TİYATRO İstanbul Batıda "Harem" Batılıların, kendi dillerini konuşan, kendileri gibi giyinen ve yaşayan Doğululara, yarı şaka yarı ciddi, sordukları ilk sorulardan biri de şu- dur: "— Kaç hanımınız var?" Çok kimse, gittiği, gezdiği Batı ille- rinde zaman zaman bu veya buna ben- zer "harem" sorularıyla karşılaşmış, Türkiyeyi hâla çok evliliğe bağlı kal- mış Ortadoğulu, Doğulu İslâm mem- leketleriyle karıştıran yabancı dost- lara ciddi ciddi, Atatürkle (beraber Türkiyede "Harem"in kalkmış, yeri- ni Medeni Kanunun tek evlilik sis- temine bırakmış olduğunu anlatma- ya çalışmıştır. Oysa ki onlara veri- lecek cevap sadece şu olabilirdi: "— Ya sizin kaç metresiniz var?" Doğrusunu söylemek Oo gerekirse Batılı dostlar Oo yüzyıllardan o be- i pek ayıplar göründükleri çok ev- liliği kendi toplumlarına, başka yol- lardan gizlice sokmanın kolayını bul- muşlardır. Hem de Hristiyanlık bu- keklerin, çeşitli kamuflajlarla, çok kadınlı bir hissi veya cinsi hayatı gitgide âdet haline getirdikleri çok bilinen bir realitedir. Bütün Batı ti- a-aşık" veya "karı- sacayaklarından biri ü- zerine oturur. Şimdi Diego Fabri -yeni İtalyan tiyatrosunun en ünlü kalemlerinden biri- bu ezeli temaya bir yenilik ge- tirmek istiyor: Batı erkeğinin daima gizli kalmasına önem verilmiş olan bu çok kadınlı hayatını, tabii ve meş- ru bir olay gibi açığa vurmak, açık- İlâncılık — 12 32 ça devam ettirmek ve... Batı kadını- k na kabul ettirmek! Site Tiyatrosunda Ulvi oUrazın oynamaya başladığı -daha önce An- karada Devlet Tiyatrosunun oyna- mış olduğu- "Gönül Avcısı" bir düşüncenin mahsulüdür. Fabrinin kahramanı, evindeki müş- fik, sadık karısına olduğu kadar bü- rosundaki saf, tecrübesiz ve fedakâr gun, hararetli ve sine de aynı samimi duygularla bağ- Üçüne de gönlünde ayrı ayrı yerler vermiştir geçememektedir. mın hayatından pek farklı değildir. Ama bu hayatı gizli yürüttüğü için sevdiği üç kadına yalan uydurmak- tan artık bıkmış, usanmıştır. Üçünü de istedikleri gibi ve dilediği gibi- memnun edemediğine, hele çıkacağı uzun bir iş seyahatine üçünü de be- raber götüremediğine pek üzgündür. Üç kadının üçü de kendisini sevdik- lerine, kendisi de onlara aynı duy- gularla bağlı olduğuna göre bu çir- kin yalanlara, gizli kapaklı iş görme- ye, onları aldatmaya ne lüzum var? Sivri akıllı Don Juan, buna güvene- rek ince hesaplarla bulup buluşturdu- gu, takıp takıştırdığı bahanelerle ön- ce üç kadının birbirleriyle (o tanış- malarını, ahbap, arkadaş, hatta dost olmalarını sağlar. Sonra üç kadın bu dostluğa erkeklerini de ortak etme- e karar verirler ve bu kararlarını tatbike kalkarlar. İşte kızılca kıyamet te o zaman kopar... Gönül Avcısının umduğu gi- bi, üç kadın arasındaki dostluk, bir tek erkekle ortaklaşa bir aşk veya evlilik hayatı yaşamaya razı olmala- rı için bir sebep değildir. Tersine... Bu dostluk birbirleriyle saç-saça baş- başa gelmelerini önler, o kadar. Ama üçü de böyle bir "ortaklığı" kabul etmektense başlarını alıp (gitmeyi tercih ederler. Gönül Avcısının one döktüğü diller, ne de samimi göz- yaşları onları ikna edemiyecek ve Dimyata pirince ogiderken evdeki bulgurdan da olacaktır. Sahnedeki oyun Sitedeki "Gönül Avcısı", Türk seyir- cisi için değişik ve çekici tarafla- rı olan bu komediyi Türkçeye ustaca çevirmiş, evvelce Ankaradaki dekor- larını da pek güzel çizmiş olan Ta- --k Levendoğlunun bir sahneye ko- yucu olarak ta gerçek kaabiliyet ve meziyetlere sahip olduğunu gösteri- yor. Bu canlı ve hareketli komediyi Site Tiyatrosunun, kulisi bile olma- yan o daracık sahnesine öyle zarif "Site"de Gönül Avcısı Seyircileri de avladı bir şekilde imi ki hayran olmamak mü değil. Gönül Avcı- sının seyirciyle dertleşmeleri, kişile- rin umulmadık yerlerden, salonun ar- kasından, seyircilerin arasından sah- panır, bir paravan dekorla ortaya yerleştirilmek suretiyle - gene çekleştirilmiş olması Tarık Levend- oğluyu İstanbul sahnelerinde yeni yı- lın en başarılı dekaratörü ve keşfe- e om gecikilmiş sürpriz sahne- e koyucusu olarak tanıtmaya da, emdirisye de yetiyor. Bellibaşlı roller, bir erkekle üç ka- dından ibaret. Ulvi Uraz, Gönül Av- cısında, gerçek bir komedyenin, bü- yük bir kompozisyon aktörünün, "je- une premier" rolünde bile, ne hârika- lar yaratabileceğini gösteriyor. Yanı- sıra karısı rolünde Aliye Rona, yıl- lardır sahnede göremediğimiz o eski İzmir Şehir Tiyatrosunun bu değer- li santçısı, duygulu ve rahat bir o- yunla başarılıdır. Genç sevgilisi Ali- na'da Tolga Tigin, role, muhtaç ol- duğu tazeliği, canlılığı veriyor. Met- resi Vilmaya gelince, Altan Karın- daş bu görmüş geçirmiş, fakat bir takım inançlarını ve ruh temizliğini zisyonlarından biri halinde canlandı- rıyor. İsabetli bir Alman şivesiyle ve renkli bir ifadeyle süslediği Vilma'- ya bütün dişiliğinin yanısıra çok se- vimli bir çehre vermekten geri kalmı- yor ve haklı alkışlar topluyor. AKİS, II OCAK 1962