Haftanın İçinden Seyrederken... yassıadada, duruşma salonunun bana ayrılan B/168 numaralı yerinden hayatınım en ibret verici levha- larından birini seyrediyorum. Yerim, radyoya ait kapa- lı -ve mutena- mahallin tam kenarına düştüğünden sağ yanımı onun portatif duvarına dayıyorum ve diğer mes- lek arkadaşlarıma nazaran daha rahat bir vaziyette, kuş bakışı, duruşmaları takip ediyorum. İlk gün aldığım ye- rimi, niyetim, son gün terketmek. Oturduğum noktadan hâkimleri, tanıkları, sanıkları ve onların yakınlarını, avukatlarını en elverişli zaviyeden görmek mümkün. Senelerce yanlarına yaklaşılamayan gururlu insanlar ayaklarımızın dibinde, tahta sandalyaların üstündeler. Sanıklara ait o katı sıralar... Bir an, onların tadını ne kadar iyi bildiğim hatırıma geldi. Bir, mahkeme salonuna girmeyeli, oo, ne çok zaman olmuş.. Galiba, 1954 sonbaharından bu yanaki hayatı- mın adeta demirbaşı olan maceralı faalin son duruşma sahnesinin üzerinden iki buçuk yıl geçti. O celsede, şim- di şu önümde oturan adamların hâkimleri bir defa daha ve bu sefer bir sene kalmak üzere beni hapishaneye gön- derme kararlarını ye Ke Temyizin tasdiki, tevkif, mahpusluk gi , bir film seyrediyor- muşum gibi gözlerimin. m. “bütün renkleriyle can- landı. Halbuki ben, hepsini ebediyen unuttum sanıyor- dum. Hakikaten de, o taş duvarları geride bıraktığım sabahtan bu yana bir tek gün, ama bir tek gün acı ha- tıralar hafızamı yoklamamıştı bile.. Kim bilir, belki hepsi de yemden bir mahkeme salonuna girmemi bekli- yorlarmış. Bir mahkeme salonu ki dünün haksız, insaf- sız ve vicdansız hâkimleri, boyunları bükük, bütün ça- lımları uçmuş, süfli ve pejmürde, tahta sandalyeler üze- rinde bacaklarını bitiştirmiş oturuyorlar. Onları seyrediyorum. Ama, tuhaf, içimde kinin, ya da hınç çıkmış olmasının buruk lezzetinin zerresi yok. işte. Bayar. Dudağını, şişirdiği sol avurdunda dolaştırı- yor. Menderes. Elini bazen yanağına götürüyor ve mev- cut olmayan bir yarayla oynuyor. Sarola bakıyorum. İs- pat edilmiş bir muvazaanın şampiyonu Sarol. Ortaya çıkmış daha bin marifetin ağırlığı altında ezik. Bütün bir adalet mekanizmasını laçka hale getiren Hadi Tan gerilerde oturuyor. Gözlerim Hüseyin Avni Göktürkü arıyor. Haysiyetsiz hâkimleri ceza dağıtsınlar diye tâ' Temyizlerde vazifelendiren Adalet Bakanı. Yok. İlk şa- marı hemşehrileri Niğdelilerden yediği için 27 Mayısta milletvekili değil, Menderesin Milli Emniyet başkanıydı. Başka celselerde yargılanacak. Ötekiler, Kalafatlar ve Sametler, Belgeler ve Bahadırlar, bir hiyanet yuvası ba- sıyormuşçasına mecmuadaki odama kapıyı kırarak da- lan meşhur Tahkikat Komisyonunun üyeleri. Kemal Ö- zerler, Ekrem Anıtlar. Kalbimi yokluyorum. Hayır. Ki- nin, ya da hınç çıkmış olmasının buruk lezzetinin zerre- si yok. Ama, kalbimi yokluyorum. Ya merhamet, ya şef- kat, ya mağfiret ? Garip. Onları da bulamıyorum. İçim- den bir af duygusu gelmiyor. B/168 numaralı yerde, taş kesilmiş haldeyim. Sanki Merihten gelmişim. Sanki, ayaklarımın dibinde oturan, yüzleri takallüs etmiş