YURTTA OLUP BİTENLER milyarlardı. Nöbetteki askerlere he- men hemen bütün kadro Harbiye ve Yedek Subay talebelerindendi- evler- den ayranlar, sürahi sürahi sular, pastalar, yemişler taşınıyordu. Yaş- lı bir kadın bir eliyle gözyaşlarını si- lerek levent boylu, sarışın, gepgenç bir Harbokulu öğrencisinin sırtını sıvazlıyor, sonra kendi elcağızı ile yaptığı ayranı ona uzatıyordu. Yaş- lı gözleri pırıl pırıl parlıyordu. İhti- yar kadının yaşlı gözlerinin içi mut- luluk doluydu. "Al evlâdım, diyordu, al benim aslan yavrum, al benim yi- ğit çocuğum, elimle yaptım. İç! Yo- rulmuşsundur. Al benim yiğitten. Al- lah sizi memlekete bağışlasın yavru- cuğum. Allah sizden kumandan- larınızdan razı olsun evlâdım. Kur- tardınız bizi!" Levent boylu, sarışın, yiğit o Harbiye talebesinin alnında, tıkları Oo çiçeklerle (o doldurulmuştu. Mermi çıkacak namlu ağzın- da bahar çiçekleri! Bunlar sanki çi- çek değil, bütün bir milletin yediden yetmişe yürekleriydi. o Hürriyet aş- kıyla çırpınıp duran, insanca yaşa- maya yüzde yüz hak kazanmış, asil ve büyük bir milletin topyekun ve aynı gaye için çarpan yüreklerinin çiçeklenişiydi sanki! Saat onaltıda Ankaralılara soka- ga çıkma serbestisi verilince, yedi- den yetmişe bütün Ankaralılar so- kaklara doldular. Bu gerçek görüle- cek bir manzaraydı. "Baba ekmeği yiyen bir avuç mektep çocuğu", "ser- gerde" diye tarif edilen kütlenin ne olduğu, avuçlara sığmayacak ölçüde- ki büyüklüğü ve ihtişamı göz kamaş- tıracak şekildeydi. Cebecide yapılan nümayiş Kuvvet namuslu ter damlacıkları birikmişti. Hiç yorgun değildi. Dimdikti. Gözle- rinden alevler saçıyordu sanki. İhti- yar kadının sözleri, ter damlaları ka- dar namusta yaşlarla gözlerini dol- durdu. Yaptığı işin önemini, büyüklü- günü, yüceliğini, işte burada, bu yet- misini bulmuş ihtiyar kadının sözle- riyle daha da derinden anlıyordu. Mutluluğu sonsuzlaşıyordu. "Sağol büyükannem!" "Siz, asıl siz sağolun evlâtlarını. Asıl siz sağolun ki bu memleket yaşasın! Ben daha yaşa- sam da ne olacak ki.. Ama siz! Siz- ler." "Nazik İhtilâl" Kızılay semtinde durum daha başka türlü değildi. Öldürücü kurşunla- kek Ankaralıların kucak kucak at- birlikten doğar Lozan meydanındaki Atatürk A- nıtının önünde eller üstünde havaya kaldırılan bir binbaşı, binlerin yap- tığı ernsalsiz ısrar karşısında konu- şuyordu: "Ordu ve halk diye iki ay- rı grup yoktur! Siz ordusunuz. Biz sizden bir parçayız. Atatürkün izin- de yürüyen, Atatürk devrimlerine inanmış bir kütleyiz. Sizin hizmeti- nizdeyiz. Biz, bize düşeni yaptık!" Bu büyük bir tevazu içinde yapıl- mış olan kısa konuşma, Atatürk a- nıtını çevrelemiş binlerce kişiyi bir anda çılgınca amy yer gök al- kışdan inliyordu Askeri birliklerin geçişleri her seferinde ardı kesilmeyen sevgi gös- terileriyle (karşılanıyordu. o Görevli- lerin halkın trafiği aksatmaması için aldıkları tedbirlerdeki anlayış da gö- rülmüş, işitilmiş şeylerden değildi. Onbinlerce kişinin bu rakam uydu- rulmuş rakam değildir. Devşirme ka- labalık sayısı az değildir. Kızılay Meydanından Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi önüne kadar her santimet- re kareyi doldurmuş olmasına rağ- men itilen, tartaklanan, coplanan yumruklanan tek kişi yoktu. Bütün bu kesif kalabalığa rağmen askeri vasıtalar yol alabiliyor, vazife göre- biliyorlardı. Bu ölçüde bir kalabalığa rağmen, tek kişinin burnunun kana- maması, trafiğin kapanmamasında elbette bir sır vardı. Bu sır, Ordu ile halk arasındaki sevgiye, güvene da- yanan kaynaşmaydı. Yolu açmakla görevli olanlar halkın üzerine copla süngüyle, dipçikle, tekme, yumruk ve küfürle yürümüyor, sadece rica ediyordu: "Lütfen biraz geri çekilir mi nisiniz arkadaşlar? Vasıtaların geç- mesine imkân verelim. Mümkün ol- duğu kadar kaldırımlardan yola in- şan binlerce kişi, bu insanca muame- leyi sevgiyle karşılıyor, bir anda yol açılıveriyordu. "Lütfen.. rica ede- rim.." Bütün sözler "lütfen" le baş- lıyor "rica ederim"le bitiyordu. Halk, o coşan, kabaran halk bu incelik kar- şısında aynı! şekilde hareket ediyor- du. Denebilir ki, bugüne kadar,böy- lesine oObüyük kütlelerin toplandığı bir sırada halkla emniyeti ve nizamı muhafazaya memur olanlar arasında böyle bir anlaşma ve dayanışma gö- rülmemiştir. Olayların içinde insan selinin or- talık bir yerinde gösterilere katılan ortayaşlı, mütevazı giyimli biri, ya- nındaki arkadaşına bu manzara kar- şısında şöyle diyordu: "Bu nazik muamele tarzına bak, birader ! Görülmüş şey mi ? Bu hareketin adını ben koydum: Nazik Sonu gelmeyen "Ya ya ya, Şa şa şa"lar Kızılaydaki İş Bankası önünde iki kadın, işte o kalabalık içinde bir- den bire karşılaştılar. Arkadaş ol- dukları belliydi. (o Biri beyaz çiçekli yazlık bir elbise giymişti. Sarı saçlı, orta yaşlıydı. Karşıdan gelen ondan biraz daha gençti. Etek bluz giymiş- ti. Bir anda sarmaş dolaş oldular. Kendilerini unuturcasına haykırışı- yorlar, öpüşüyorlar, '"ağlaşıyorlardı. "Kurtulduk!" diye bağırıyorlardı. "Hürriyet ne güzel şeymiş" Sonra ikisi birden kalabalık seline katılıp "Ya yaya, Şa şa şa, Türk Ordusu çok yaşa!" avazeleriyle (koşarak kayboldular. Aylardır, hattâ yıllardanberi An- kara halkının gülmeyen yüzü ilk de- fa olarak gülüyordu. Onbinlerce ki- si semt semt, yılların biriktirdiği, sı- AKİS 30 MAYIS 1960