C E M İ Y E T A dliye mensuplarıyla tanışmak üze- re İstanbula giden Adalet Bakanı Esad Budakoğlunun basın suçlarıyla ilgili suçların arttırılıp arttırılmaya- cağını kendisine soran bir muhabire şu cebabı verdi: — "Vekâletçe böyle bir hazırlık yoktur." Bu söz, iyi ol- makla beraber gazetecılerın yürek- lerıne su serpmekten uzaktır, zira o cins tasarıların nerelerde - hazırlan- dığı artık herkesin malümudur. e ktisada riayetiyle maruf — Babiâli patronlarından Halil Lütfi Dör- düncü Gazeteciler Cemiyetinin kong- resinde feci ibir tehlike atlattı. Us- tad konuşmak üzere kürsüye çıkınca âzâdan biri ayağa kalkarak "önce bir hususum aydınlatılmasını istiyo- rum," dedi; "Halil Lütfi Beyin Cemi- yete on bın lıra vereceği şayiası doğ- Hep bir ağızdan "On bin! On brn' diye bağırışmalar ara- sunda Halil Lütfi Bey — dakikalarca renkten renge girdi. Nihayet idare heyetinden Kadri Kayabal, cemiyet âzasından her ölenin mirasçılarına dört bin lira odenecegını arkadaşla- rına hatırlatarak "Aman vazgeçin!" dedi. "On Unlira alalım diye dört binden olacağız!" Memleketımızde üç hafta kalıp tetkikler yapmak —üzere, Jean Turk adında bir Fransız milletvekili İstanbula geldi. Soyadının niye Türk olduğu sorulunca M. Türk, ailesinin üç asırdanberi bu ismi taşıdığını söyliyerek şu izahatı verdi: "Türkler Viyana şehrini muhasara edince ai- lelerimiz kaçıp Alp Dağlarının Fran- a kadar uzanan bir tarafına sı- gınmışlardı O zamandanıberı bu aile- lere Türk adı verilmiştir." — Hiçbir partiye mensup bulunmayan M. Türk Kıbrıs mevzuunda da şunları söyledi: "Kıbrıs Adasını iki taraftan birine vermek tehlikelidir.. Bugün orada Türkler ekalliyette bile olsalar ileri- si için de iyi netice vermez." Şehir- lerden dağlara kaçma mevzuunda üç asırlık bir tecrübeye sahip bulunan Fransız milletvekilinin bu sözlerine Yunanlı dostlarımızın kulak verecek- lerini umarız. Bermutad bu hafta da vatandaşlar arasındaki kapışmaların yani bir misali gönüldü. İstanbul Şehir Sen- foni Orkestrası elemanlarından Dr. Muvaffak Gören'in şef Cemal Reşid Rey aleyhine açtığı dâvaya devam edilmektedir. İddiaya göre bir prova- da cereyan eden bir münakaşayı mü- teakip salondan çıkan Dr. Gören için Cemal Reşid Rey "küstah, defoldu gitti, ilâ cehennemli zümera" gibi şeyler söylemiştir. Orkestra eleman- larından on iki kişinin dinlendiği du- ruşmada en enteresan şehadette Vik- tor adında bir şahıs bulundu: "Ba- bam bana münakaşa ve kavgalarla a- AKİS, 21 ARALIK 1957 lakalanma diye nasihat etmişti. Ben de bu söze daima, sadık kaldım. Bu itibarla hakaret teşkıl eden sözleri duymadım." Cemiyetimizin hır gür havası a- zınlıkların ruhani İliderlerinle de tesir etmekte olmalı iki ikilde birde birbirlerine giriyorlar. Son gürültü, ahamlar arasında koptu. İstanbul Hah Başkanlığı Meclisinin bazı dini ayinleri menettigi ve yanlış ve- sikalarla resmi makamları aldattığı yolunda Mersin Hahamı Davud Ha- kan tarafından yapılan ihbarla ilgili olarak savcılık, Hahambaşı — Rafael Şaban ile azadan Baruh Kohen, Ab- raham Amran, David Oseo ve İzak Rofinin ıfadelerını aldı. I stanbullulara Beyoğlunun en gü- zel yerinde küçücük fakat çok gık bir tiyatro kazandırmak için teşeb- büse geçmiş ve elindeki avucundaki- ni bu işe harcamış bulunan İrfan Er- tem ile artistik müdürü Mücap Oflu- oğlu bir türlü perdeyı açamıyorlar Sebep: Merdivenin "gayri nizami" bu. Ummasından sonra yeni bir çıkış aç- mış ve eski vali Prof. Gökaydan izin almış olmalarına rağmen, vali deği- şikliğini müteakip bazı küçük me- murların tekrar zorluk — çıkarmağa başlamaları. Şehrin sanatseverleri ve bilhassa tiyatro seyircileri şu iki su- alin cevabını merak ediyorlar: 1) "Formül, Kombinezon, İdarei mas. lahat" istihsalinde — birinci gelen ve en olmayacak şeylerin kolayı bulu- nuveren İstanbul şehrinde iş bir hu- susi tiyatroya gelince mi nizamna- melerin virgülleri kudsiyet kesbeder? 