bed- AKİS, 17 EKİM 1960 Metin TOKER bahtlar ilk defa gördüğüm, İlk defa adlarını duyduğum yaratıklar. Kalın sesli bir savcı, onların yüz kızartıcı suçlarını okurken tüylerim sâdece yaptıklarının, yapa- bildiklerinin uyandırdığı dehşet hissiyle diken diken olu- yor. Bu, kalbin değil zihnin isyanı. Kudret, 1945'den bu yana adım adım izlediğim, pek çok kimse gibi iyi niyet- lerine yirmi yaşımın bütün ateşiyle inandığım insanları ne kale getirmiş! Gözlerim onlardan hâkimlere çevrili- yor. Benim, onların şimdi oturduğu sıralarda otururken karşımda gördüğüm hâkimlerden bambaşka telâkkilere sahip, hak ve adalet dolu siyah cüppelilere.. Bilmiyo- rum, duruşmaların havası sonuna kadar böyle gidecek mi.. Giderse -gitmemesi İçin biç bir sebep, gitmeyeceği- ne dair hiç bir emare yok- karar ilâhi adaletin insanlar eliyle gerçekleştirilebilecek eh yakın tecellisi olacak. Ne kin ve hınç, ne de merhamet. Bana öyle geliyor ki bu milletin menfaati bu duruşmaların böyle seyrini gerektiriyor. Eğer kin ve hınç ruhlara hâkim olsaydı bir kaç günden beri kuşbakışı seyrettiğim şu kelleler bir kılıç darbesiyle omuzlardan ayırılabilirdi ve hesaplarını sormak hiç kimsenin hatırına gelmezdi. Çok çekildiği muhakkaktır. En çok çekenler dahi kendilerini adına intkam denen o ejderin pençelerinden kurtarabiliyor- larsa, bu herkes için kabil demektir. Burunlara kan ko- kusu dolmasına lüzum yoktur. Canhıraş çığlıklar atarak İsteri nöbetlerine tutulmak faydasızdır. Hele mutlaka kelle istemek, öylesine vakur davranan hâkimleri hiç tanımamakla birdir. Buğundan urganlar hazırlamak işgüzarlığın ta kendisidir. Hâkimler suça ceza verecek- lerdir. Suçlulara değil. Suça ceza vereceklerdir. Kendilerim bir başka ej- dere, merhamete de kaptırmaksızın. Müşfik değil, adil olacaklardır. Şahıslarla alâkalı meselelerde gömümüze göre davranmak hakkımızdır. Ama millet adına adalet dağıtımıyla vazifelendirildik mi, bu hak derhal yok olur. İtiraf ederim ki ben sanıkları seyrederken kıpırdamayan kalbim, gözlerim onların gözleri yaşlı yakınlarına, eşle- rine ve analarına, çocuklarına ve kardeşlerine çevrildi- ğinde hiç ses vermiyor sayılamaz. Bu sesi susturmak için gözlerimi sıkısıkıya kapıyor, babalarını ancak ha- pishanede kucaklayan kızlarımı, bir kocanın şefkatin- den mahrum, iki defa loğusa yatağında hıçkıra hıçkıra ağlayan karımı beyhude düşünüyorum. Heyhat! Gene de sözlerimi o bedbaht zümreden ayırıyor, onların saa- detiyle beraber topyekün koca bir milletin saadetini hi- çe sayan alçak zümreye döndürüyorum. İşte ancak o zamandır ki, her şey silinip hâkimler heyetinin benim taraf una isabet eden köşesindeki albayrak sahneye hâ- kim olduğunda, eğer bu topraklar üzerinde yaşayan ve yasayacak insanların, kızlarımızın ve karılarımızın me- sut olmalarını istiyorsak tek çârenin adaletin tecellisin- den ibaret bulunduğunu görüyorum, anlıyorum. e hıncın, ne merhametin çukuruna düşme- den tecelli edecek bir adalet. İşte, B/168 numaralı ye- rimden bir kaç gindir kalbimin bütün samimiyetiyle yükselttiğim tek temen