KADIN Streples mi ehram mı ? Hadise üç ay evvel Erzincan- mek için bir tetkik seyahatine . Bize, bu arada Erzin- . Erzincanlılar t m deni rulılu in- ekt b ser- kızlarımız cidden iftihar edilecek güzel şeyler ha- zırlamışlardı. Hollandalı dostlarımız ince el işlerine ha ran oldular. Ga- rom açık elbiseler Avrupadaki- lerden farksızd Giyim, medeni seviyenin öl- rada, bir aksilik oldu, ehramlıla- ra tesadüf ettiler. Bunlar u- macı gibi, kumaşlara sarınmış kadınlardı Eski za t bir temsilf sahneyi canlandırır gıbı sokaklarda dolaşıyorlardı. Misafirler gülmeye başladı- lar. Hiç görmedikleri bu man- kıyafetlerden sonra bunları gör- mek, insana tuhaf geliyordu.. İçlerinden bir tanesi, safi- yaae: — Siz straples gibi nü giyi- nirsiniz yoksa ehram mı diye sordu! Bu iki kıyafeti birbirine yak- . laştırmak zamanı çoktan gelip geçmiştir. Bu kontrata ve su gibi akan pa- raya rağmen Esther Williams parası- nı isletmesini seven bir iş kadınıdır. Hollywood'da açtığı bir lokanta az zamanda çok meşhur olmuştur. The rease ismini taşıyan bu lokantada, ayrıca bebeklerin ve çocukların bes- lenip bakılabileceği salonlar mevcut- tur. Adamı olmıyan anne babalar, çocukları ile bu lokantaya gelip on- ları mütehassıs dadılara, bakıcılara bırakabiliyorlar ve gönül rahatı ile yiyip içip eğleniyorlar. Esther Williams'ın kendi ismini taşıyan bir mayo fabrikası olduğu gi- bi, kapı ve pencere imal eden fabri- kaları, muhtelif mağazaları, atölye- teli de mevcuttur. Güzelliğin İki — türlü SIFFI.. güzellik — vardır: — birisi andan babadan miras kalma gü- zellik. Diğeri çalışma sayesinde elde lan bir On sekiz yaşınd idim, kimse benı dansa kaldırmak istemezdi, di- yen kadın, bu sene Cannes'da kum- dan fışkırmış narin, güzel bir tabiat parçasına benziyor- du. mış bir Fransız — muharriri ondan bahsederken şöyle diyordu: Belki bir fevkaladelıgi yok, fa- iği etrafındaki mavi sema ve yeşil dağlar gibi ebedi ve sağlam his- si veriyor. Çünkü faal hayat ve sıh- hat bu güzelliğin temelidir Seyahat , Ankara - İstanbul daha İzmitten İstanbula doğ- ru hareket etmişti ki, Ankaralı yolcular İsta bula ma sevinci içinde pencerelere uzandılar Bir ka- dir, baktı, baktı Canını sevdıgım İstanbul dedi, agaçlarının şekli bile den göğün mavisi başka gibi geliyordu insana, ağaçların yeşili Haydarpaşa a- cennet gibi bah- trendeki u Tren başka.. Hele Pendik - rasındakı vıllaların geçerken, uşt adiy r — bahçeyi suluyor- Gozler açıldı: baktık, baktık Biraz evvel konuşan ka- s lardı. serinledik! dın: şükür galiha bu yaz, Allaha sudan yana rahat lif uçuk bir genç k ız annesine: a dayıma söyliyeceksin, bi- zi bır akşam Hilton'a götürecek, di- yordu. Bir kadın kocasına çıkışıyordu: — ördün mü yaptığını, küçük valizi evde bırakmışsın.. Kahve, şe- hepsi', bütün hediyeler i- ydı Yolcular alakadar olmuştu. Ha- nım izahat — Dün telefonla, İstanbulu ara- Kimisi gülüyordu, kimisi de telâş- lanmıştr Kahve yok mu? Vah vah keş- ke bılseydık' gara girerken, yolcular birbir- Karşıl yıcıla- j havasını ta- Tren mobil peşinde — koşuşurken gene karşılaştıl f. Ah Ankara diyorlardı, asfaltı- nı, vesaitini, intizamım sevdiğim An- kara. Orada alışan burada yapamaz. Zaten şu deniz derdi olmasa burala- ra kim gelir? * Hava hafifçe kararmıştı. d n kokuları geliyor ve deniz pırıl piıril hareler halinde yanıyordu.. Vapurlar bu dümdüz denize sanki mıhlanmış kalmışlardı; Ve Ankara- lları selamlıyorlardı. Rıhtım- Kopru den bir görünüş Giden de, gitmiyen de bin pişman AKİS, 6 AĞUSTOS 1955