenceli ci- het şuydu: En hevesliler, heves etmi, yor pozundaydılar. Ama "Seçilirlerse eece, vatan vazifesi, gideceklerdi!" Bu satırlar yazıldığı sırada, Tem- silciler Meclisine üye gönderecek di- ger teşekküllerde kulis faaliyeti he- AKİS, 19 ARALIK 1960 nüzsu yüzne çıkmamıştı. Fakat partilerde cengel üst kattayken, baro- larda, etibba odalarında, esnaf der- neklerinde savaş suyun altında devam ediyordu ve orda, tabiattakinin ak- sine, ekseriya küçük balıklar büyük balıkları yemeğe hazırlanıyorlardı. Facialar Korku ve endişe K5 olmasına rağmen o gün, tam bir bahar havası hüküm sürmekteydi. Boğaziçinin Rumeli yakasında otu- ranlar, sahil boyuna sıralanmış, bir gün önceki fâcianın geri kalanını sey- rediyorlardı. Saatlerin 13.54'ü göster- diği bir sırada, sahil boyuna sıralan- mış bu insanları sarsan müthiş bir in- filak oldu. Üçer dakika arayla, birda- ha, birdaha ve bir daha.. Sonra, yir- YURTTA OLUP BİTENLER İnfilâk, Beykozun birbuçuk kilo- metre kuzeyindeki Socony Vacum petrol şirketi depolarının bulunduğu Selviburnu sahilinden, tahminen 50 metre açıkta karaya oturan Yugos- lav tankerinde ovukubulmuştu. İnfi- lâk eden, tankerin orta kısmındaki bölmelerde bulunan 12,500 ton moto- rindi. Peter Zoraviç adlı bu tankerin Beykoz ve civarında oturanlar için, petrol depolarının yanına atılmış ve ne zaman patlıyacağı belli olmıyan bir saatli bombadan hiç bir farkı yoktu. Bu sebeple tankerin, her an için infilâk edeceği sanılıyor, bu sa- nış ta korku ve endişeyi bir kat da- ha arttırıyordu. Hele tankerde he- nüz ateş almamış olduğu söylenen 12 bin tonluk benzin, halkı olduğu ka- dar, ilgili makamları da heyecana vermeğe kâfi gelmişti. Bu 12 bin ton- Çarpışan tankerlerden biri yanıyor Görünmez kaza minci asrın bir sembolü hâline gelen mantar şeklindeki atom bombası bu- lutuna benzeyen, koyu ve dalgalı bir duman bulutu yükseldi, yükseldi.. O saatte, bu müthiş manzarayı sa- hile sıralanmış binlerce kişi hayretten açılmış gözlerle seyrederken, infilâka yakın Anadolu yakasında oturanlar da, korku ve dehşet,içinde evlerinden sokağa fırlamış bulunuyorlardı. Bil" hassa Beykoz çayırı bir ana - baba günü halini almış, kadın erkek, genç ihtiyar, çoluk çocuk her yaş ve sınıf- :an binlerce kişi toplanmıştı. Daracık caddelerden, resmi ve sivil arabalar, akaryakıt tankerleri, görülmemiş sü- ratle gidiyor, bâzı dönemeçlerde bir- birine giriyor, polis, itfaiye ve can- kurtaran arabalarının canavar düdük sesleri, bu telâşı bir kat daha arttı- rıyordu. Beykoz telâş içindeydi. luk benzin neredeydi? Son infilâk- lardan sonra, geminin kıç tarafı ha- riç, baş ve orta kısımları tamamen tutuşmuş, yükselen alevler, güzelim Boğaziçi semalarım kızıla boyamıştı. Bu cehennemi alevler karşısında ben- zin nasıl oluyor da tutuşmuyordu ? İlim adamlarının, benzin dolu bir va- rilin, ağzına kadar dolu olmadığı za- manlar, güneş sıcaklığından bile in- filâk edebileceğini söylemelerine rağ- men alevler içinde bulunan bir kerdeki 12 bin ton benzinin lâk etmemesine biç imkân var mıy- dı? Elbette ki yoktu!. Nitekim infi- lâktan 10 dakika önce, Donanmaya ait kurtarma gemilerinden biriyle Yugoslav tankerine yaklaşan assubaylarından başçavuş Selahattin Erduran ile bir er, üstün bir cesa- retle alevler içindeki tankere çıkıp, 13