KADIN nadaki, bir pencereye gülerek bakı- yorlardı. Pencerede Ayşe Abla var- dı, sık sık onlara el sallıyor, sık. sık da pencereyi açarak ihtarlarda bulu- nuyordu Caddede durma Filiz!" — lçerde oyna Sedef!." " — Ayakkabını düşürdün Mark!" Mark, yuva talebelerini evlerinden alarak okula getiren okul kaptıkaç- tılarının birisinden çıkmış, papucu- nun tekini arabadan inerken, kaldı- rımın kenarına düşürmüştür. Fakat ne ehemniyeti vardı?. Şimdi o seke seke koşuyor ve elindeki yepyeni bir kovboy resimli çantayı havaya kal- dırarak Ayşe Ablaya — gösteriyordu. Bu yepyeni bir çığır açmıştı. Çocuk- lar pencerenın önünde durdular; hep- sinin gösterecek yeni birşeyi vardı ve sapsarı amerikalı küçüklerin jüpon- ları cidden şıktı. " Okula geliş "Günaydın, Ayşe Abla!” İş başı S aat dokuzda zil çalınca, — ilkokul kısmında çıt kalmamıştı. Ama ayni şeyi alt kattaki yuva için söyle- mek cidden imkânsızdı.. Maamafih miniminiler de iş başı yapmışlardı. Sandalyeleri çekiyor, oyuncak depo- larına hücum ediyor, birbirlerine sempati tezahürlerinde bulunuyorlar- dı. Ayşe Abla yuva çocuklarını yaş gruplarına göre, beş sınıfa ayırmış- tı. Her grubun ayrı bir odası, ayrı bir yuva ablası, ayrı ayrı oyuncakları, yaşlarına göre ayrı ayrı meşgaleleri vardı... Odalar geniş, ferah, mümkün mertebe boştu. Yalnız, tabıı güzel ge- niş masalar, minimini renkli sandal- eler, duvar diplerinde oyuncak do- lapları vardı. Öğle uykusu için oda- 26 Siyaset dada gergin bir hava vardı. Hanımlar kendi — aralarında toplanmış, şundan bundan konu- şurken siyasetten söz açmışlardı. Münakaşa gittikçe — kızışıyordu. İçlerinden biri, birden mananın üstünde duran çantasını kaptığı gibi havaya kaldırdı, — kendisiyle ayni fikirde olmayan arkadaşına doğru bir hareket yaptı. Acaba çantayı fırlatacak mıydı? Fakat birden durdu, çantasını açtı, sü- künetle Aaynasını çıkardı ve du- daklarını boyamaya başladı: " — Yetişir artık, dedi. İnsanın asabı bozuluyor.. em da siyaset kadınlara yakışmıyor!" * S iyasetten bahis açılır açılmaz alnız kadınla rın değil, erkek- zaman sinirlerine hâ- kim olamadıkları, hiddete ve şid- dete kapıldıkları bir hakikattir. Fakat kabahat siyasette değil, on- dan bahsetmesini bilmeyen bizler- dedir. Fikir münakaşasını, hür ve demokrat bir memleket için, bir zaruret olarak kabul ettıkten sonra bu münakaşanın musbe sirler yaratabilmesi için, ç dikkat edilecek şey itidal ve öl- çü sahibi olmaktır. Karşı tarafın fikirlerini iyice öğrenmeden ve bu fikrin sakat ve çürük tarafları ka- dar dayanak noktalarını da kav- ramadan, insan kendi fikirlerini nasıl kabul ettirebilir?. Müna- kaşada itidal ve ölçü, yalnız mü- nakaşa terbiyesinin icab ettirdiği birşey değildir. Bu ayni zamanda elde edilmek istenen — muvaffaki- yetin de bir şartıdır. Bu kaide devlet adamı veya siyaset adamı için nasıl varitse, evinde memle- ket meseleleri hakkındakı fikirle- rini dostlarına kabul ettirmek is- teyen bir insan için de aynen mev- cuttu lerın de Ama siyasetin kadınlara yakış mayacağı fikri doğrusu çok tuhaf bir düşüncenin mahsulüdür. Bu- lara portatif karyolalar, — şezlonglar getiriliyordu. Çocuklar mümkün mer- tebe kendi işlerini kendileri görüyor- lardı. Boylarına göre yapılmış alçak lavabolarda en küçüğü bile rahat ra- hat elini yıkıyabiliyordu ve musluğu kapamayı kimse unutmuysrdu.. Progr Kuçuklerın büsbütün — programsız, başıboş hareket ettiklerini düşün- mek bir hata idi. Çocuklar münave- be ile bir vücutlarını, bir kafalarını çalıştırıyorlardı. Böylece onların faz- la yorulmalarına meydan verilmiyor- du. Meselâ Yarımşar saat koşuyor, araba çekiyor, hocaları ile beraber Jale CANDAN günkü dünya şartlarını gözümü- zün önünde tutacak olursak, siya- seti gündelik — hayatımızın binbir teferruatından ayırt etmenin hi, ne derece müşkül olacağını derhal görürüz. Geçen sene An- karayı ziyaret eden bir amerikalı kadın cemiyeti başkanına göre, bugün Amerikada siyaset, ev ka dınının mutfağına kadar girmiş- tir. Nasıl girmesin? Hergün yedi- ğimiz ekmekten tutun da, çocukla- rımızın huzur ve g istikballerine, toprağımızda ve evimizde gözü o- lan düşmanlarımıza karşı güdece- ğimiz politikaya kadar herşey bu siyasete bağlıdır. Sandık başına giderek oyunu kullanan kadın, bu oyu hangi program, hangi fıkırler ve hangi şahıslar için kullandığı- nı elbette ki, bilmek zaruretinde- dir. Bunun için de gazeteleri ve hadıselerı takıb etmesi, fikir al- ma mesi, munak aşa- ların kıVılcımında parlayan haki- katleri görmeğe çalışması şarttır. Yalnızca konuşmasını bilen hatip- lere kanmamak, —demagojiye ka- pılmamak, sadece seçim Zzamanı ateşi ile karar vermemek için her- gün yavaş yavaş bu seçime hazır- lanmak ve hadiseleri takib ede- rek, siyasetle meşgul olmak zo- adır. Ama bu siyaseti körükö- rüne takib ettiğimiz bir partizan- lık şeklinde Aanlamamalı, hele bu meselelere hiçbir zaman his karış- tır manialıyız. Siyasi münakaşa- larda, her iki tarafın memleketini ayni derecede esası üze- rinden hareket lâzımdır. Bu böyle kabul edildikten sonra sinirlenmek an gülünç olur. Siyasetle meşgul olmak, mem leketini sevmek, onun davalarını ve meselelerini benimsemek, onun saadetini aramak — demektir. Bu- günkü dünya anlayışına göre da memleket, bir kadın için evinin dört duvarının genişletilmiş bir şeklidir. rondlar yaparak şarkı söylüyor, atlı- yor, muhtelif vücut hareketleri yapı- yorlar sonra oturup Zzihinlerini meş- gul edecek tahta oyuncaklarla oy- nuyor, resim yapıyor, boya boyuyor, plâstik çalışıyorlardı, Öğretici oyuncak yşe Ablanın öğretici oyuncaklara karşı büyük bir zaafı vardı. Ço- cukları mukayeseye, dikkate, tefrike alıştıran — birçok oyuncakları bizzat kendisi icat ederek marangoza yap- tırıyordu. Gayesi bir gün en alt kattaki jimnastik salonunun yanına hakiki bir marangoz atölyesi kurup orada boş vakitlerinde bizzat çalış- AKİS, 15 ARALIK 1956