K I| T A YA GERÇEK OLSAYDI (Roland Dorgeles'in romanı. Çeviren: Tahsin Yücel. Varlık Yayınları 431, Büyük cep kitapları serisi No: 23. İstanbul, Ekin Basımevi 1956. 179 sayfa, 200 kuruş.) oland Dorgeles, Fransa'da ve Ba- ti Dunyasında sivrilmiş bir roman- cı olmasına rağmen Türkiye'de fazla tanınmış değildir. "Ya Gerçek Olsay- dı" dan önce dilimize bir kitabı daha çevrilmişse de bu kuvvetli roman - Güzel Kadın Meyhanesi - edebiyat- dünyamızda gereken alâkayı uyandır- mamıştır. Ümit ederiz ki Varlık ya- yınlarının bu ay piyasaya sürdüğü "Ya Gerçek Olsaydı" adlı romanı Ro- land Dorgeles'i Türk okuyucusuna ısındıracak, ve dolayısıyla da, "Güzel Kadın Meyha esi" ni, sıradan bir ki- tap sayıp okumak zahmetine katlan- mıyanları veya şöyle bir karıştıran- ları, bu kitabı da yeni baştan okuma- ğa zorlıyacaktır. — Böylelikle yazasın başka eserleri de aranacak ve belki da bir kaç romanı daha dilimize çev- rilecektir. "Ya Gerçek Olsaydı" 176 sayfaya sığdırılmış, oldukça cesur bir deneme romanıdır. Yazar romanına mevzu o- larak alışılmış, tekrarlanmış olaylar- an epey uzak bir yol bulmuş. Biraz Jules Verne'in hayal âlemini, biraz da Aldoux Hultley'in "Yeni Dünya,, sını hatırlatan bir mevzu işliyo ekân dünya savaşı sonrası Fran- sa'sının Paris yakınlarında ufacık bir kasabasıdır. Romanın belli başlı tipleri şunlardır: Kendini ilme vermiş, luşları ile dünyayı şaşırtmış, şohret— lerin en büyüğüne ermiş ama bunu istismar etmiyerek inzivaya çekılmış her gün yeni bir buluş peşinde koşan bir profesör. Profesör Radec; profe- sörün herseyi olan, icabında bahçiva nı, icabında asistan, icabında dert or- tagı icabında oda hızmetçısı ve gene icabında kâhyası olan, çalışkan, sa- dık, vefakâr, neşeli, biraz içkiye ve hizmetçi kızlara —düşkün Gatineau; sonra babasını bırakıp kaçan anasına benziyen gösteriş meraklısı, şana şöhrete önem veren bir. kız, profeso— rün kızı Josette, midesini ve ufak te- fek menfaatlerini seven ama icabında her şeyden çok kardeşi Profesör Ra- dec'i seven biraz geveze, biraz zevk düşkünü M. Philibert ve sonra bun- ları çevreleyen bir ikinci halka, kü- çük kasabanın siyanet meleği, işini çok iyi bilir, çalışkan, cevval, kafası işler, alabildiğine zengin sevimli bir şen dul Mme, Marguillet, sonra onun desteği ile sosyeteye karışmış, o kü- çücük kasaba çerçevesinde sivrilmiş Belediye Başkanlığına seçilmiş 'bir e- mekli asker. General M. Pellenc de la. Tour; yıllarca profesörün asistanlığı- nı yapan zeki fakat haris bir doktor, Dr. Serge Obrovitch ve Profesör Ra- dec'in ağabeyi M. Philibert'in bazı iş- yepyeni bu- AKİS, 25 AĞUSTOS 1956 P L A R lerinde ortağı olarak ortaya çıkan ze- kâsı ve düzenbazlığı ile her devrin a- damı olmasını bilen, her taşın altın- dan çıkan, her dagdan arabasını aşı- ran bir işadamı M. Merindol.. Ve bü- ün bu şahısları çerçeveleyen bir ü- çuncu tabaka, hizmetçiler; General'in muavini, kasaplar bakkallar, gazete- ciler, ikinci plânda kalmış hasretten çatlayan ilim adamları, milletvekille- ri, turistler v.s. v.s. Bu kalabalık kadrosuna Trağmen "Ya Gerçek Olsaydı" da herkesin du- mu en karakteristik ana hatları i- le belirtilmiş, hiç. kimseye de gerek- tiğinden fazla yer ve söz verilmemiş. Uzun boylu şahıs ve yer tasvirleri ise aransa bile bulunamamaktadır. Bu bakımdan roman sonuna kadar zevk- le okunuyor. Profesör Radec, her gün yeni yeni ilmi araştırmalarla uğraşırken bir gün tesadüfen baba kaatili, şehvet düşkünü, hapishane kaçağı bir idam mahkümunun belkemiğinden aldığı su içinde o güne kadar görülmemiş bir basil bulur. Ondan sonra da bü- tün çalışmalarını bu basil üstüne tek- sif eder. Basil o güne kadar keşfedıl— miş bütün basil cinslerinden da başka bir hususiyet gostermektedır Profesör bu basili bir kültürde üretir. Bu kültürden tavşanlara zerkedildi- ğinde tavşanlar kudurmuş gibi bir hâl alırlar. Atlarlar, zıplarlar Ve bir- kaç gün sonra ölürler. Profesör bu neticeyi merakla müşahede etmekte- dir. Derken ayni tecrübeyi pek