Haydar Arseverle birlikte Üniversite merkez binasının mermer merdiven- lerini çıktıkları görüldü. İki dakika sonra bu üç şahıs, üçüncü kata u- laşmıştı. Merdivenin bitim noktasın- dan sola döndüklerinde, Hukuk Fa- kültesi dekan odasının tam önünde, bir kadın öğretim üyesiyle karşılaş- tlar. Orta boyda, kısa siyah saçlı, döpiyes elbise giymiş kadın öğretim üyesi, Roma Hukuku Profesörü Tür- kân Radodan başkası değildi. Feyzi- oglu, yanındaki üç öğrenciye dert yanmakta olan Türkan Radonun ya- nına iyice yaklaşmıştı. Bu sırada Türkân Rado yanındakilere, "teşki- lât" demekteydi. İşte bu sözü, ko- mm başlangıcı yapan Feyzi- oğlu "— Neo, teşkilâttan bahsedi- yorsunuz" diye takıldı. Arkasından devamla "Nasılsınız?" dedi. Bu söz üzerine, biraz hayretle karşısındaki adama ilk defa olarak bakan Türkân Rado: "— O, sen misin? Bakıyorum, biraz bunalmış gözüküyorsun" diye mukabele etti. Feyzioglu, hiç eksik etmediği gü- ler yüzle: — Hayır. Bilâkis.. cevap ie başlamıştı. urada da mı çalışmalarını- za devam ediyorsunuz?" — Evet, burada da bâzı temas- lar yapıyoruz.” — Bina içinde mi?." "— Evet, bina içinde." Bu konuşma esnasında, Türkân Radonun arkasında bulunan Muam- mer Aksoy da söze katıldı. Feyzioğ- lu, neşeli Aksoyun kırlaşan saçları- nı Türkân Radoya göstererek: "— İşte, içimizdeki en genç ar- kadaş!" dedi. Bu ayak sohbeti beş dakika ka- dar sürdü ve daha sonra dekan oda- sına geçildi. İçerde, Aksoy, Feyzioğ- lu ve Haydar Arsever vardı. Bu üç kişi arasında yapılan konuşma saat 12.20 ye kadar sürdü. Saat 12.30 da Rektörlük binasına giden bu üç ilim adamı, sekreterlik odasında, kendilerini beklemekte o- lan Süheyb Derbil ve Bahri Savcı ile buluştular. Saatler ilerledikçe, Üniversitenin genç öğretim üyeleri de birer ikişer bu odaya giriyorlardı. Aradan on dakika geçmişti ki kapı- ları sıkı sıkıya kapalı bulunan oda- dan, bâzı yüksek sesler dışarı sız- maya başladı. İçerde komisyon üye- leriyle fikir tartışması o yapanlar genç öğretim üyelerinden Doç. Sel- çuk Özek ile asistan Alp Kuran ve Çetin Özekti. Ne konuştukları tam duyulmamakla beraber, bâzı kelime ve cümleler de işitilmiyor (o değildi. " dedi. Sual - AKİS, 14 KASIM 1960 Türkân Rado "Teşkilât"çı "Amme gücüne sahip olması", "Se- çimle olmasa", en çok duyulanlardı. Konuşmalar, zaman zaman tam bir münakaşa halini alıyor, sonra birden bire yavaşlıyordu. Vakit, 13.30'u bul- muştu. Yemek zamanı gene gelmiş- ti. Bir aralık görüş birliğine varmış olacaklar ki Çetin Özek ve Selçuk Özçelik dışarı çıktılar. Fakat içer- dekiler tartışmayı o bitirmemişlerdi. Bu sebeple dışarı çıkanlar tekrar içeri çağrıldılar. Son fasıl sadece on dakika kadar sürdü ve 13.40 da hep birlikte dışarı çıkıldı. Artık kantine gidilebilirdi. Öğretim üyelerine ait kantinde bir masanın etrafında yine aynı şa- hıslar toplandılar. Tartışma, devam etti.. Yenilen köfte, barbunya ve bir elma ile bir mandalinadan sonra, bir süre de "ırk ve millet" üzerine konu- şuldu. 