ti Mecliste de ipsiz sapsız konuşma larıylâ tanınan düşük, ancak avukat susunca okonuşabildi. O da şükran arzediyordu. Sonra, "moralman çok bozuk durumdayız" dedi. Bunu telâfi için, "hiç olmazsa muhterem Türk iznin verildiğini sandığını söyleyince düşükler hep birlikte ve Meclisteki tutumlarını hatırlatır şekilde red gösterisi yaptılar. Ortalık gürültüye guldu. Erataman savunmalarını hazırlıyabilmek için Türk kanunları- nı istiyor, Meclis zabıtlarını istiyor, Grup zabıtlarını istiyor, hattâ dünya kanunlarını istiyordu. . Başkan, bun- lar hakkında karar verileceğini bil- direrek çekilmesini söyledi. Fakat bir mikrofon görmek düşük millet- vekillerini âdeta cezbe haline sok- muştu. Sanki, mikrofon hastalığı nüksetmişti. Zeki Eratamandan son- ra Hüseyin Ortakçıoğlunun söz iste- diği görüldü. Onu Necmeddin Önder takip etti. Arkadan Osman Turan mikrofon başına geldi. Biraz sonra Mahmut Güçbilmez ortaya fırladı. Celâl Yardımcı ve nihayet Adnan Menderes! Düşük Başbakanın şikâ- yeti, bütün bu tehacümü izah etti: Konuşma fırsatı bulamıyordu, Allah lilâh aşkına konussundu.. Düşüklerin her birinin derdi baş- kaydı. Hüseyin Ortakçı oğlu -meşhut Tahkikat Komisyonunun kurulması için kanun teklif yapan üç kahra- mandan biri sâdece Adalet Divanı na şükranını bildirmedi, “yeni ikti- dar" için de hayır duaları etti,, par- lak temennilerde bulundu. Bu arada kendilerinin Anayasayı ihlâl etmek- le suçlandırıldıklarını, bu bakımdan yargılanmalarının tabii (olduğunu söyledi ki herkes (o-düşükler dahil- gülmeye başladı. Bu arada Bayarla Ağaoğlu da tebessümler ettiler. Nec- meddin Önder ise kararnamedeki bir maddi hatayı düzeltti. Ama en sıkı, Osman Turanın müdahalesiydi. E- fendim, kendisinin anladığına, göre Yüksek Soruşturma Kurulu kendisi hakkında lüzum-u muhakeme değil, men'i muhakeme kararı vermişti. O gitsindi. Başkan talebi evvelâ hayretle dinle- di, Sonra "Yok öyle şey" diye düşük milletvekilini tersledi. Menderesin avukatlarının talep- leri hakkında başsavcı fikrini söyle- diğinde Burhan Apaydın pek mem- nun olmadı. Başsavcı bir bakıma genç avukatın müvekkiliyle uzun gö- rüşme arzusunu yerinde buluyordu. Öyle ya adam, meramını, koca Diva- na ancak kocaman nutuk vermek su- retiyle anlatabiliyordu. Böyle olunca müvekkilini nasıl anlayacak, derdini AKİS, 17 EKİM 1960 ona nasıl nakledecekti ? Apaydının, yerinden şiddetle ayağa fırladığı gö- rüldü. Cevap verecekti, cevap vere- cekti.. Başkan kendisini teskin etti ve Menderesin avukatı omikrofonun başına geldi. Başsavcıdan şikâyeti vardı. Ama şikâyeti daha geniş çap- taydı. Radyoda taraflı neşriyat ya- pılıyordu. -Evet, bunu Menderesin avukatı söylüyordu-. Halbuki radyo tarafsız bir devlet müessesesiydi. -Bunu da Menderesin avukatı söylü yordu- Orada bir "Yâssıada Saati vardı Hiç şüphe yok Başsavcı o neş- riyatın tesiri altında kalmış ve ken disine insafsızca hücum etmişti. Bur han Apaydın Yüksek Adalet Divanı- nın radyo hakkında karar almasını ve "Yassıada Saati"nin bandlarının celbini istiyordu. Başkan "Peki, pe- ki" diyerek başını salladı. Bu da avu- YURTTA OLUP BİTENLER kastediyorsa omeselâ gazeteciler o evirde sâdece silâhlı jandarmalar tarafından değil, üstelik elleri kelep- celi hâlde mahkemelere sevkediliyör- lardı. Gene devirde, bırakınız mahkemeleri, yollarda Muhalefet li- derlerinin önüne silâhlı iktidar eşkı- yaları çıkarılıyordu. oOBuna rağmen Yardımcının avukatı, o fütursuz de- vam etti. Müvekkili ihtilâttan men edilmiş değildi. beri eşinin, çocuklarının yüzünü ğö- rememişti. Bu, bir moral çöküntüye yol açmıştı Sonra, neydi bu düşük lerin -o, düşük demedi, sanık dedi- etrafını kuşatan silâhlı askerler? İn- sanda maneviyat mı, savunma gücü mü kalırdı? Başkan derhal bir karar almalı, silâhlı muhafızları salondan çıkarmalı, ancak ondan sonra duruş- maya başlanılmalıydı. Adaletin ü- Menderes ifadesini imzalıyor Bu adam bir zamanlar başbakandı!.. katların talepleri arasına girecek ve bir karar verilecekti. Silâhların gölgesi üşükler ve avukatları, o kendileri vermedikleri (oOiçin o bilmedikleri, tahmin etmedikleri bu serbestlik ha- vasından adamakıllı sarhoş olmuş- lardı. Avukat mikrofonunda Apaydı- nı Orhan Arsal takip etti. Orhan Arsal Celal oYardımcıyı tenisi) edi- yordu. Çok müsait ses tonuyla hissi ve heyecanlı bir konuşma yaptı. "Ce- lâl" kendisinin çok eski arkadaşıydı. "Celâl"i iyi tanırdı, savunmasını O yüzden almıştı. Yüksek Divanın bir noktada dikkatini çekmeyi vazife biliyordu. Yardımcının yardımcısı: — Biz, mahkemelerde silâh gör- meye alışık değiliz" dedi. "Biz"den kimi kastettiği pek İyi anlaşılamadı. Eğer düşük iktidarı zerinde gölge vardı Bu, kalırılma- lıydı. Orhan Arsalın ateşli, fakat ipe sapa gelmez konuşması eski Grubu azalarını, hattâ düşük ailele- rini coşturmuştu. D.P. milletvekille- rinin bayıldığı ve tesiri altında kal- dığı konuşmalar zaten bu neviden nutuklar değil miydi ve bunların hâ- rikalarını kendilerine (o Menderes at- maz mıydı?. Ancak Celâl Yardımcı kendisini çabuk topladı. Söz istedi ve iki tarafına sallanarak sanık mikro- fonuna geldi. Avukatı, kendisini çok sevdiğinden ve ıstırabını anladığın- dan böyle fevri konuşmuştu. Kendi- si, Celâl Yardımcı, eşi ve çocukları için yaşayan bir insandı. uzak bulunmanın acısı elbette ki bü- yüktü. Fakat halinden bir şikâyeti yoktu ve duruşmaların silâhlı asker- 15