nefes tüketiyorlardı.Luzümsuz kınlık yapıyorlar, taş- kanuna aykırı ha- reket ediyorlardı. Kanun dediği veya kanun diye vasıflandırdığı omeşhur Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri ka- nunuydu. Bunu bir Anayasa profö- sörü söylüyordu! Ancak talebeler Bülent Nuriye pek fazla kızmadılar. Hocalarının devrin Başbakanı Adnan Menderesin mumi vekili (o oldu- gunu biliyorlardı. Sadece, büyük meblağlar ödiyerek satın aldıkları Bülent Nuri Esen tarafından yazılan Anayasa kitabından dem vurdular ve: " —-Hoca kitabında yazdığın gibi konuş" diye bağırdılar. Bülent Nuri- nin nasihatları para etmemişti. Esa- sen Vali Dilaver Argunla Emniyet Umum Müdürü Cemal Göktanın da sabrı tükenmişti. Bu isi bitirmek üç beş çocuğu susturmak lazımdı. Ana- asa profesörünün içeri girmesini beklediler. Bülent Nuri gözden kay- bolur kaybolmaz atlı polislere işaret verildi OYirmiye yakın atlı talebele- rin üzerine yürüdü Hukuklular rek- rar içeri kaçmağa başladılar Ne ça- re ki atlar insanlardan hızlı koşuyor- du. Hemen oracıkta bir kız. bir de erkek talebe atlı polislerin ayakları altında eziliverdi. o Yaralılarım alan talebeler içeri çekildiler. Bu arada ananevi cop ziyafeti başlamıştı. Tanınmak korkusu... Nasıl oOkoskocaman bir fiil (oufacık bir fare zıvanadan çıkarır ve kor- kutursa, bu coplu kahramanları da bir şey nedense pek ürkütüyordu: Fotoğraf makinesi... fotoğ- raf makinesini farketmeye görsün- ler, bir şahin gibi üzerine atılıyor, kırmak İçin ne mümkünse yapıyor- lardı. Bu defa da öyle oldu. Hâdise mahalline atlı polislerden daha erken gelen gazetelerin foto muhabirleri derhal çalışmağa başladılar. Aman, aman.. Polisleri bir görmeliydi Ta- lebeleri bırakmışlardı. o Gazetecilerin üzerine atılmışlar, ellerinden maki- nelerini almışlar ve coplarım bir fi- rıldak gibi döndürmeğe başlamışlar- dı. Gerçi gazeteciler cop ziyafetine şerbetliydiler. Cop denilen aleti son i . Şek- şemailini, gördüğü vazifeyi bil- mekteydiler. Ama bu seferki diğerle» rine benzemiyordu. Ziyafet sahibi, mönüyü pek itinayla hazırlamıştı. Evvelâ genç foto muhabiri Tun- cer Tuğcu nasibini aldı. Tuğcu İkinci defa deklanşöre basmıştı ki kafasına inen bir copla sersemledi. Kısa za- manda kendine geldi. Toparlandı, üçüncü defa makinesini kaldırdı. A- ma fotoğraf çekmenin imkânı yoktu AKİS, 30 MAYIS 1960 Millet bütün Bir ikinci, bir üçüncü darbe Tuğcuyu yere yıktı. Elinden makineci alındı Derdest edilerek avını bekleyen meş- hur gri kamyonete götürüldü o Tun- cerin yanında Dünya Gazetesinden Selçuk Altan bulunuyordu Genç ga- zeteci, arkadaşının durumunu gör- müş ve müdahale etmek istemişti. Polisin birine nezaketle diyordu ki: "— Yapmayın, arkadaş gazeteci- dir. Hemde..." Genç gazeteci sözünü tamamlaya- madı. Kasıklarına yediği bir tekmey- le iki büklüm oldu. Kıvrıldığı yerden "Ben de gazeteciyim" diyecek oldu. Vayyy, demek bu da gazeteciydi ha.. İki büklüm Selçuk ense kökünde co- pun buruk acısını hissetti. Kendini kaybeder gibi oldu. Kalkıp kaçmak istedi. Ne mümkün.. Üç - beş cop darbesi ve bir kaç yumruk, sonra a- yaklarının yerden kesilmesi.. Gri ca- navar, kurbanlarından birini daha uttu. Üçüncü gazeteci, arkadaşları arasında böyle (o hâdiselere karışma- yan, sessizliği ile tanınmış Muammer Tavlaktı. Tavlağın suçu diğerlerin- tün hâdiseyi içine alan bir resim çekmeğe kalkmıştı. genç Üniversitelilere Sabık Başbakan muhafaza altında insafsızca vul YURTTA OLUP BİTENLER barikatları o aşar havaya fırlattı. Sonra fotoğraf ma- kimasını o elinden aldı. Üzerinde biraz Rock and roll yaptıktan sonra. polis arkadaşları tarafından iyice döğül- müş olan Tavlakın üzerine yürüdü. Dişlerinin mühim bir kısmı kırılmış olan genç gazetecii kaçmağa çalıştıy- sa da fayda etmedi. Vücudunun her tarafına polisin meşhur damgasını vurularak gri otomobile atıldı. Sizi vuracağız... Gazetecilerin çilesi o burada dolma mıştı.. Gri otomobil hareket etti. Selçuk Altan herşeye rağmen ne- reye götürüldüklerini öğrenmek is- tedi. Verilen cevap bir insanın kalbi- ni durduracak kadar korkunçtu: "— Bize vur emri verdiler.. Sizi kursuna dizeceğiz.." Vur emrini ve- ren o günlerin meşhur Örfi İdare ku- mandam Namık Argüç idi.. Tavlak bu sözü duyar duymaz arkasından koparılan feryatlara aldırmadan 80 kilometre hızla giden oton kendini aşağı attı. Sürüne sürüne ara sokaklardan birine girdi. Evine var- ması mucize oldu. Ama Taylakı dok- orlar ancak bir haftada kendine ge- panaromik iyebidilr “L Devlet kuşu Tuncer Tuğcunun ba- ran bütün polisi içine alan bir resim $ina vurmuştu. Örfi İdareye götürül- Nasıl ve nereden geldiğini anlaya madiği bir copla, esasen ufak ü. Bir müddet alıkonduktan sonra tefek Namık Argüçün karşısına çıkarıldı. olan Taylak yere yuvarlandı. Gizli. Argüç genç gazeteciyi ömrü boyun- lerinin kırılmasından korktuğu adeta yalvardı: "— Vurmayın yahu.. rim kırılacak simdi" manın.. Demek gözlükleri lacaktı ha. Bir el pek nazik olmayan hareketle Taylağın altın çerçeveli gözlüklerini gözünden aldı. Çamaşır sıkar gibi, büktü büktü ve toz hali- ne gelen camları bir kon/et halinde için * Gözlükle kırı- ca unutamayacağı bir hatırayla örfi idare oOkumandanlığından salıverdi. "Bin nasihatdansa bir kötek" darbı- meseline uyarak oTuğcunun, yüzüne elli bir tokat vurmuştu. Bitik ir halde olan Tuğcu bu tokadın te siriyle yere yıkıldı. Salon Konkurhipikleri. Gazetecileri götüren gri (otomobil maceralı seyahatine devam eder- 19