Duruşmaların Anatomisi İhtilâl Olduğunu Unutanlar Yassındada zaman zaman bir takım düşükler, ya da bazı düşük avukatları heyecanlı çıkışlar yapıyorlar. Çıkış meraklısı düşüklerin şampiyonu, galiba olup bi- tenlerden ve başına geleceklerden hâla habersiz bulu- nan "Bay yüzde on". Avukatlara gelince» bazen millet- vekilliği meraklısı Burhan Apaydın, bazen örtülü öde- nek Farelerinden Talât Asal, bazen de bir nevzuhur zat mikrofon başına fırlıyor ve olduğu üstünden akan bir takım süslü cümleden sonra derdini söylüyor: Maşeri vicdan susturulmalıdır! O duruşma salonunda, dosyaların ilk açıldığı günden itibaren ya kahkaha ya alkış, ya takdir nidaları, ya da istihfaf şeklinde tecel- li eden bu maşeri vicdanın reaksiyonları düşükleri de, avukattan da pek rahatsız ediyor. "Bay yüzde on"dan sonra "Gestapo Zeki" adıyla bilinen düşük polis bile bu tepkilere mikrofonda cevap vermeye kalkışacak dere- cede aklını kaçırdığına göre, dinleyici sıralarından yük- selen sesler tam yerini buluyor demektir. Dosyaların ilk açıldığı günden bu yana, avukatlar bir kalkanı bol ücret ödeyen müvekkillerinin önüne dik- meye kalkıştılar. Aman yarabbi, hukuk kaidelerini, in- san haklarını adalet prensiplerini, eşitliği siz' gelip de Apaydınlardan ve Asallardan, hatta Mendereslerden, Zorlulardan, Şahinlerden dinlemelisiniz. DP. iktidarı- nın en zalim günlerinde insanların hapislere atılması devri açılıp ta insanların meydanlarda kurşunlara he- def tutulmak istendiği devrede Diktatöre sâdece methi- yeler kaleme alan, o kanlı tasarrufların hepsini haldi, hukuki, kanuni ve insan haklarına uygun bulan zevatın şimdi bülbül kesilmiş olmalarının bir komik, bir de a- cıklı tarafı yok değildir. Ancak, bir belirli tutama karşı ayaklanmış, olanla- rın, kuvvet ellerine geçti diye aynı tutuma benimseme- lerinin tasvip edilecek tarafı yoktur. Menderes ve çe- tesi şöyle davranmıştır diye onlara karşı da aynı şekilde davranmak bir takım basit hisleri tatmin adette de me- seleye biraz yüksekten ve tarih perspektifi içinde bak- mak böyle bir telâkkiye cevaz bulunmadığım göster- meye yetecektir. Ama,, böyle bir telâkki Yassıadada zaten itibar görmemektedir ki.. Düşükler ve avukatları savunma haklarının zedelendiğini haykırırlarken, ma- şeri vicdanın adalet dağıtılırken susturulmasını talep ederlerken, bir belirli havayı yaymak için canlarını diş- leri sanıktırlar! masum insanların haklarından istifade etmelidir. sek Divan henüz böyle bir hüküm açıklamadığına, suç- luluk damgasını basmadığına göre maşeri vicdanın re- aksiyonları bir haksızlık manzarası almaktadır. Bir ta- kım şerefli insanların kutsal şereflerine -bu şeref Men- deresin şerefidir, bu şeref Zorlunun şerefidir, bu şeref Ağaoğlunun şerefidir, bu şeref Ethem Yetkinerin ve Zeki Şahinin şerefidir!