Dünyaya bakış Tarihte Bir 959 yılının 31 Aralık gecesi saat 24 de sönen ışıklar dünyanın dört bucağında -biraz da adet yerini bulsun diye- eğlenenleri, bir kaç saniye iç alemleriyle başbaşa bıraktı. Pek az kimse Yirminci Asrın yedinci onyılının bu ilk saniyelerinde insanlığın bir dönemece girmiş bu- lunduğunu aklına getirmiştir. Aslına bakılırsa geçen on yıl insanlık için tekrar yaşanması arzu edilecek bir devre olmaktan uzaktır. İkinci Dünya Harbi kabusundan yeni kurtulan millet- ler on yıl boyunca her an Çinde, Hindiçinide, Korede, Süveyşte, Lübnanda, Irakta ve Berlinde yeni bir faci- anın patlak vermesini beklediler. Bu bekleyiş içinde pek kimse, geride bıraktığımız, rede yeni bir devir açabilecek temellerin hazırlandıgını farkedebildi. Tarihin asıl yapıcı unsuru şüphesiz sosyal kuvvet- lerin gelişmesidir. Fakat, İnsan İradesinin de, çok defa bu kuvvetlerden ayrı olarak tarihin inşasına, katıldığı inkar edilemez. Geçen on yıl boyunca fertlerin karar- larının istikbale tesir bakımından taşıdığı ehemmiyet, belki de hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştır. Son on yılın başında Sovyet Rusya ilk atom bombasını pat- atmağa muvaffak oldu. Şüpheciliği delilik derecesine vardırmış ruh hastası bir diktatör -Stalin- eğer bu devrenin başlangıcında ölmeseydi, eline geçen bu kor- kunç kuvveti kullanmaya teşebbüs etmiyecek miydi? Batının Demirperde gerisiyle münasebetlerine Haçlı zihniyetiyle bakan bir papaz -Dolles- bugün yaşasaydı iki devi uzlaşmaya iten sebeplere sırt çevirmek tema- yülüne saplanmıyacak mıydı? Bu iki fâninin geçen on yıl içinde yeryüzünden göçmeleri. Doğu ile Batıyı uz- laşmaya iten sebeplerin soğukkanlılıkla ele alınmasını yaratmıştır. Yıllar boyunca bütün şiddetiyle devam eden soğuk harp, iki devin karşılıklı savunma tedbirlerinin her iki- si zaviyesinden tam bir çıkmaz yaratmasıyla bir ölü noktaya erişmiştir. Tarihte hiçbir silahlanma yarışı her iki tarafta da, harbi kazanma ümitlerini böylesine k etmemiştir. Harbi mümkün kılan şey, taraflardan birinin silah üstünlüğü sayesinde mücadeleyi kazanabi- leceğine güvenmesidir. Bugün böyle bir ümidin iki ta- raf için de mevcut olmadığını kabul etmeyen yok gibi- dir. Camp David buluşması, işte bu kanaati tescil et- miştir. Böylece Silâhsızlanmaya silahlanma yarışı yo- luyla varılması gibi, dünya tarihinde rastlanmayan muhteşem bir paradoksun gerçekleşmesi ihtimalleri belirmiştir. Ancak, devamlı bir barışın kurulabilmesi ümitlerini doğuran başka sebepler de vardır. Sovyet cephesinde, bu cephenin ideolojik görünüşündeki yeknesaklığın ar- zu edilir bir şey olmadığı kanaati, geride bıraktığımız on yıl içinde yeşermiştir. Komünist cemiyet nizamına her memlekette farklı yollardan varılabileceği fikrini, artık en mutaassıp Stalinciler bile inkar edememekte- dirler. İktisadi mekanizmanın büyümesi ile refah ve kültür seviyesinin artması da, daha fazla serbestiye doğru kaçınılması imkânsız bir gidişe yol açmıştır. Sovyet dünyasında serbest münakaşa usüllerinin ve müsamaha ruhunun tam manâsıyla hakim olabilmesi için, daha uzun yıllar beklemek lâzımdır. Fakat, Batı blokuna karşı ittifakı bozmamanın icaplarından doğan siyasi engellere rağmen müsamaha fikri Demir Perde de sağlam bir köprübaşı kurmaya muvaffak olmuştur. Kremlin papasının nüfuzunu reddedip