sahibi olacaktı. Her oy sahibi oyunu ar- zuladığı kimseye verecekti. Bir ufak şart vardı: Matbu liste olmayacak, oylar baş- kasına yazdırılamayacak, her seçmen o- yunu mühürlü boş kâğıda sandığın başın- da bizzat yazacaktı. Tulga: "— Yazabilen yazar, yazamayan ya- zabilecek hale geldiğinde oyunu kullanır" dedi. Diğer tedbirler de hep böyle, basite fazla irca olunmuş tertiplerdi. Meclisler, hükümetler, yüksek kurullar... Bu fikirlerin yalnız Orduda değil, i- yiniyetli çok aydın çevrede, hattâ C. , gibi siyasi partilerde de bulunduğunu bi- liyordum. Halk aldatılıyor, hisleriyle hare- ket ediyor, cahil bulunduğundan gerçek- leri göremiyordu! "— Peki, dedim, okuyup yazma bilen- ler onlardan daha mı salim düşünüyorlar? Cahilleri kandıranlar kim? Okuyup yaz- ması olanlar değil mi?" Sonra, Ankarada bana anlatılmış bir hadiseyi naklettim. Giresunda seçim pro- pagandası yapmışlar. Kimler? Yüksek tahsilli adaylar! Demişler ki: Eğer oyunu- zu bize verirseniz, sizin şehitlerinizin in- tikamım alacağız.. Tulgaya sordum: — Kimdir dersiniz, bu şehitler?" Tabii, Menderesle adamları sanmıştı. Hayır, Topal Osmanla adamlarıydı! 1961 seçimlerinin propagandasına yüksek tah- silli adayların cahil halka vaadi Topal Osmanın intikamını almaktı. "— Ne günâhı var, okuyup yazma bilmeyenlerin?" dedim. Ya, Doğuya ne demek lâzımdı? Do- gu, ki okuyup yazma nisbetinin en düşük olduğu bölgedir, oyunu 1950'de vermişti .H.P.'ye, 1954'te kamilen D.P.'ye dön- müştü, 1957'de oyları alan gene C.H.P. idi, seçim 1960'da olsaydı oylar kamilen CHP. olacaktı, bu seçimde ise Y.T.P. ka- zanmıştı. Bu bölge bir seçimde kandırıl- mış, ötekinde doğruyu görmüş, sonra ge- ne kanmış mıydı? Çocuk oyuncağı mıydı, bu? Demek, seçim neticelerini izah eden bir başka unsur lâzımdı. Sordum: "— Siz, M.B.K. İktidarının icraatın- dan memnun musunuz? Sizce, iyi hükümet etmişler midir?" Tolga tereddütsüz "Hayır" dedi, fa- kat "ama" diye ilâve etti. Fark, işte bu "ama"da idi. Halk, u- zun vâdeyi düşünmüyor, kısa vâdenin te- siri altında oyunu kullanıyordu. "— Sizin de başarılı bulmadığınız bir iktidar milletin bir geniş kısmından aleyh- te oy almış. Ne var bunda şaşacak?" Konuşmamız bu hava içinde geçti. Korgeneral tabii en ziyade İsmet Paşanın müstakbel vaziyet alma şekliyle ilgilendi. Bir ordu hareketinin bu defa İsmet Paşa- yı yanında değil, karşısında bulacağı an- laşılıyordu. İsmet Paşa doğmuş olan "gü- ven ihtiyacı"nı bir eski ihtilâlci asker ola- rak kabul ediyordu. Fakat bunu sağlama- lum yolu ordunun iktidara el koyması de- gildi. Bu inceliğin farkedilmesi lâzımdı. Tulganın akşam, Orduevinde gene bu konuyla ilgili bulunduğu anlaşılan bir toplantısı vardı. Ben Taşlığa dönecektim. Korgeneral beni eve bırakmayı nazik bir şekilde teklif etti. Yolda daha ziyade ha- vadan sudan konuştuk. Tulga "İsmet Paşa unsuru"nun hangi istikamette oynayaca- ğını artık biliyordu. Ertesi gün Ankaraya geldim, konuş- mamın intihalarım İsmet Paşaya anlat- tım. Başkent, tabii kaynıyordu. Ordu bir A.P. iktidarı istemez, bunu ihtilâlin gü- venliğine aykırı bulurken (O A.P.'den bir kanat Cumhurbaşkanlığı için Ali Fuat Başgilin adaylığını partiye kabul ettirt- meye çalışıyordu. Hem de, ne gayretle.. İhtiyar profesör Avrupadan dönmüştü ve bir "millet babası" gibi yollarda el öptür- terek, tezahürata vesile vererek, sanki bir zafer kazanmış da zaferinin meyvalarını toplamaya Çankayaya ogidiyormuşcasına Ankaraya gelmişti. Mecliste, belki ger- çekten de Başgilin Cumhurbaşkanlığını sağlayacak miktarda "gafil oy" vardı. Gerçi A.P.'nin idareci tekimi kendi aday- larının Gümüşpala olduğunu bildiriyor, Başgili reddediyordu ama gerçek hava bambaşka ve çok daha alevliydi. İsmet Paşanın o günler Ordunun Ankaradaki yüksek kademeleriyle de teması oldu ve benim İstanbulda Tulgaya anlattıklarımı o Ankarada bizzat ifade etti. Aynı sırada .B.K. üyeleri çalışmalarını büsbütün hızlandırmışlardı ve açık formüller de söylüyorlardı. Bir defa, Cumhurbaşkanı- nın mutlaka Gürsel olması lâzımdı. T.B. M.M 'nin açılması için bu, şartların ba- şında geliyordu. Cumhurbaşkanı Gürsel, 193