Budakoğlunun Verdiği Ders dalet Bakanı, hakim teminatı bahsinde fikrini söyledi: Teminatın, ha- imin vicdanında olması gerekir! Budakoğlu mevzuatı da izah etti: Bugün Hakimler Kanunu muvacehesinde 60 liralık kadro iktisap etmiş olan hakimler teminatlı hakim sınıfına girerler, bir hakim ise yedi sene- hakimin yirmiüç sene sonra hakkında meşhur "39. madde"nin tatbik edi- leceği endişesiyle kendisine kanunen verilmiş vazifeleri yaparken vicdani kanaatinden ayrılabileceğini ve dolayısıyla teminattan mahrum bulun- duğunu iddia etmek mümkün değildir. Keza bir hakimin yirmiüç sene sonra tatbik edilebilecek bir hükmün tesirini yirmiüç yıl taşıması da dü- şünülemez! Adalet Bakanının hususi sohbetlerinden faydalanmış yakınları ken- disinin resmi sıfatı altında ileri sürdüğü bu fikirleri şüphesiz pek büyük hayretle karşılayacaklardır. Zaten, aslında, mantıki görünüşlerine rağ- men Budakoğlunun sözleri en basit incelemeye dayanacak sağlamlıkta değildir. Hemen bütün Temyiz hakimleri, Ağır Ceza hakimleri, Toplu Basın Mahkemeleri hakimleri yirmibeş senelerini doldurmuş, ya da dol- durmak üzere bulunan, dolayısıyla Bakanında bahis mevzuu ettiği endi- şeyi duyacak hale gelmiş hakimlerdir. Üstelik, Adalet bahsinde prensip hakimlerden bir endişeyi duymamalarını istemek değil, elbette ki böyle bir endişeyi yaratmamaktır. Bu bakımdan Budakoğlu sayın selefleri Çi- çekdağın ve unutulmayacak Göktürkün şampiyonu oldukları görüşü aynen benimsediğini itiraftan başka bir şey yapmamaktadır. Ama bir noktada Adalet Bakanına hak vermemek kaabil değildir. Bu- dakoğlu şunları söylemektedir: "Esasen teminat mevzuunda ihmal edi- lemeyecek başlıca amilin hakimin vicdan ve karakter selâbeti olduğunda şüphe yoktur. Eğer hakikaten hakimlerimiz bu maddenin mevcut olması sebebiyle kanunu ve vicdanlarını ihmal edecek durumda iseler bu tak- dirde onları her yönden gelen tesirlere tâbi kalabilecek şahıslar diye mü- tâlea etmek lâzımdır". Bakan, hakimlerimizi böyle bir halden tenzih et- mektedir. Hakikaten, hakimlerin başına Damoklesin kılıcını asmak bir idareye fazla şeref vermez. Ama, o kılıç asılıdır diye adalet dağıtmak mevkiinde olan kimselerin şahsiyetlerinden fedakârlık yapmaları kendilerine hiç şeref getirmez. Ne kendilerine, ne isimlerini taşıyanlara.. Böylelerin, ce- miyetten kara damga yemelerinin sebebi budur. Kaldı ki, bin misal var- dır, tehdidi kabul etmeyenleri cemiyet ortada bırakmamış, onları omuz- larında yükseltmiş, her birini alkışlara garketmiştir. Bu manevi mükâ- fatların yanında, vazifesinden böyle bir sebep dolayısıyla ayrılan her ha- kim geçimini çok daha geniş imkânlarla sağlamağa muvaffak olmuştur. O halde? O halde, Budakoğlunun verdiği dersin bir mânası vardır. Cemiyet, bir idare sistemine karşı mücadele bayrağını açtı mı, herkese "fert fert" vazife düşer. Vazifesini, değil basit menfaatler, mânâsız bir şaşaa, ba- şında kılıç da asılı bulunsa ihmal edenler şeref kazanmazlar. Tabii bu, hakim için de böyledir, gazeteci için de, milletvekili için de . Bakan için de! cesi- kardeşi olan Turan Kapanlı son derece sür'atle terfi etmiş idare a- damlarındandı. 1957 seçimlerinden evvel Ankarada savcı — muaviniyken AKİS, 6 OCAK 1960 Bursaya savcı olarak gitmiş, hizmet- leri takdir olunduğundan Burdura vali tâyin olunmuş, müteakiben Ada- naya sevkedilmişti. Turan Kapanlı- nın arkadaşları, bu haftanın başında Ankara radyosunun yaydığı bir ha- beri okuduklarında "lahavle" çeke- rek başlarını sallamaktan kendileri- ni alamadılar. Turan Kapanlı, Baş- bakanın da hazır bulunduğu bir tö- rende, bir idare adamı olduğu halde -yani bir devlet memuru- "Çok say- dığım, gönülden bağlandığım başve- kilim" diye konuşmaktan kendisini alamamıştı. Devlet — memurlarının Hükümet başkanlarına gönülden bağ- lanmaları âdet olmadığı gibi, 1951 - 52 yıllarında Turan Kaplanlıyla ko- nuşmak fırsatını elde edenler kendi- Altıoklu bayrağa 1960 senesi- la da kalmadı Ve Başbakanı "Müm- taz ve manâlı baş”" olarak da tavsif etti. Radyodan yayınlanan bu sıfat- lar, pek çok kimsenin dudaklarında tebessümlere yol açtı. Coşan adem ki Menderes Adanaya gel- meyi kabul etmişti ve madem ki vali son derece sür'atle terfi etmiş- ti, gerek Adana, gerekse vali bu şe- refe lâyık olduklarını ispat etmeliy- diler. Adanaya, İçel, Niğde, Gazian- tep, Hatay, Maraş, Kayseri, hatta Konya illerinden heyetler celbedildi. Bu illerin valileri de, heyetlerin ba- şında koşup Adanaya geldiler. Ekip- ler, Menderesin uçağı hava meyda- ler. Fakat ihtiyatlı Kapanlı bununla kalmadı. Adanada ne kadar otomobil varsa, hepsi —gündeliği 150 liradan Belediye tarafından kiralandı. -Bazı- larına göre, D.P. - Kamyonlar bile, ay- nı müşteriyi aynı fiyata talip olarak buldular. Şehire 14 tak kuruldu: Tak- ların talihli sahipleri Sümerbank, Tekel gibi devlet muesseselerı idi. Her biri, sekiz, on bin lira civarında bir meblâğa malolmuştu. Şehirde ca- zip dövizler vardı. Bunların birinde "Roket devri - Füze devri - Menderes devri" yazılıydı. Bir başka bandda "Büyük Mimar.. İmar.. İmar.." deni- liyordu. Bir başka döviz, bir hasreti ifade ediyordu ve İnönü caddesine a- sılmıştı: "Seni özledik!" Dövizin al- tındaki imza şuydu: "Havuzlu Pavi- yon". Fakat dövizlerin en realisti şuydu: Müjde verelim". Menderesin bekledıgı müjde, ta- bii Adanada 1957 havasının kaybol- duğu ve seçimleri gene D.P. nin ka- zânacağı müjdesiydi. Bu müjdeyi, bi- linmez Menderes gördü mü ama, Cum huriyetin hususi surette Adanaya giden muhabiri halkın gözünde gör- dü ve gazetesınde yazdığı notlarla belirtti! Ancak, gene de, ihtiyatlı başlar Başbakanın — muhafazası için İsken- 7