YURTTA OLUP BİTENLER M.B.K Kaçırılan albay AŞ mikrofona gelip şöyle dedi: Albay Alpaslan Türkeş Milli Birlik Komitesinde işi olduğu için özür diliyor. Gitmesi lâzım geldiğini belirtiyor." Sonra mikrofonu bir generale u- zattı ve kendisine konuşmaya başlı- yabileceğini söyledi. Bu sırada gür kaşlı Albay, ön sıralardaki yerinden kalkmış, gitmeğe hazırlanıyordu Hâdise, bu haftanın ortasında Dil * Tarih Coğrafya Fakültesinin konferans salonunda cereyan ediyor- du. Albay Alpaslan Türkeş, Atatürk Haftası münasebetiyle bir konuşma yapmıştı. Saatlerin 15.15'i gösterdiği sıralarda konuşmasını bitiren Albay, gitmesi lâzım geldiğinden, kendisin- den sonra konuşacakların aklına bir şey gelmemesi için, böyle bir çâreye başvurmuş ve anonsu müteakip a- gır ağır salonu terketmişti. eclise varmak, hattâ Fakülteden hereket etmek Türkeşe nasip olmadı. Kapıdan çıkmıştı ki etrafını bazı adamlar aldı. Birşeyler söylemek istiyorlar ve acele ediyor- lardı. Albay şaşırdı. Vatandaşların bu acelesinin mânası neydi ? Kendi- sinden istediklerini de bir türlü anlı- yâmamıştö. Nihayet durum aydın- landı. Konyadan gelmiş olan bir he- yet, birkaç konuşma yapması için Türkeşi Konyaya götürmek istiyor- du.Hemşehrilerine böyle söz ver- mişlerdi. Albayın etrafını bu iş için sarmışlardı ve ısrar ediyorlardı. Türkeş hakikaten müşkül vazi- yette kalmıştı. Bir defa, ertesi gün yapılacak yığınla işi vardı. İki Bü- yük Elçiyle konuşacaktı. Iran ve Çe- koslovakya Büyük Elçilerinin talep ettikleri randevuyu vermiş ve kendi- leriyle görüşmeyi kabul etmişti. Şim- di kalkıp Konyaya gitse, adamlara karşı ayıp olacaktı. Ama Konyalılar K harfinin üzerine basa basa, illâ da götürmek istiyorlar, illâ da Türkeşin daveti kabulünü arzuluyorlardı. He- men dönebilirlerdi. Albay evvelâ mâ- kul bir yığın mazeret öne sürdü. Eve bile haber vermemişti. Evden me- rak ederlerdi. Hiç değilse eve bir ha- ber uçurmalıydı. Konyalılar, buna rıza gösterdiler. Eve haber verirler ve Türkeşi alıp giderlerdi. Ama iş bununla bitmiyordu. Türkeşin Ko- mitede de yapılacak yığınla işi var- dı. Bütün programı altüst olacaktı. Albay ne dediyse dinletemedi.İl- lâ da Konya, illâ da Konyaydı. Bu işten kurtulmanın imkân ve ihtima- li yoktu. Türkeş sonunda başını sal- lıyarak "Peki" dedi. Konyalılar o Albaylarının 14 "Peki" Alpaslan Türkeş Konya yolu düz gider deyişine pek sevindiler. Her şey ha- zırdı. Hemen hareket edilse dört sa- at sonra Konyada olunur ve yemek şehirde yenirdi. Ama Türkeş, ailesi- ni durumdan haberdar etmeyi ziya- desiyle istiyor ve merak edeceklerini söylüyordu. Hakikaten genç Albayın, ailesini haberdar etmekte hakkı vardı. Zira bayan Türkeş gün geçmiyordu ki te- lâşla uykusundan olmasın, telefona telâşla sarılıp eşini aramasın. Doğ- rusu istenirse dışarıdaki kuyrukların faaliyetleri insana parmak ısırtacak kadar geniş ve muntazamdı. Bir fis- kos gazetesi bu defa ters istikamet- ten işlemeye başlamıştı ve gaye M. B. K. etrafinda şüphe bulutları ya- ratmaktı. Adamlar yemiyor içmiyor, suyun altındaki bir takım dedikodu- ları suyun yüzüne çıkarmak için uğ- raşıyorlardı. e Seçtikleri en verimli konu Tükkeşti. M. M. K. içinde anlaş- mazlık olduğunu mu yaymak isti- yorlardı? Memlekette huzursuzluk patlak verdiğine mi saf kimseleri inandırmaya çalışıyorlardı? Ele he- men Türkeşi alıyorlar ve ortaya bir yalan atıyorlardı. Daha, Konyalıların davetinden bir gece evvel Ankaralı gazeteciler, dudaklarını uçuklatan bir haberin peşinde koşmuşlardı. Gerçi böylele- rini son iki haftadır pek sık duymuş- lar, sonunun fos çıktığını görmüşler- di ama gene de tahkik etmekten kendilerini alamıyorlardı. Ne yap- sınlardı ki ogazeteciydiler ve yüzde yarımihtimal dahilinde dahi olsa haberi tahkik etmek gerekiyordu. Haber de hani haberdi! En azından bir sekiz sütun yer alır ve sayfalar dolusu yazılırdı. Evet, sayfalar dolu- su. Zira uçurulan balon Albay Tür- keşin meçhul kişiler tarafından vu- rulduğu ve hastahaneye kaldırıldı- ğıydı. Basın mensupları işi evvelâ alaya aldılar. Birkaçı, tanıdığı Milli Birlik Komitesi üyelerine telefon et- ti. Aksi şeytan, telefonlar çalıyor çalıyor cevap vermiyordu. Daha son- ra, aranılan Komite üyelerinin adedi arttırıldı. Onlardan da cevap çıkma- dı. Her yeni aranan bulunamayınca sinek mide bulandırmağa başlamıştı. Demek ki bir şeyler vardı! İşin güzel tarafı, sualtı kahra- manlarının pek mahir bunalan ve son derece sistemli çalışmalarıydı. Haber, nereden ve nasıl geldiği hiç belli edilmeden, evvelâ basın men- suplarına duyuruluyordu. Bu, basına yakınlıkları bilinen bir kaç kişi vası- tasıyla oluyordu. Çok geçmeden de- dikodu Ankaralı bütün gazeteciler tarafından duyuluyor ve telefonlar işledikçe havadis etrafa yayılıyordu. Türkeşin yaralanışının ohikâyesi- nin ömrü sâdece bir gün sürdü. Zira Albay ertesi gün konuşacaktı ve Dil * Tarih Coğrafya Fakültesinin salonlarında mikrofon başına çıktı- ğında kendisinde hiç de yaralı bir ih- san hâli yoktu. Aksine, Albayın sesi her zamankine nazaran daha gür ge- liyordu. Ama bir günlük dedikodu dahi yeni fiskos gazetesinin yürütü- cüleri için kâfiydi. Hele bu. Albay Türkeşle alâkalı oldu mu daha çok kimsenin kulağına gidiyor, da- ha çok kimseyi inandırıyordu. Zaten bir zamanların çok kudretli Albayı, âdeta "Havadisin Albayı" haline ge- tirilmişti. D.P. nin sâdık -sâdece sâ- dık; sabık değil- organı oHavadiste toplaşmış bulunan ve kendilerine, en tehlikesiz geçer akçe olarak "komü- Kar nizm düşmanlığı"'nı bayrak edip o AKİS, 14 KASIM 1960