YURTTA OLUP BİTENLER Düşük kabine sofrada Ye babam, yel. yoksa hakikaten bir kaç tahtası mı eksikti, hiç kimse anlayamadı. Salona giriş esnasında bâzı mil- letvekilleri nazarı (odikkati çektiler. Eski gazeteci Mekki Sait Esen gülü- yor, basın mensuplarına göz kırpı- yordu. Çıkarken de sabık meslekdaş- larını başıyla selâmladı. Burhan Bel- ge başıyla da yetinmedi, elindeki ka- rarnameyi salladı. Ama, "Sahibinin Sesi" hakikaten çökmüştü. Rahat bir hayatı ideal bilerek en süfli işleri gönüllü yüklenen Belge için Yassıa- da hayatı çekilir dert değildi. Başka bir cakalı, yakışıklı kadın milletve- kili Nazlı Tlabar oldu. Tlabar pek efe tavırla salona girdi, iki tarafına sallanarak yerine oturdu. Sanki dün- yaya metelik vermiyordu. Mendere- sin silâhşörlerinden Osman Kavrak- oğlu da çalımını muhafaza edenler arasındaydı. Buna mukabil C.H.P. den son dakikada D.P. ye transfer olan ve bir "İnönü mütehassısı" ola- rak Menderese parlaklığı aşikâr tel- kinlerde oObulunan Atıf Topaloglu yanlış ata oynamanın hüsranıyla bi- tik haldeydi. Kader İzmirin dilber milletvekili Nuriye (Pınar ile fazla hususi bâzı müesseseler işletmekte ih tisası bulunan Rauf Onursalı yanya- na getirmişti. Ama asıl kaderin oyu- nuna gelen Kasım Küfreviydi. Ağrı milletvekili cuma günü Yassıadada bulunmaktan çok, iki ideal arkadaşı arasına oturmak o sorunda kalışına yandı. Solunda otantik eşkiya Halis Öztürk, sağında ise.. Evet sağında, meşhur Murat Ali Ülgen vardı. Ben cet Uzun saçları bembeyazdı. Sıhhat- te görünüyordu, fakat herkesten bile bedbaht yüzü vardı. Bayarın damadı ve talihsiz Nilüfer Gürsoyun eşi Ah- met İhsan Gürsoy diplerde bir yerde, 10 püraıhhat, şık bir gri elbise giymiş olarak oturuyordu. Kollarını kavuş- turmuştu. Etrafın seyrediyordu. Yas sıadanın yaramış bulunduğu kimse- lerden bir diğeri Osman Kapanı idi. içki ve sefahat imkânı kaybolduğun- dan biraz zayıflamış, yağlarını erit- miş, gençleşmişti. Sezai Akdağa ge- lince, salona cakasız girdi, çalımlı çıktı. Milletvekillerinin bir kısmı bıyık salıvermişti: Sadık Giz, Himmet Ölç- men, Baha Akşit, Basri Aktaş.. Sadık Gizin pek süfli bir hali vardı. Aktaş üzüntülü görünüyordu. Bitmiş bir Muammer oÇavuşoğluydu. bir iskelet okafasını andırı- yordu. Dert kaynakları uma günü, Yassıadanın eski Jim- nastik salonunu davetlilere ayrıl- mış tribünün tepesinden seyredenler önlerine serilen manzarayı eski Mec- lisin alışılagelmiş manzarasıyla kı- yaslamaktan kendilerini alamadılar. Gerçi dekor çok farklıydı. Ama ak- törler, hattâ aktrisler aynıydı. Dü- şüklerin aileleri, zamanla- rında yakınlarını Üzere Meclise geldikleri gibi o Yassıadaya da gelmişlerdi. Yalnız, o zaman bir operet oynanır ve şık, güzel hanım- lar bu oyunda rol alırlarken repertu- varını bu defaki piyesi bir trajediy- di ve boyasız, teravetlerini kaybet- çirkinlesmiş Hakikaten, İrtibat Bürosu sanık ai- lelerine salonun dip kısmını ayırmış- tı. Düşükler, Mecliste yaptıkları gibi, arkalarına dönüp dönüp tanıdıkla- rıyla selâmlaştılar, işaretlettiler. Bir farkla: an gülerlerdi, şimdi ağlaştıtar. Dikkati çekenlerin kan hanımları, Harika Yardımcı başında Ba- onların da başında geliyordu o Düşük eşi açık lâcivert' ekose bir tayyör giymişti. Ceketinin altında pembeye kaçan beyaz bluz . Uzaktan bakıldığında, bir za- manki Ankara sosyetesinin bu cazip mensubunun değişmediği o sanılıyor- du. Harika Yardımcı ancak yakın- dan görüldüğünde köprülerin altın- dan bol su aktığı anlaşılıyordu. Ga- liba aynı kalan, güzel (saçlarından ibaretti. Onlar renklerini ve parlak- lıklarını muhafaza ediyorlardı. Sey- redilen bir başkası, Hayrettin Erk- menin genç eşi Munire Erkmen ol- du, O da siyah bir tayyör giymişti ve o da hayli bozulmuştu. Lütfi Kırda- rın eşi olan ve her devir büyüğüne mensubiyet keşfetmekte mahir bulu- nan Hayriye Kırdar kocası kadar pe- rişandı. Mavi bir tayyör o giymişti. Boyasız, gözleri yaşlı bir eş Mukad- der Berkti. Tevfik İlerinin kızı Cahi- de İleriyi gençliği kurtarıyordu. Ko- raltanın kızı ve düşük Balıkesir mil- letvekili Halük oTimurtaşın eşi Ay- han Timurtaş fıstıki elbisesi içinde -gövde olarak- babası kadar muhte- şem görünüyordu. Vinileks şirketine ait mektuplarda kendisinden "Bira- der bey" diye bahsedilen Hüseyin Polatkan ağabeysini seyre gelmişti. Hanımlar önce, kendilerine ayrıl- mış sıralardaydılar. Düşükler salona girdiklerinde, eşlerini veya yakınla- rını daha iyi görebilmek için evvelâ bir kaç sıra üste, sonra en tepedeki sıraya yerleştiler ve (o duruşmaların İleri düşünüyor Akibetini mi ? AKİS, 17 EKİM 1960