2) Bir âmirin sözü yalnız kendisinin ikbal devrinde mi makbuldür? Bil- hassa yeni vali Mümtaz Tarhanın, bu ikinci suale verilecek — cevabın Prof. Gökayın şahsını değil, sadece vali- lik makamını ılgılendırdıgını takdir edeceği umulmaktadır Bir müddet evvel memleketimize tam dört bin beş yüz adet kol saati sokarken yakalanan ve dâvasına mü- teaddit kereler bakıldığı için duruş- malar arasında tabiiye edilen Martha Rosenberg, nihayet mahküm olarak altı ay hapse ve otuz beş bin lira pa- ra cezasına çarptırıldı. Lâkin küçük bir husus vardı ki cezanın ağırlığını biraz azaltıyordu: Fransız tebaalı Madame Rosenberg memleketimiz- den çoktan kaçmıştı. ürkiye, milletler arasında yeni bir birincilik aldı: Deniz fırtınalarının karada yürüyen trenlerin seferlerine tesir ettiği ilk memleket oldu. Bu ters tarafından teknik harikayı izah için bir basın toplantısı yapan 7. İş- letme Muduru Nafiz Kaya, şu bilgile. erdi: "Sirkeci-Halkalı banliyö hattında çalışan elektrikli trenin 10- dosta arıza yapmasının sebebi, tren hattının deniz kenarına çok yakın olmasıdır. Lodoslu havalarda sahile çarpan dalgaların serpintileri izola- törler üstünde bir tuz tabakası birik- tirmekte ve biar müddet sonra bu izo- lator amorsa] yapmaktadır.' TÇİ b morsaj” sözüyle vazıyet billür gibi aydınlandı ama, İşletme Müdü- rümün şu hususları da ızah etmesi beklenirdi: Acaba elektrikli tren pro- jesi, halttın bulunduğu noktayla de- niz arasındaki mesafenin daha kısa olduğu bir başka jeolojik devirde mi hazırlanmıştır? Yoksa, son larda muhalefetle beraber işi azıtmış madır? Bir üçüncü ihti- mal daha var ama, hadi onu söylemi- yelim.. ktisadi vaziyet zorlaştıkça vatan- daşlar, kendilerine yeni yeni ge- çim usulleri buluyorlar. Bir polis me- muruna hakaretten üç ay hapse mah- namıyla maruf İ Korulun bu işi mahsus yaptığı anlaşıldı. Sabıkalı İhsan Bey meden çıkarken etrafındakile- re tebessüm ederek şöyle dedi: "Oh! Üç ay sıcacık hapiste keka!" acaristandaki — ihtilâlden sonra memleketimize gelen 503 mül- teciden geçen hafta 111 kışılık bir grup daha gitti; bu suretle Türkiye- de kalan Macar mültecilerinin sayı- sı 20 oldu. Bunların da çoğu yakında gideceklerini açıklamış bulunmakta- dırlar. Kendilerine gösterilen bütün yakınlıga ve temin edilen imkânlara rağmen bu kimselerin memleketi- mizde kalmak istememiş olmaları birçok vatandaşlarımızı üzmekteyse de buna mahal yoktur. Kendilerinin nakliyle meşgul yabancı selâhiyetli- lerin bildirdiklerime nazaran, Macar mültecileri gittikleri bütün memle- ketlerde böyle hareket etmekte, türlü şımarıklık yaptıktan sonra baş a ye- re gitmek istemektedirler. — Velhasıl milletçe Üzülmemiz gereken şeyler varsa bunların Macar mültecilerinin azimetleri olmadığı muhakkaktır emleketimizde insanlara -mese- lâ soğuktan titreyen ögrencilere- merhamet gittikçe azalırken, hay- van sevgisi artmaktadır. Geçen hafta İstanbulda 26 arabacı atlarına fena muamele ettikleri için cezalandırıl- dı. Emniyet Müdürlüğü hırsızlık ma- sası memurları da başka bir trajedi- ye üzüldüler, hattâ rivayete göre gözleri yaşardı Kiminin Radar, kimi- nin de Gülperi adını verdiği maskot- ları kedi yavrusu üçüncü kattan dü- şerek ebediyete intikal etti. Herne- kadar verilen resmi izahatta hâdise- nin kaza olduğu ileri sürülüyorsa da, herhangi bir vesileyle Emniyet Mü- dürlüğüne girip çıkmış İstanbullular- dan bazıları, kedi yavrusunun insan- ların haline bakıp kapıldığı bir me- lankoli yüzünden intihar ettiğini söy- lemektedirler. 29