Feyzioğlu konuşuyor aat 15.40'da kapalı bir kutudan S farksız toplantı odasının kapıları gazetecilere açıldı. Masanın başında feyzioğlu, sağında Aksoy vardı.Ve- lidedeoğlu, Sarıca ayaktaydı. İçeri giren, gazeteci çok, masanın yanında oturacak yet ise azdı. Yer bulma faslı çok sürmedi. Saat tam 15.52'de Feyzioğlu sözlerine başladı. Kalın çerçeveli gözlüğünün arkasından, e- linde tuttuğu notlara bakarak ko- nuşuyordu. "Konuşmaya hazırlıklı olmadığını" söylemesine rağmen, ha- zırlıklıydı. Feyzioğlu, komisyonun almış ol- duğu vazifeyi Devlet Başkanı tara- fından tayin edilmiş bulunan 20 gün- lük süre içinde bitirmek için devam- lı çalıştıklarını, İstanbul Üniversite- sindeki ilim adamlarından başka, bâzı fikir adamlariyle geniş istişâre- lerdö bulunduklarını, kurulacak Mec lisin adı, kuruluş ve yetkileri konu- sunda komisyonun tam bir görüş birliğine vardığını belirtti' ve dedi ki: "- Memnuniyetle gördük ki bu Meclisin kuruluş tarzı ve yetkileri konusunda, İstanbulda temas ettiği- miz aydın çevrelerle de, ana hatlar itibariyle fikir birliği içindeyiz. Teşkil edilecek Meclis, Rektör Onarın başkanlığındaki komisyonun hazırladığı Anayasa tasarısının mü- zakerelerini (okendisine esas vazife bilecektir. Bu Anayasa tasarısının ve Seçim Kanununun hakiki birer vesi- ka haline gelmesine çalışmak Mecli- sin bir hizmeti olacaktır. Bu Mecli- sin teşkili ile normal demokratik re- jime doğru önemli bir adım daha a- tılmış ve 27 Mayıs devrimi, asil ve yüce hedefine biraz daha yaklaşmış bulunacaktır. 27 Mayıs devriminin bu topraklar üstünde 120 yıldan beri devam eden ve uğrunda bunca çile çekilen hürriyet (o mücadelesi, nihai zafere vasıl olacaktır." Feyzioğlu daha sonra, birkaç gü- ne kadar projelerinin Ana hatlarını umumi efkâra ın be- lirtti ve ii devam '- Bu günden şu kâdârını söyle- yebilirini ki, bir taraftan içinde Bu- lunduğumuz şartları biran önce A- nâyasa ve Seçim Kanununun müza- kerelerine başlamak lüzumunu, öte yandan demokratik icâpları bağdaş- tıran esasları düşünmekteyiz. Tâyin yolu ile Meclis teşkili bahis konusu değildir. - Bugünün şartları içinde gerçekleştirilmesi mümkün olan çüde temsil esasına dayanan bir Meclis düşünüyoruz. Bu Meclisin sâ- dece bir Danışma Organı Olması fik- rinde de değiliz. Fakat tek başına kuruculuk vasfını ve sıfatını taşı- ması da düşünülmemektedir. Kuru- lacak Meclis ile bugün iktidarı meş- 22 Hakları Almanın Demokratik Yolu ypipokrasiye, hiç haksızlık yapılmayan bir rejim saymak hata olur. Beşer şaşar. Beşer şaşınca da haksızlık tabii hâl alır. Demokrasi- nin fazileti haksızlık yapılmaması değil, buna uğrayanların veya buna uğradıklarını iddia edenlerin açık ve devamlı bir mücadeleyle haksız- lığı telâfi imkanı daima ellerinde bulundurmalarıdır. Ama, açık ve devamlı bir mücadeleyle. Yoksa, gayreti başkalarından bekleyip sırt- üstü yatmak, küçük parmağı kıpırdatmamak, sonra da, haksızlık dü- zeltilmeyince birer buruk insan olarak cemiyette menfi bir tohum ro- lü oynamak sâdece, mâruz kalınan muamelenin hak edilmiş olduğunu gösterir. Başka bir şey de göstermez. İhtilâlden bu yana, cemiyetin bazı sağ kuvvetlerine mensup bâzı kimseler kusurları gelişi güzellik olan bâzı kararların