Tİ Y A Ankara Yeni Tiyatro Ayar tiyatrodan yana talih- çıktılar. Eski Halkevinden başka ciddi bir temsil seyredebile- cekleri bir tiyatroları bile yokken, şu son on beş yıl içinde, birbiri ardın- dan güzel tiyatro salonlarına sahibol- dular. Önce Hasan Ali Yücelin him- meti ve Prof. Bonatz'ın ince sana- tıyla, o zevksiz Sergievinden pırlanta gibi bir Opera binası kazandılar. Sonra Muhsin Ertuğrul, çöplük ha- line getirilmiş olan Küçük Tiyatro- yu keşfetti, onu meydana çıkarmak- la kalmadı, bir kanadının altından Oda Tiyatrosunu da yavrulatıverdi. Sonra, kötü bir sinema haline soku- lan, Türk Operasının doğumuna be- şiklik etmiş o tarihi Halkevi sahne- sini ve salonunu Ankaranın Üçüncü Tiyatrosu haline getirdi. Şimdi de Cüneyt Gökçerin himmeti Ankaralı- lara pek cici bir Yeni Tiyatro kazan- dırdı. Hem de Yenişehir gibi, baş- kentin en aydın, en kalabalık bir merkezinde. İşin güzel tarafı Ankaradaki bü- tün bu tiyatroların gerek sahne, ge- rek salon bakımından iyi cihazlan- mış, iyi düzenlenmiş, Batı tiyatro- larının bir çoğundan daha rahat ve temiz tiyatrolar olmalarıdır. Sahne hayatı çok daha eski olmasına rağ- men İstanbulda çoğu tiyatroların halâ köhne salaşlarda, merdiven ve asansörlerle çıkılan eski ev, yeni han katlarından bozma salonlarda tem- siller vermek zorunda kaldıkları dü- şünülürse Ankaranın ve Ankaralıla- rın ne kadar talihli oldukları daha iyi anlaşılır. Bir fikir piyesi yeli Tiyatro ne kadar güler yüzlü, insana ferahlık veren bir tiyatro ise, perdesini açmak için seçtiği ilk eser de o kadar asık yüzlü, İnsana hüzün veren bir piyes: Albert Ca- mus'nün "Caligula"'sı. Albert Camus Fransanın, ikinci dünya savaşında parlamış, asıl şöh- retini de savaş yıllarından sonra yapmış kuwetli (kalemlerinden bi- riydi. "Yabancı" adlı romanı birçok dillere -bu arada dilimize de- çevri- lerek şöhretini Fransa sınırlarının çok ötelerine götürdü. e Tiyatro ile aşinalığı ise gençlik yıllarında baş- lamıştı. Doğup büyüdüğü Cezayirde aktörlük, rejisörlük etmişti. "Cali- gula" o yılların ilk tiyatro denemesi- dir. Sunu sırasıyla "Anlaşmazlık", «Sıkı Yönetim" ve "Doğrular" taki- betti. Arada Calderon'dan, Lope de Vega'dan, Faulkner'den, Dostoievs- AKİS, 14 KASIM 1960 TR O ki'den adaptasyonlar da yaptı. Albert Camus en verimli çağın- da, henüz 47 yaşında iken, bu yılın ilk günlerinde, feci bir otomobil ka- zasında öldü. Ölümü eserlerine, hele piyeslerine yeni bir aktüalite değeri verdi. Birçok kitapları yeniden ba- sıldı, piyesleri yeniden sahneye ko- nuldu. Bizde, ilk defa olarak, bir pi- yesinin tercüme ettirilip oynatılması fikrinin de bu olayla ilgili olduğu talimin edilebilir Şu var ki Albert Camus'nün ti- yatrosu, seyircimizin sık sık görme- ğe alışık olduğu tiyatro eserlerinden farklıdır. Bu tiyatroda fikir, Exis- tentialiste dünya görüşü V* vaka ye- rine kâinatın kurulu düzenine karşı Bu dünya görüsü, bu mantık, bu saadet ve hürriyet anlayışı çevresin- dekilerin görüş ve anlayışlarına el- bette aykırıdır. Kendisini en iyi an- lıyan Chereâ bile onun toplum için bir tehlike halini aldığını, bu yüzden öldürülmesi gerektiğini anlar. Ve Caligula öldürülür. Böylesine fikir yüklü, ağır ve doğrusunu söylemek kötümser bir eseri, cereyanlarını yakından tâkibeden aydınlarımızı, gençliği istisna eder- sek, geniş seyirci topluluklarına sev- dirmek, hattâ "anlatmak" hayli güç bir iştir. Ama güçtür, diye de sa- natkârlarımız gibi seyircimizi de Batı şahnelerinin en yeni, en entel- lektüel eserlerinden mahrum bırak- mağa elbette hakkımız yoktur. Yal- nız bu güçlüğü, reji ve oyun bakı- mından olsun yenmeğe, eseri seyirci- “"Caligula"dan bir sahne Tarih tekerrür ediyor amansız bir mantık savaşı ağır ba- sar. Meselâ "Caligula" bize MS. 37 yılında tahta çıkan Caius Caligula'- yi, tarihin, sevgilisi Drussila'ıun ölü- mü üzerine birdenbire akli muvaze- nesini kaybeden bir deli, bir zalim olarak tanıttığı Roma imparatorunu, dünyanın mantık dışı bulduğu düze- nini yıkmağa azmetmiş şuurlu bir yıkıcı, saadeti, erişilmesi imkansız şeyleri -meselâ Ay'ı- elde etmekte, "mümkün olmıyan şeyin ihtirası"n- da arayan bir tedirgin olarak tanıt- maktadır. Hür olduğunu duyması için yıkması, öldürmesi o lâzımdır. Onun için etrafına, hattâ en yakınlarına ye mümkün okluğu kadar "yaklaş- tırmağa" çalışmak da şarttır. Sahnedeki o u gözle bakınca; "Caligula"nın en B iyi şartlar altında sahneye konu- lü hakkıyle yaşatabilecek kudrette bir sanatkârın bulunmasına bağlı- dır. Aksi halde "Caligula" gibi eser- leri hiç oynamamak daha doğru o- lurdu. Çünkü başrol aksadı mı ne reü, ne dekor, ne de öbür rollerin iyi oynanması eseri kurtaramaz, daha 33