onunla eşit olduk- 26 Dönemeç larını iddia eden Belgrad münkirlerinin, bu bakımdan ifa ettikleri hizmet, geçen devrenin en önemli hadise- lerindendir. Öte yandan, Batıda da kapitalist sistemi daha sos- yalist bir istikamete doğru geliştirecek bazı kıpırdanış- lar vardır. Henüz devlet adamlarının anlayamadıkları veya anlamak istemedikleri -mevcut sisteme has- bazı aksaklıklar, Batının zengin — memleketlerinin iktisadi gelişme hızının Sovyet dünyasındaki gelişme hızının altında olması sonucunu doğurmaktadır. Gerçi, Sovyet dünyasının Batıya istihlâk sahasında erişebilmesi için, hiç olmazsa, yeni girdiğimiz on yıllık devrenin sonunu beklemek icap edecektir. Ancak, kaynaklarını daha az kullanmış olmak elbette ki Sovyet dünyasının da geliş- me hızının daha büyük olmasına imkân vermektedir. Üstelik, sırf serbest teşebbüse dayanan ve piyasa me- kanizmasının hatalarını sadece maliye ve kredi politi- kası vasıtalarıyla düzeltmeye çalışan bugünkü sistemin sebep olduğu israfların da, zengin Batı memleket- lerinin — gelişme — hızının yavaşlamasında önemli bir âmil —olduğu - hele iki taraf arasındaki iktisadi ve ideolojik rekabet barışçı yollarda hızlandıkça- bir gün anlaşılacaktır. Bu hakikatin anlaşıldığı gün, — Kuzey Amerikada ve Batı Avrupada dizginleri ellerinde tutan Muhafazakâr idareler yerlerini demokratik sosyalizme terkedeceklerdir. Bu suretle, Batı cephesinde cemiyetin menfaatleri- ni öne alan, plancı ve sosyal adaletçi temayüller kuv- vetlenirken Doğuda da, siyasi hürriyetler alanında iler lemeler olabilecek ve bu karşılıklı gelişmeler, çok uzun bir vâde içinde, iki blokun ana felsefelerinin yakınlaş- ması neticesini doğurabilecektir. Yeni on yıllık devre muhtemelen, bu karşılıklı gelişmelerin ana istikametle- rinin daha iyi anlaşıldığı bir devre olacaktır. Şimdi, iki blokun karşılaştıkları asıl mesele, reka- bete 1ktısad1 alanda am edip etmemek meselesidir. Aklın icabı, dünya yuzunde sersefil yaşayan büyük küt- lelere yardımda işbirliği yapılmasıdır. Fakat, öyle gö- rünüyor ki her iki tarafta da, birbirini iktisadi silâh- larla Asya ve Afrikada yenmek arzusu ağır basacaktır. Böyle bir rekabet, bazı kayıtlarla hayırlı olabilir ve iki blokun ana felsefelerindeki — karşılıklı yakınlaşma te- mayüllerini kuvvetlendirebilir. İşte burada en büyük yük Batıya düşmektedir. İnsan haklarından fedakârlık etmeden açlıkttan kurtulmak mümkün müdür, değil midir? Batının Asya ve Afrikada halletmeğe mecbur olduğu büyük problem işte budur. Bu problem müsbet bir şekilde halledilirse, Batı yeryüzünde tecrit edilme tehlikesinden kurtulmuş olacaktır. Batı Camiası Asya ve Afrikanın komünist metodlarını tercih etmesini ön- leyemezse, o, zaman tecrit edilmiş Batı blokuna karşı rakip tarafın savaşçı temayüllere doğru yeniden kay- mak tehlikesi vardır. Batının bu problemi çözmesi ise, iki şarta bağlıdır. İlk şart, Batının gelişmemiş memle- ketlere bugünkünden çok daha büyük yardımlar yap- masıdır. İkinci şart ise, hürriyetin feda edilmemesi ica- beden bir kıymet olduğuna bizzat Batının inanması ve -sırf antikomünist oldukları için- hayasız ve beceriksiz diktatörlükleri tutmaktan vazgeçmesidir. 1950-60 dev- resi Batıda Demokrasinin gerilediği bir devre olmuştur. 1960-70 Batıda Demokrasinin ilerlediği bir devre olma- lıdır. AKİS, 6 OCAK 1960