lerinin Ordu tarafından kabul edilmemesi- ni sadece doğru bulmuyor değildi. Bunun karşısında en kesin vaziyeti alacaktı. Tür- kiye Büyük Millet Meclisinin açılması, bü- tün bir ihtilâlin şeref tasarrufuydu. Mem- leketin arzulanmayan bir idare altına düşmemesinin tedbirleri başka türlü alı- nabilirdi. Sağlam kuvvetler bunu sağlaya- cak güçteydiler. Istanbula vardığım sabah o Tulgayı aradım. Akşamüstü saat beşte, Beyazıtın altındaki güzel eskizaman evine, çaya çağırdı. Orada kendisiyle başbaşa -Bayan Tulga odaya bazen giriyor, çok az kalıp çıkıyordu- ikibuçuk saat konuştum. Sa- nırım kendisine İsmet Paşanın düşünce- lerini anlatabildim. Önce Tulga, bir ihti- lâle karar vermiş olduklarından tabii hiç bahsetmeksizin kendi görüşlerini söyledi. Seçimler doğru bir netice vermemişti iş- te. Mili iradenin tecelli etmesi lâzım- dı ama, tecelli eden milli irade değildi. Bir defa, okuyup yazması dahi bulunmayanla- rın millet kaderinde söz sahibi olabilecek- lerine, bu hakkı doğru dürüst kullanabile- ceklerine inanmıyorlardı. Niyetleri se- çimsiz bir askeri idare değildi. Bunun ne netice verdiği görülmüştü. Ama iktidarın "milletin hakiki ve ehliyetli mümessille- ri'ne tevdi edilmesi lâzımdı. Bunu sağ- layacaklar, bunun olmasına nezaret ede- ceklerdi. Bu sefer "ihtilâl sonrası"nı da düşünmüşler ve planlamışlardı. Bir keş- mekeş olmayacaktı. "Oy hakkını nasıl kısıtlayacaksınız?" diye sordum. Tedbir basitti. Herkes oy Gümüşpala ve Osma Çankaya yolunda. Ordu bir ikinci ihtilâlin kararım almışken A.P.'nin içinde, tıpkı eski Bizansta olduğu gibi denizdeki balıkların pazarlığı yapılıyor, Cumhurbaş- kanlığı koltuğuna Ali Fuat Başgilin mi, yoksa Ragıp Gümüşpalanın mı oturtulacağının kav- gası ediliyor, her kafadan bir ses çıkıyordu. 192