TİYATRO Nolte ile yedikten sonra, Hamburg- dan ayrıldım. Sayısı onbeşe varan öbür tiyatrolardan o hiçbirini gör- meğe vakit kalmamıştı. Düsseldorfta "Çöpçatan" Kurkbeş dakikalık bir uçak yolcu- luğundan sonra Düsseldorfa in- dik. Ama kalacağım otele ulaşmak ne mümkün!.. Karnaval geçidi bü- tün anayolları tıkamış. Çaresiz, yol- lar açılıncaya kadar, bir köşeden, bu geçidi -yedisinden eytmişine ka- dar bütün bir şehir halkının özel kostümleriyle ve neşeyle katıldığı bu açıkhava gösterisini- seyrettim. Düsseldorf, oHeine gibi şair ev- lâtlarının güzelliğini anlata anlata bitiremedikleri zarif bir şehir. Kö- nigsallee'de kısa bir gezinti bu ger- çeği doğruluyor. Prens Johann Wi- helm, daha XVIII. yüzyılda ilk re- sim galerisini açmış, zamanın ünlü ressamlarını oraya toplamasını bil- miş. XIX. yüzyılın başlarında, ünlü sair Immermann da ilk tiyatrosu- nu kurmuş. Yüz yıl sonra, tiyatro âşıkı bir karı-koca, Louise Dumont ile Gustav Lindemann, onun açtı- ğı izden yürümüşler, tam 28 yıl Düs- seldorf tiyatrosunu Rhein kıyıları- nın en parlak sahnesi haline getir-" meğe çalışmışlar. İkinci Dünya Sa- vaşından sonra da Gustaf Grüd gens, Hamburga gitmeden önce, se- kiz yılını doğduğu şehrin tiyatrosu- nu yeniden yaratmıya harcamış. imdi Karl Heinz Stroux'nun yönettiği Düsseldorf Devlet Tiyatro- sunda, o gece, bir müzikal oynanı- yordu. Thornton Wilder'in "Çöpça- tan" komedisinden amerikanların yaptıkları o-taktıkları ad kadar- zevksiz bir müzikal: "Hello, Doliy!..", Dolly'yi Tatjana İwanow, Vander- gelder'i Otto Rouvel gibi pişkin sa- natçılar -zengin dekor ve kostüm ler içinde- pek mükemmel oynadık- ları halde beni sarmadı. Komedisi ni, ilk oynanışında, Londrada, son- ra biz e gördüğüm zaman da, ha- vası ve "esprit"siyle bize uzak bul- duğum bu oyunu o sevememiştim. Müzik ona büsbütün bir operet ha- vası vermiş, ama bir sıcaklık ve se- vimlilik kazandıramamış... İki şehrin kurduğu Opera pisseldorfta "Schauspielhaus"dan başka, 1951'de açılan, 227 kişilik bir 'Kammerspiele", özel tiyatro o- larak da biri 380, öbürü 176 kişilik iki sahnesiyle "Berliner Allee", son- ra 80 kişilik "Studio 122" var. Hep- sini görmeğe imkân olmadığı için, ertesi sabah, Düsseldorf Operasını 32 gezmeği tercih ettim. 1875'de yapıl- mış olan eski opera binasını -bize de eski Sergievinden Büyük Tiyat- royu kazandırmış olan- Prof. Bo- natz, iki mimar arkadaşıyla, on yıl önce, yapyeni ve modem bir bina haline getirmiş. Bu iç açıcı, modern yapıyı ve sahnesini bize gezdirenle rin anlattıklarına göre, İkinci Dün- ya Savaşından sonra, Rhein ile Ruhr bölgesinin tek eksiği, herşeyi oynayabilecek, tam teşkilâtlı, bü- yük bir operaymış. Onu da iki şe- hir, Düsseldorfla Duisburg, elele vererek meydana getirmişler. "De- utsche Oper am ein" adı alton- da, birbirine çok yakın olan her iki şehrin de -kendi sahnelerinde- ya- rarlanacakları, büyük bir opera ve bale topluluğu okurmuşlar. 