Haftanın İçinden Bir Inanç Jpkılâp hareketinden bu yana Türkiyede cereyan eden en alâka çekici hâdise, bu hareketi fikren ve fiilen ha- zırlayıp gerçekleştirenlerin iki ana görüş etrafında bir- birlerinden ayrılmış olmalarıdır. Ayrılık, seçimlerin ta- rihi mevzuunda hiç bir şüpheye yer bırakmayacak tarz- da ortaya çıkmış, Türkiyenin iyiliğinin nerede bulundu- ğu noktasında iki ceryanın varlığını belli etmiştir. Se- çimlerin tarihi aslında bir semboldür. Sembolün arka- sında yatan mesele, bu memleketin dertlerinin hangi yoldan halledilebileceği hususunun tayinidir. Demokra- sinin en uygun vasıta olduğu kanaatini muhafaza eden- ler seçimlerin kısa zamanda yapılması fikri etrafında birleşmişlerdir. Bir namuslu ve aydın, fakat otoriter as- keri idarenin ilk bakışta sahip göründüğü geniş imkân- ların Türkiyede lüzumlu bünye değişikliğinin müstes- na fırsatını teşkil ettiğine inananlar seçimler İçin acele edilmemesini istemektedirler. İhtilâl sonralarının daima yarattığı bulanık hava içinde, böyle bir görüş ayrılığı belirince iyiniyet sahibi olmayanların taraflardan birine veya ötekine yanaşma- larını, tartışmayı soysuzlaştırmak maksadıyla gayret sarfetmelerini tabii karşılamak gerekir. Bizdeki manza- ranın da bu neviden bir parçası bulunduğunu görmemek imkânsızdır. "Aman seçimleri geciktirmeyelim" diye yükseltilen her feryadın demokratik rejime inançtan gelmediği, bazılarının bugünkü ideal sahibi idarecilere leke sürmek maksadı taşıdığı aşikârdır. Eski şakşakçı- ların da bir gecede "Mili Birlikçi* kesilip yeni idareyi seçimleri geciktirmeye teşvik etmeleri, aksi fikri savu- nanları ihtirasla suçlandırmaları çocukların bile sezebi- lecekleri basit bir taktiktir. Ancak, bunların dışında, iyi sahiplerinin 1960 yılının ortası da, Türkiyenin demokra- tik nizama girişinden onbeş sene sonra bu derece zıt iki istikamette vasiyet almalarında insanı şaşırtıcı bir nok- ta vardır. Demokrasi, elbette ki kusursuz ve müşkülsüz bir rejim değildir. Demokrasinin bir hazır elbise gibi her vücuda geçirilmesine imkân bulunmadığı da doğrudur. Belirli bir seviyeye erişmemiş cemiyetlerin demokrasiye nazaran otoriter idareler altında daha süratli gelişme kaydettiği son senelerin açık hakikatidir. Nitekim bu seviyeye erişmek için elzem inkılâplar, reformlar aydın ve iyi niyetli bir şefin mutlak hakimiyeti sayesinde mümkün hale gelmektedir. Güney Doğu Asyada, Afri- kada, hattâ Orta Doğuda bir çok memlekette demokra- siye geçmeden önce böyle bir devre lüzum hissedilmesi hep bu sebeblerden dolayıdır. Ancak Türkiyeyi, Türk cemiyetini hâlâ bir vasiye muhtaç halde sanmak, bir yolda onbeş yıl yürüdükten sonra "bizim daha yiyecek on fırın ekmeğimiz varmış" tarzında karamsar bir dü- şünceye kapılarak hareket noktasının ötesine dönmeye kalkışmak realiteden uzaklaşmaktır. Bütün zorluklara, duraklamalara, hattâ zaman zaman kaydedilen geri adımlara rağmen Türk cemiyetinin 1945 ten bu yana tarihin büyük ilerlemelerinden birini kaydettiği muhak- kaktır. Sadece 27 Nisan ile 27 Mayıs arasında genciyle ve yaşlısıyla, siviliyle ve askeriyle bütün bir aydın sını- fın hayatını küçümseyerek sokaklarda hürriyet savaşı- na giriştiğini unutursak vaziyete doğru teşhis koymuş AKİS,20 TEMMUZ 1960 Meselesi Metin TOKER sayılamayız. Türkiye Cumhuriyeti bütün dertlerini, me- selelerini demokratik sistem içinde halledebilecek olgun- luğa erişmiştir. 