kurbanı olduk- larını görmüşlerdir. Tasarruflar bazen gürültülü tepkilere yol açmış bazen, bir takım üst mülâhazaların neticesi ve tasarrufun mahiyeti icabı yüreğe taş basma şeklinde tecelli etmiştir. Ama, haksızlığa uğ- radıkları kanaatinde bulunanlar bakımından arada bir laik yoktur. Hattâ cemiyet yanılmış dahi bulunsa, bir demokratik nizam içinde onlara düşen, cemiyetin kendilerinden o esirgediği desteği bileklerinin zoruyla sağlamak, fakat asla ve asla ümidi kırılmış, insanlara sevgisi sarsılmış, herkese ve her şeye düşman bir karamsarlar kafilesi mey- dana getirmemektir. Mücadelenin imkânı vardır, yola açıktır ve bu, o kadar da zor değildir. Sebatla nelerin düzeltilebileceğinin örnekleri ka- tı cemiyetlerinde düzineyle (Omevcuttur. Dreyfüs'ün o hikâyesi bunlar- dan biridir. Bilhassa anglo - saksonlar bu vadide mükemmel neticeler almışlardır. Şimdi bizde, haksızlığa uğradıkları kanaatinde olan bâzı üniver- site öğretim üyeleri var. Banlara, hiç bir şey tanınmamış bulunsa, af- fedilme sebeplerini açıktan sormak imkânı tanınmıştır. Bundan fay- dalanmak, eğer kendilerine güveniyorlarsa, yapılacak ilk iştir. Bizde, eskiden kalma bir korka, şarka has bir pısırıklık vardır '"Haklı dahi olsam bir çamur atarlar ki, altından ben değil yedi göbek sülâlem çı- kamaz. Onun için, aman, ne Şanım şekeri, ne Arabın yüzü.." Böyle dü- şünenler tevekkülle o akıbetlerine katlanır ve kimseden bir sempati görmezlerse sızlanmamalıdırlar, Yirminci asrın ikinci yarısında mü- cadeleyi göze almayan caddede otomobil (altında kalmaksızın yürü- mek, gezinmek hakkına dahi sahip değildir. Hiç bir çamurun, kendisi- ne hakikaten güvenen kimselere zarar veremeyeceği ve öylelerinin üzerinden bir anda akıp gideceği her mücadelenin başında idealistler tarafından kabul edilmelidir. Aslında, hakikat de bundan ibarettir Aksi halde hayat, yaşanmasına dayanılamayan bir bir olurdu. Bugüne kadar ortaya çıkıp ta, "İşte ben, beni itham edenlerin kar- şısına dikiliyor ve onlardan soruyorum! Neymiş benim suçum?" diye haykıran, tuhaftır, bulunmamıştır. Cemiyetin tepkisi, (beğenilmeyen tasarrufun sahiplerine oböyle bir suale cevap verme (mükellefiyetini yüklemiştir. Üstelik Umumi efkâr bir hakem rolü oynamaya hazırdır. O hâlde, beklemek, çekinmek deden? Evet, gerçek ilim adamlarının bu gibi taraklarda bezleri yoktur ve onların ekserisi mücadele adamı değildirler. Ama içinde bulunduğumuz şartlar yarınki cemiyetimiz kurarken, eğer orada kendimizin ve çocuklarımızın mesut yaşamamız isteniyorsa, herkeste omuzlarına vecibe yüklemektedir. Bundan kaç- maya hiç kimsenin hakkı yoktur. ru olarak elinde tutan Milli Birlik Komitesi arasındaki münasebetler, in v i i icaplarına göre tanzim edilecektir dedi. Kurucu Meclis üyeleri F eyzioğlunun konuşması oldukça elastikiydi. Gerçi hadiseleri ya- kından takip edenler için istifadeli ışık ihtiva ediyordu ama, gazeteci- ler daha başka, daha bilinmedik hu- susları öğrenmek istiyorlardı. An- cak bu isteyiş ve bunun neticesi otu- rak tevcih edile, sorular boşa çıktı. Sualler hep "Ancak bu kadarını söy- liyebilirim" Oo cümlesiyle (o cevaplanı- yor, daha da üstelediğinde "Bilâ- hare açıklıya cağız" deniliyordu. AKİS, 14 KASIM 1960