1956-57 mevsiminde faaliyete geçen bu top- luluk bugün büyük bir gelişme ha- linde. Bu mevsimin temsil plânına bir gözatmak bunu anlamıya yetiyor: 34'ü röpriz, 10'u yeni mizansen ola- rak 44 opera; 12'si röpriz, 4'ü yeni 16 bale.. Bu eserlerin hepsi, nöbet- leşe, iki şehirde de oynanıyor. Ge- nel Müdür Dr. Grischa İ Monteverdi'den Puccini'ye, - ner'den Hindemith'e, Bizet' dn Ho negger'e kadar klâsik ve modern repertuvarın en güç eserlerini içine alan bu temsil' plânım 15 kişilik bir yardımcı kadrosu, 9 orkestra şefi, 4 rejisör, 3 koreograf, 5 dekoratör, 7 kostüm ressamı, 71 solist, 50 ba- leci ve 90 kişilik bir koro topluluğu ile gerçekleş tiriyor. Ve tabii, sahne gerisinde, atelyelerde çalışan yüz- lerce teknisyen... şehir, kendi senfoni orkestralarıyla sağlıyorlar. Görülüyor ki, bizde aynı çatı al- tında kolay sağlanamayan işbirliği- ni almanlar iki şehir arasında sağ- lamışlar, on yıldanberi de aksatma- dan yürütüyorlar. İstanbul Operası inşaatının, birgün tamamlandığını görebilirsek, Düsseldorf - Duisburg ortak opera ve balesi, İstanbulun yanıbaşındaki şehirler -meselâ Bur- sa- için, yararlanabileceğimiz gü- zel bir örnek olmalıdır. Bochum'da yaratılan mucize Dösseldorftan bindiğimiz ekspres, 50 dakika sonra bizi Bochum'a ulaştırıyor. "Kömür havzası" diye bildiğimiz bölgede tertemiz cepheli binalar, ışıklar içinde geniş cadde- ler; kasaba sandığımız yerde nü- fusu 360 bine ulaşmış, canlı ve çok sevimli bir koca şehir buluyoruz. Orkestrayı, her iki . AKİS ochum'un son elli yıl içinde gerçekleştirdiği okalkınmada, hızla büyüyen endüstrisi kadar kültür ve sanat hayatındaki gelişmelerin de büyük payı var. Bu gelişmelerin başında Bochum tiyatrosunun ya- rattığı mucize geliyor. Tiyatronun güngörmüş, tecrübe- li Baş Dramaturgu Dr. Günter Skop- nık'in anlattıklarına göre, fabrika bacalarının ve kömür ocaklarının gökyüzünü kararttığı Ruhr bölge- sinde, bu küçük işçi şehrinin bir kültür ve sanat merkezi haline gele- ceği, elli yıl önce, kimsenin aklın- dan bile geçmemiştir. Ama tiyatro- nun kültür kalkınmasındaki büyük rolüne inanmış bir tiyatro adamı- nın bilinçli ve sabırlı çalışmaları bu mucizeyi yaratmış. Bu tiyatro adamı bugün bütün Almanyada adı saygıyla anılan Prof. Dr. Saladin Schmidt'tir. Birinci Dünya Savaşın- dan hemen sonra, bu işçi bölgesin- den bulup yetiştirdiği bir avuç sa- natçıyla Bochum'un ilk şehir tiyat- rosunu kurmuş. On yıllık bir çalış- madan, sonra (Shakespeare'in bü- tün "kral" oyunlarını bir hafta içinde oynamak gibi inanılmaz bir başarı sağlamış. Bunu Goethe, Seldiler, Kleist, Grillparzer ve Grab- be gibi alman klâsiklerine ayırdığı özel "hafta'lar izlemiş ve daha o zamandan bir "Bochum üslübu"n- dan sözedilmiye başlanmış. 1919'dan 1949'a kadar, tam otuz yıl, tiyatro- sunun başında kalan bu müstesna adamın yarattığı kültür hareketi öylesine gelişmiş ki, şimdi alman- lar Bochum'da, 30 bin öğrenciyi ba- rındıracak bir büyük üniversiteyi tamamlamıya çalışıyorlar. Gelecek yazımda Bochum'da gör- düklerimi anlatmaya devam ede- ceğim. Almanya yazılarımın ikinci bö- lümünü burada tamamlarken, ge- çen hafta çıkan ilk bölümde mey- dana gelen iki önemli tertip yanlış- lığını düzeltmek isterim: birincisi, "Şeytan General" ve "Schweyk" temsillerine ait klişeler, baskı sıra- sında, nasılsa yer değiştirmişler. İ- kincisi, "Şeytan General'e ait ilk paragrafın sonundan atılan birkaç satır, Schweikart'ın bu satırlara cevap teşkil eden sözlerini havada bırakmış. O satırlarda şöyle demiş- tim: "O devri çok iyi hatırlıyan es- ki Berlinlilerle, yarattığı felâketleri yaşamış olan kuşaklar bu dramı il- giyle -ve, Kimbilir ne duygularla?- iz- liyorlar I Nisan 1967