27 Mayıs hareketinin mucip sebebi ve ona meşrui- yetini sağlayan fikir temeli o sabah radyolardan Türk Silahlı Kuvvetleri adına ilân olunmuştur. Hareket, de- mokrasi oyununun kaidelerine uymama ve rejimi de- ğiştirme niyetlerini fiiliyat sahasına koymuş, böylece meşruiyet dışına çıkmış bir idareye karşı yapılmıştır. Demokrasi oyununun kaidesi, milli iradenin siyasi parti- ler arasında eşit şartlar altında cereyan edecek bir se- çim sonunda tecelli etmesidir. D.P. idarecileri bu kaide- yi tahribe kalkıştıkları, dürüst bir seçimin imkânlarını yok ettikleri için devrilmişlerdir. Yoksa o sabah hiç kim- se memleket meselelerinin, geçici de kalsa, demokratik vasıf taşımayan bir idare tarafından halledilmesi gerek- tiği fikrini hatırına getirmiyor, bilâkis demokrasiyi iş- leyen bir müessese haline sokmanın endişesi içinde bu- lunuyordu. Otoriter idare hasreti bazı zihinlerde -bazı aydın, makbul, hattâ ilmi zihinlerde sonradan filizlen- miş, on yıllık bir pis iktidar devrinin reaksiyonu olarak can kurtaran simidi gibi görünmüştür. Böyle bir reaksi- yonun başka bir takım otoriter idarelerin temel taşı va- zifesini gördüğü, aynı aydın, makbul, hattâ ilmi çevre- lerin Birinci Dünya Harbi sonrasının karışıklıklarını takiben İtalyada veya Almanyada disiplin şampiyonu kesildikleri hep hatırlardadır. Eğer son on yıl boşuna geçtiyse, bu demokrasinin işlemesi değil, işlememesi neticesidir. Nitekim ondan ev- velki beş yılda normal bir devlet mekanizmasının kurul- ması yoluna sapılmıştı ve bir heyet olarak sayın Günal- tayın kabinesi demokratik nizam içinde kalkınmanın, gelişmenin imkânlarını pek âlâ hazırlamıştı. 1950 yılın- da vazifeyi bu heyetten devralan ilk D.P. hükümetinin bir Bakanı sıfatıyla sayın Fahri Belenin bugünlerde yaptığı açıklamaları okumak istifadeli olmaktadır. Sa- yın General şunları yazmaktadır: "Halk Partisi iktida- rından teslim aldığım Nafia Vekâleti plânlı bir çalışma yoluna girmişti. Demiryollarına verilen ehemmiyet ma- lumdur. Karayollarının da dokuz senelik programı var- dı. Köy yolları ve suları için de ilk adımlar atılmıştı. Trabzon, Zonguldak limanları yapılmakta idi. Diğer mü- him limanlar üzerinde etüdlere başlamıştı... "Yalnız Ba- yındırlıkta değil, Eğitimde, Sağlıkta, Ulaştırmada, Sa- nayide vaziyet hep aynıydı. Türkiyede zıplama devri kapanmış, yürüme devri açılmıştı. Talihsizliğimiz 1950 de başımıza hükümet sandığımız bir çetenin geçmiş ol- masından ibarettir. "Demokrasi Türkiyede yürür mü, yürümez mi?" münakaşası bundan onbeş yıl önce yapılmış, karara bağ- lanmış, bütün güçlüklere rağmen kararın tatbikatı mil- letimize sadece şeref vermiştir. Şimdi, yeniden bir "Su- tumdur ve doğrusu istenilirse fazla bir başarı şansı da yoktur. Zira, hevesliler bir esas noktada yanılıyorlar: Mili Birlik Komitesinin sayın üyeleri güdümlü demok- rasinin değil, demokrasinin aşıklarıdır ve yıktıkları Menderesin aksine milletimizi bu iş için gerekli olgun- lukta görmektedirler.