OLUP BİTENLER bu zatın bir takım köyleri dolaşma- sından sonra olmuştu. Muhalefetin seçimi yüzde yüz kazanacağım ümit ettiği bazı köylerde durum aksi şe- kilde tezahür etmişti. Ama, otomo- bilin geçtiği bir takım köylerde de reyler gene Muhalefete verilmişti. D P. öteki reyleri nasıl almıştı? Bu yorganlara sarılı adam çıkıp nutuk- lar mı çekmişti? Seçim Propaganda- sı diye D. P. nin meşhur icraatlarını mı sayıp dökmüştü? Hayır. Bunla- rın hiçbirini yapmamıştı. Hattâ o kadar ki, bu adam pek çok yerde o- tomobilinden bile inmemişti. Hastay- dı, yaşlıydı. Pek çok köyde ya bir, ya da iki dakika durmuşlardı. Oto- YURTTA mobildeki adamın ağzını açıp da ko- dolaşmasının bu kadar tesirli oldu- ğunu söyliyen bizzat muhalifler de- ğil miydi? Ama hakikat başkaydı. D. P. koca Efendiyi seferber etmek lüzumunu duymuştu. Muazzam bir gençlik kıtlesı münevverler, Efendi- ye karşı mücadele açmışlardı Nite- kim, Efendinin uğradığı köylerden bir kısmı reyini gene Muhalefete vermişti. O bizzat hem paçaları ke- limenin tam manasıyla sıvayarak çalıştığı halde D. P. ekalliyette bir ekseriyet olmaktan kurtulamamıştı. Bu, evvelki seçimlere nazaran büyük, muazzam bir yenilikti. Din faktörü- nün elbette ki rolü olmuştu. Netice- ye tesir etmişti. Ama 1957 seçimle- ri ispat etmişti ki bu faktör 1 numa- ralı faktör olmaktan çok uzaktır, Bediüzzaman bir temele harç koyuyor Din işleri nuşacak hali bile yoktu. Sanki donu- yordu. Yorganına öylesine sarılmış- tı. Ama olanlar olmuş, geçtiği köyle- rin bir kısmında seçimden sonra, san- dıklardan D. P. listeleri çıkmıştı. Adam Said-i Nursi veya asıl a- dıyla Said-i Kürdi idi. Kendisine Bediüzzaman denıyordu Zafer nerede Dogrusu istenilirse bu vaziyet kar- şısında, Ispartada Bediüzzamanın ne demek olduğunu bilmeyenler "O halde zafer nerede?" diye sorabilir- lerdi. Öyle ya, Efendi Hazretlerinin 12 . Dünya işleri tesiri sanıldığından çok daha azdır. Önümüzdeki seçimlerde ise, kıyme- tinden biraz daha kaybedecektir. Bundan daha iyi müjde olabilir miy- di? Dinin siyasi kıymetini kaybetme- si, siyast bir faktör olmaktan uzak- laşması, çıkması laisizmin zaferiydi. Türk milleti dinine sıkı sıkıya bağ- lıydı, imanlı müslümandı. Ancak san- ık başında vicdanlara başka müta- lealar hakim oluyordu; şeyhlerin, hacıların, hocaların sözleri bu dün- yayı alâkadar eden mevzularda kat'i netice vermiyordu. Bu zümre 1957 seçimlerinde adeta bir Tanrı elçisi pozu takınarak çalışmıştı. Ama 1şt Ağrıda meşhur Kasım — Küfrevinin ekalliyette kalarak seçıml partisi ri zorla kazanmıştı. Bahis mevzuu zümrenin pek güvendiği — Konyacda vaziyet aynıydı. Maraşta o netice bıle alınamamış, seçimler P. kaptırılmıştı. Doğu Vılayetlermın bu— yük kısmında D. P. lilerin dinsizlik- le itham ettikleri "Altı Oklu Parti" rakibini hezimete uğratmıştı. Kara- deniz sahilinde de D. P. pek talihli olmamıştı. Bediüzzaman Isparta için neydi? Ancak bunu tesbit ettikten sonra o- rada Muhalefetin D. P. den fazla rey almış olmasının büyük manası anlaşılabilirdi. Bu bakımdan geçen- lerde bir gün Ispartada cereyan e- den bir hâdise, son derece alâka çeki- ciydi. Huzura varalım deyu... gün şehrin yabancım oldukları hallerinden belli iki genç, hem yanlarında hızlı hızlı yürüyen asık suratlı, başı bereli, kara sakallı a- dama ayak uydurmaya çalışıyor, em de meraklı bakışlarla etrafla- rını süzüyorlardı. Küçücük kuçucuk pencereli Hükümet binasının önü den geçmişler, sağa doğru kıvrılan parke döşeli bir kaldırımı takiben yürümeğe başlamışlardı. Geçtikleri yolun sağ ve solunda halı imalâtha- neleri olduğu anlaşılan binalar var— dı. Bir hayli ilerlemişler, mahalle lerine gelmişlerdi. Kendilerine kıla— vuzluk yapan adam, tek Kelline bile konuşmadan hızlı hızlı yürüyordu. Fakir bir görünüşü vardı. Çorapsız ayaklarına bir yemeni — geçirmişti. Zehir gibi soğuğa rağmen, üzerinde kolları yamalı bir ceketten — başka bir şey yoktu. Siyah sakalı sert kıl- lar halinde uzamış ve yüzüne vahşi bir manzara vermişti. Başında, ha- fızların camilerde kafalarına geçir- dikleri takkelerin eşi bir siyah tak- ke vardı. Nihayet durdular. Dakikalardan beri agzını açmıyan adam birden ko- nuştu * — Şu kapının zilini çalın!" Sonra yürüyüp gitti. Kapının Ö- nünde duran iki yabancı, garip na- zarlarla birbirlerine, sonra da önle rinde uzayıp giden yolda uzaklaşan adama baktılar. Gösterilen kapı iki katlı ahşap bir evin, tahta çift ka- natlı — kapısıydı. Kapının yanında bir düğme vardı. lardan kısa boylusu, imdat arar gibi arkadaşının yüzüne baktı. Allah bi- lir, tek başına olsa, döner, hem de koşar adımlarla bırakır giderdi. İlk anda uzun boylusu da kısa bir tered- düt geçirdi. İ ketle elini uzattı, zili çaldı. sa kısa, müteakiben uzun uzun, zili bastıra bastıra çaldı. Arkadan daya- namadı kapının aralıklarından içeri baktı. İçerde, yukarı doğru yükselip kıvrılan merdivenden başka bir şey görünmüyordu. Zili bir hayli çaldı- ğı halde hiç bir hareket olmamıştı. Üşüyorlardı. Pardesülerinin içinde i- AKİS, 21 —ARALIK 1957