- karakuşi tecavüzler vuku bul- maktadır, Önlenmesi gereken, budur, insanın, hiç fü- tursuz bu mantığı yürütenlerden soracağı geliyor: Al- lah Allah, siz takvimlerinizden 27 Mayıs 1960 tarihini sildiniz mi? Türkiyede bir İhtilâlin olduğu gözden uzak tutulur- sa, itirazlar haklıdır. Ne yaparsınız ki gerçekler gözden uzak tutularak düşünce silsileleri kurulmaz. Kim ne AKİS, 19 ARALIK 1960 derse desin, Yassıadadaki Yüksek Adalet Divanım bi- zim bir Ağırceza mahkemesine, hatta Anayasanın gös- terdiği yoldan kurulmuş bir Yüce Divana benzetmek kabil değildir. Nitekim bu husus Geçici Anayasa, hazır- lanırken düşünülmüş ve divana “Yüce Divan" değil, "Yüksek Adalet Divanı" adı verilmiştir. Yüksek Adalet Divanı, tutumu ve davranışları, tatbik ettiği prensipleri balonundan adalet dağıtan her hangi bir teşekkülden zerrece farksızdır, İngilterede ve Amerikadaı bir hâkim hangi ışıklardan o faydalanırsa Başkan Başol o ışıklardan ve sadece o ışıklardan fay- dalanmaktadır. Hata, Divanın dâvanın hangi safhasın- da bulunduğuna yanlış teşhis koymadan doğmaktadır. Düşükler ve avukatlar istiyorlarki dosya henüz açıl- mış sayılsın ve Divan sanıkların evvelâ suçla ma, suçsuz ma olduğuna vicdani kanaat getirsin, son- ra hukuk, kanun yoluyla ceza dağıtsın. Böyle bir hakkı, seçimle değil ihtilâlle düşmek suretiyle Menderes ve arabasını o yıldıza bağlamış ideal ar- kadaşları kaybetmişlerdir. İnsanın aklı durur. Öyle şey mi olurmuş? İhtilâlle düşen adamın göreceği mu- ameleyle seçime gidip millet İradesinin sandık ba- şında tecellisi suretiyle düşmüş adamın akıbeti ara- sında fark bulunmaz mı? İki darama farksal saymak cemiyetlerin bütün nizamlarının altüst eder. Bu, zalim- lere ve zulüm heveslilerine mim tanımak değil de, na- dir? Devlet idaresini kim bir piyango sayabilir? O za- man esas seçim yoluna kapamaktan ibaret kalır, sis- tem zora dayanamayıp yıkıldı mı, yenisi eskisinin me- todlarını benimser ve daha "akıllıca" davranmanın ça- relerini arar. Zaten böyle bir mantığın, iskambilden şa - toların sağlandığı neyse, sağlandığı odur. Yassıadadaki ii Adalet Divanı hukukun, ce- h yargılıyor. Bu adamlar, açıkgöz avukatların iddiasının aksine sanık değil, suçludurlar. Her şeyi anlamak için her şeyi yerme oturtmak lâzımdır. Belki de bizde jüri usu lü bulunmadığından bir yadırgama oluyor. Yoksa, hâdise son derece basittir. Jüri usulü bulanan memleketlerde da ruşmalar iki safhada cereyan etmez mi? Evvelâ jüri, sanık mahallindeki adamın suçlu mu, suçsuz mu olduğu hususunda hükme varır. Ondan, sonra hakim, o saça te- kabül eden cezayı, suçlunun suça İştirak payını gez önünde tutarak en âdil şekilde verir. Bir çok sanık var- sa, banlar arasından bâzılarının, suçun İşlenmesi sıra- sında oynadıkları role göre tahfif edici sebeplerden, do- layı pek sudan para cezalarıyla, hattâ hiç ceza alma- mak suretiyle yakalarını sıyırmaları pek ala kabil ola- bilir. Yassıadada cereyan eden, işte tıpatıp budur. Jüri- lerin en muhteşemi ve en şaşmazı , Türk milleti düşük- lerin Guçlu bulunduklarını hükme bağlamıştır. İhtilâlin bir manga askerin karşısına çıkarıl- mamış bulunmaları elbette ki onlan suçluluktan kurta- rıp sanık yapacak değildir Bu gerçek b u r defa kabına yerleştirilirse Yassıa- dada herkes rahat eder vs maşeri vicdanı kösteklemek isteyen avukatlar yuhalanmaktan kurtulurlar. 23