sevdi- ği ve çeşitli denemelerini üstünde yaptığı maymunu Sidi'de tekrarlar. Sidi ölmez ama, bir takım azgınlıklar göstermeğe başl . Onu bir kafese kapatmak zorunda kalırlar. İşte tam bu günlerde profesörün ve Belediye Başkanı General'in yakın ahbabı ka- sabanın siyanet meleği Margu— illet'nin kasabaya getırdıgı halım se- lim, biraz kaçıkça Bouffard Baba birden bire cinnet alâmetleri göste- rir. Sağa sola saldırmaya başlar. Güç halle yakalarlar, hapishaneye tıkar- lar. Ama bu zavallı köylüye böyle birden bire ne olduğunu kimse anlı- yamaz. Tam bu sırada Profesör Radec ba- sil kültürü ile aşılanmış tavşanların- dan birinin kaybolduğunun farkına varır. Kasabada da Bouffard Babanın delirmesinin, azgınlaşmasının dediko- dusu çınladığından birden beyninde bir şimşek çakar. Hapishaneye gidip. Bouffard Babayı ziyaret eder. Tatlı- lıkla agzından söz aldığı ihtiyar köy- lüden öğrenir ki tavşanı çalan ve ke- sif yiyen kendisidir. Araştırmalarına yeni bir ufuk açılır. Bulduğu basil in- sanların kanında kötülük aşılayan bir basildir. Tekrar lâboratuvarına kapanır. Aylarca çalıştıktan sonra bu basillerin ölü kültürlerini elde eder. Bu kültürlerden Bouffard Baha'" ya enjekte eder. Adam iyileşir. Bir me- laikeye döner. Öyle ki o güne kadar yaptığı bütün kotuluklerı teker teker sayıp dökmekte, yaptığı kötülükler için af dilemektedir. İlim dünyası bu yeni buluş karşı- sında yerinden oynar. Pek çok. bilgin Profesör Radec'e deli maktadır. Kimse onun buluşuna i- nanmak istemez. Gazeteler aleyhinde geniş bir kampanya açarlar. ma Radec böyle şeylere aldıran bir adam değildir. "Profesör Radec'i tanımak- la, neler düşündüğünü bilmekle kim övünebilirdi? Kızı mı? Değil elbet. M Phılıbert mi öyleyse? Yani bilgi- da yeğeninden cehennemin dibine gi miş, üçüncüsü de ölmüştü, geriye ka- lanların büyük bir kısmını da meslek kıskançlığı uzaklaştırmıştı. Bilginler arasında Maxime —Radec pek sevil- mezdi öyle. Sadece pek çabuk, yüksel- mesi değil, metotları da kudurturdu onları. Kanser tedavisinden uzun za- man şüphe etmişlerdi, brom üzerin- deki en yeni araştırmaları da Ensti- tüyü güldürüyordu. — Aylar boyunca kendini böbrek üstü yetersizliklerine verdikten sonra birdenbire deniz a- kıntılarıyle uğraşmak için hastaha- neyi bırakan, bugün antitoksinle uğ- raşırken yarın televizyona atlayıp atlamıyacağı hiç coşkun adam nasıl ciddiye alınabilir- di? Ona deli diye bakarlardı. Dâhi şarlatan.. böyle derlerdi işte... M. Ra- dec, küsmek söyle dursun, zevkle şa- ka ederdı İnsanların kendisine ver- diği değere pabuç bırakmazdı, hay- ranlıklarınaysa haydi kaydiye pabuç bırakmazdı. . .Görmeden bakar, bakmadan gözetler, mırıldana mırıldana susar- dı. Yanına yaklaştığı bütün insanlara hiç bir zaman kızmadan pençe atar, arkadaşlarına da, üstatlarına da böy— le davranmaktan çekinmezdi. Bu- nunla beraber hiç hayale kapılmaz, kanadının altına aldığı kimseden, ve- rebileceğinden fazlasını beklemezdi". Prof. Radec iddiasını isbat için ü- rettiği kültürlerden iki aklıbaşında üniversite öğrencisine aşılar. İlâç te- sirini gosterır öğrenciler kendilerin- den u mayan reaksiyonlar göste- rırler ama bu bile Profesör Radec'in muarızlarını susturmaz ve inandır- maz. Profesör öldürülmüş basil kül- türü ile hapishanelerde canavar ruhlu insanlar üzerinde tecrübelere girişir. Bir kaç idamlık mahküm üzerinde u- mulmadık neticeler alır. İpten kazık- tan kurtulmuş idamlar birer meleğe döner. Prof. Radec tecrübelerini ge- nişletir, butun bir hapishane mah- kümlarına "iyicil" adı verilen sero- munu aşılar. Hepsi de iyileşirler. Bu gözle görülür elle tutulur netice mu- azzam bir alâka görür. Cani ruhlu veya iyi ruhlu herkes, ama herkes bu seromu istemektedir. İşte bu ara- da işe o kasabanın siyanet meleği zengin dul Belediye başkanı General, profesör'ün kardeşi ve kardeşinin iş ortağı korkunç bir dolandırıcı olan is adamı M. Merindol karışırlar. Hepsi de türlü gayelerle vatandaşlarını bu ıyıcıl" aşısından olmağa teşvik et- 29