Röportaj Bediüzzamana ayları, Ispartada dondurucu bir soğuk a batmış, ya batmak üzere. Şehrin iç mahallelerınden birinde, bir evin kapını önünde iki kişi duruyor. Biri uzun boylu, gozluklu öteki daha kısa boylu ve telaşlı. Kapıyı çalmadan önce dönüyor ve so- ruyor: "Üniversite talebesisiniz, değil mi? Nur almaya geldiniz?" Uzun boylu olanı, tasdik makamında başı- nı sallıyor. Telaşlısı ilâve ediyor: "Çünkü üstad, kendi- sine yalan söylendi mi derhal anlar. Öyle bir kudrete, öyle bir bilgiye, nura sahiptir ki hiç kimse kendisinden hakikati gizleyemez. Nasıl, evinden çıkmıyor göründü- ğü halde aynı zamanda yetmişiki camide birden ibade- tini yapıyorsa, aynı şekilde insanların kalbine nüfuz etmeye muktedirdir". Muhatabının hafifçe titrediği gö- Sene 1957. Kış ze çarpıyor. Her halde, havanın soğukluğu — neticesi Tabii, tabii!" diyor. Açılan kapıdan 1çer1 giriyorlar. ruyorlar. Ziyaret maksatları nedir? Nereden gelmişlerdir? — Kimlerdir? Kim tarafından gönderilmişlerdir ? Suallere kısa boylu olanı cevap veri- yor. Misafirler bir odaya sokuluyor- lar. Oda son derece pis, bakımsız, perişan bir odadır. Kenarda tek kişi- lik bir demir karyola durmaktadır. Yatakta başında — poşusu, üzerinde pamuklu bir hırka bir ihtiyar yat- maktadır. Oda pistir, bakımsızdır; ama bir huşu havası hakim bulun- nıtıyor: Üniversite talebesidir, rundan nur almaya gelmiştir. Öyle müeddep, öyle hayran bir duruşu vardır ki.. Yataktaki ihtiyarın, ziya- retçiye kanı kaynadığı — anlaşılıyor. Önce yanındakilerden biri vasıtasıy- la müteakiben bizzat -inanılmaz lü- tufl- delikanlıya hitap ediyor. Üni- versiteli olduğunu anlamıştır, ken- disini "İçeriye girer girmez" tanı- mıştır. Beğenmiştir de.. Talebeliğe kabul etmektedir. Eğiliyor ve genç adamı yanakların- dan, gözlerinden öpüyor. Saçlarını okşuyor. Söylüyor ki istediği tek şey Nurculuğun bu memlekette yayıl- masıdır. Son zamanlarda çok hasta olmuştur. Sesi iyi çıkmamakta, kulakları ağır işitmektedir. Eğer gençlik Nurculuğu benimserse gözleri açık gitmeyecektir. Dehşet salan bir adam Gözlüklü ziyaretçi ihtiyarın tekrar eline sarılıyor bu sefer eteğini de öpüyor. Huzurdan, geri geri yürü- yerek ve ihtiyarın gözlerinde bir ışığın yandığını seze- rek ayrılıyor. Kapının önü, gene kalabalıktır. Tek kişilik demir karyolada yatan "kendisine ya- lan söylendi mi derhal anlayan, kendisinden hakikat hiç kimse tarafından gizlenemeyen, evinden çıkmıyor göründüğü halde yetmiş iki camide birden ibadetini yapan, kudret sahibi, bilgi sahibi, nur sahibi" meşhur İlhami Soysal Nurlandı ra ancak söze başlıyabılmıştır Dediği tek şey, korkmak- Şediüzzamandır. Elini öpen genç ise.. AKİS muhabiri Soysal! yatının en alaka uyandırıcı röportajını yapan Ilha— oysal o tarihte, Ankaraya döndüğünde, ace- hikayesini AKIS te tafsılatıyla anlatmıştır (Bk. AKİS, S. 189.) İlhami Soysal, sadece Ispartaya de- ğil, bütün havalisine ilk adıyla Kürt Saidin, ikinci adıy- la Said-i Kürdinin, İstanbula Fatih camiine gelip vaıza başladığında aldığı isimle Said-i Kürsinin, nurlandığın- da kendisine yakıştırdığı etiketle Said-i Nursinin sal- dığı dehşeti hâla gülümsiyerek hatırlar. Ankaradan mototrenle Dinara gittiğinde — maneviyatını ilk kıran AKİS'in Dinar muhabiri olmuştur İlhami Soysal "Be- diüzzaman" deyince muhabir "aman" demiştir, "şayet benim bu memlekette kalmamı isterseniz, benim ya- nımda onun hakkında kimseye bir şey söylemeyin." Akşam, Dinarın en büyük, lokantala- rından birine gidilmiştir. Masada iki hakim, bir avukat, bir de öğretmen vardır. Yenilip içildikten, türlü mev- zular üzerinde söz edildikten sonra Soysal sözü Bediüzzamana getirmiş- tir. Bediüzzaman adı edildiğinde ma- sanın üzerine sanki bir bomba düş- müştür. Masadakiler, artık dut ye- miş bülbüldür. Gözler dehşetle açıl- mıştır. Herkes önündeki tabağa bak- maktadır. Yemek, bu bahse bir daha dönülmeksizin, sıkıntılı bir hava için- de sona ermiştir. İlhami Soysal ertesi sabah Ispar- taya geçmiştir. Yanında AKİS'in Is- partayı da çok iyi bilen Dinar mu- habiri vardır. Muhalefet ileri gelenleri, son seçimlerin talihsiz adayları ziyaret edilmiştir. Fakat görülmüştür ki içlerinde en aydın ve mücadeleci geçinenler dahi Said-i Nursi dendi mi kâğıt gibi olmakta- dır. C.H.P. adayı bir avukatın ya- zıhanesinde avukatı konuşturabil- mek için saatlerce dil dökülmüştür. Avukat aday, yazıhanenin kapıları- nı kapattırmak, perdelerini çektir- mek gibi türlü tedbirler aldıktan son- " ta olduğudur. "Peki neden?" Kırk yaşlarındaki avukat bu suale: "Bilmiyorum" cevabını vermektedir. Bilme- mektedir, ama korkmakta, hiç değilse çekinmekte- dir. C. H. P. liler gibi Hür. P. li adaylar da aynı en- dişeyi izhar etmektedirler. Said-i Nursi Isparta ve havalisinde bir heyula olmuştur. Adı ağızlara sadece "efendi hazretleri" diye alınmakta ve kendisinden ba- riz bir ürperti içinde bahsedilmektedir. İlhami Soysal kısa zamanda öğrenmişti ki Said-i Nursinin herhangi bir geliri yoktur. Ama Ispartada bi- ri yazlık, biri kışlık iki evi vardır. Bu evlerde en azın- dan onar, onbeşer Nur talebesi ikamet etmektedir. Bun- lar burada yemekte, burada içmektedirler. Said-i Nur- sinin kâtipleri vardır. Bediüzzaman şahsen elini kaleme kağıda sürmemektedir. —Ağzından her çıkan katipleri tarafından kaleme alınmaktadır. İktidar ileri gelenle- AKİS, 6 OCAK 1960