14.20 de yemek faali bitmişti. Yeniden temaslara başlanılacaktı. Niçin hep temas? 3! Ekim perşembe, günü saat 18 de sarı bir zarf içinde (o Feyzioğluya Devlet Başkam Gürsel tarafından verilen vazifede, Kurucu Meclis A- nayasasının 20 gün içinde bitirilmesi istenmekteydi. Bu sürenin bitmesine sâdece 9 gün gibi, kısa bir ozaman kalmıştı. Bu 9 günün her saati, hat- tâ dakikası iyi kullanılmazsa işlerin biraz daha uzamasına, inkılâp reji- minden demokrasiye geçişin biraz daha gecikmesine yol açılacıktı A- ma, atılacak adımın da çok dikkatli YURTTA OLUP BİTENLER atılması gerekiyordu. En ince tefer- rüata kadar, tam bir görüş ve fikir birliği lâzımdı. Kurucu Meclis, nasıl teşekkül etmeliydi?. Yetkisi, bir ih- tilâl konseyi olan M.B.K. den fazla mı, az mı bulunmalıydı?. Kurucu Meclis üyeleri ne miktar olmalıydı ? Kurucu Meclis üyeleri tâyinle mi, yoksa seçimle mi gelmeliydi?. Seçim olursa, bildiğimiz genel seçim yolu mu, yoksa belirli bir aydın kitlesinin iştirak edeceği hususi seçim yolu mu takip edilecekti?. İşte bütün bu ve buna benzer su- Tartışma lâzımdı. mak lâzımdı. Ne kadar çok ilim a- damıyla, ne kadar çok fikir ve ser- best meslek adamıyla (o görüşülürse, o kadar fayda elde edilecekti. Te- maslar hep bu noktadan ötürü de- vam etti. Anlaşılan "bir temsil esa- " sı" aranmaktaydı. İdare İlimleri Enstitüsünde gün, İdare Hukuku İdare İlimleri Enstitüsünün müdür salonunda- ki yuvarlak duvar saati 14.50'yi gös- terdiği bir sırada, yedi kişi dikdört- ken şeklindeki omasanın etrafında toplanmış bulunuyordu. Bunlar Fey- zioğlu, Aksoy, Savcı, Derbil ile Ord. Prof. Hıfzı OVeldet Velidedeoğlu, Prof. Ragıp Sarıca, Doç. Vakur Ver- sandı. Turhan Feyzioğlu önündeki kalın dosyayı açmış, hem okuyor hem de bu sırada yapılan fikir tar- tışmasında mutabakata, varılan hu- susları beyaz bir kâğıda not edi- yordu. İlim adamları, öyle her fikri i mantık ve ilim yecekleri için, içerdeki bu müzake- re de zaman zaman yüksek perdeden konuşmalara kadar yol açıyordu... , Müzakereler devam ederken, ko- misyon üyelerinin üniversitede te- mas yaptıklarını duyan gazete mu- habirleri soluğu rektörlük binasında almışlardı. Nitekim öğleden evvel bir aralık, bir gazetecinin suallerine muhatap olan Feyzioğlu saat 15.15 te basın toplantısı yapacağım söyle- miş bulunuyordu. Tabi! birisine söy- lemenin hepsinin okulağına gitmesi demek olduğunu (Feyzioğlu çoktan öğrenmişti. Bu yüzden saat henüz 15'i bul- madan gazeteciler foto muhabirle- riyle obirlikte rektörlük o binasına damladılar. Dakikalar ilerliyor, fa- kat basın toplantısı Feyzioğlu (ortada Neredeydi acaba?. ler bunu düşünmekteydiler. 15.30 oldu, komisyon üyelerinden ses - seda çıkmadı. Gazetecileri bu defa bir "görememek - konuştura- mamak" endişesi almıştı, 21