Reçete Jale CANDAN Bugünlerde herkes aynı sözleri söyleyip duruyor; Halimiz ne olacak, ne olacak halimiz? Yazar bunu yazıyor, siyaset adamı, sokaktaki adam, evdeki kadın hep bu aynı karanlık düşüncenin etkisi altında. Karamsarlığa kapılmak için doğrusu sebepte yok değil. İhtilalden çıktık, yeni bir düzene gir- meye çabalıyoruz. Siyasi yaralarımız, İktisadi yaralarımıza karışmış. Herkes kendine göre derde deva arıyor. Bu arada çarpışanlar, yollarını şaşıranlar, fırsattan istifade etmeye bakanlar var. Kim kimi tutsun, neyi tutsun, şaşırmış gibi.. Tabii, karamsarlık alabildiğine işliyor, uyuş- turucu bir madde gibi topluma, evimize, kanımıza giriyor, çalışma gü- cümüzü baltalıyor, İşte tam bu sırada bir adam çıkıyor, neşeli, imanlı bir sesle: "Bunlar pek tabii şeylerdir, rejim yerleşmektedir" diyor. "Bü- yük Mecliste her şey tartışılır, miting de olur, çatışma da olur. Ama, eğer bunlar çığırından çıkarılmak istenirse işte o zaman Hükümet' dur- durmasını bilir, siz telâş etmeyin" diyor. Konuşan adam, yılların tecrü- besini kazanmış bir Başbakandır. İçimize su serpiliyor. Biraz nefes alı- yoruz. İyimserlik, tıpkı karamsarlık gibi, çabucak içimize yerleşiyor. İyimser olunca, insan evini barkını, işini gücünü daha çok seviyor, komşusunu daha iyi anlıyor, yarının dizginlerini ele alma gücünü tâ için- de duyuyor. Günün en büyük derdi, bence, kendimizi sık sık kaptırdığımız ve kanımızı uyuşturan karamsarlıktır. Sayın Başbakanın radyoda söyle- diği gibi “inanmadan yenmeye" imkân yoktur. Bugün bize aşılanmak istenen bu iyimserlik, geçen yıllarda aşılanmak istenen iyimserlikten çok farklıdır. Bu iyimserlik, hakikatleri gizleyen, kötüyü iyi gösteren, gözlerimize yalancı bir pembe gözlük oturtmaya çalışan bir iyimserlik değildir. Bu iyimserlik, aksine, bize hakikatleri bütün çıplaklığı ile anla- tan, fakat derde çare arayan bir iyimserliktir. Dert vardır ama, çaresiz dert yoktur. Mesele, hastalığa doğru teşhis koymak ve eldeki imkânları hesaplıyarak, inanarak savaşmaktır. Bugün bize aşılanmak . istenen iyimserlik, kör ve uslu bir itaat temeline dayanan ve insanı fikir cüce- liğine götüren tartışmasız ve teslimiyetin getireceği zoraki bir iyimser- lik te değildir. Herşey korkusuzca, açıkça tartışılacak, fakat sağduyu, yenme isteğiyle birleşerek olaylara dalma talebe çalacaktır. Evet, Do- ğuda açlık var. İçimizde şuurlu veya şuursuz bir şekilde sınıf farkı ya- ratmaya çalışan tehlikeli unsurlar var. Para sıkıntısı her yerde hisse- diliyor. Ama, halimiz ne olacak, demiyelim. Küçük imkânlarımla içinde biz, hepimiz, teker teker ne yapabiliriz, bunu düşünelim, Doğuya yardım edebiliriz. Bunun için açılan kampanya pek zayıftır. Hatta bugün yardım yapmak istiyen birçok vatandaşlar bu yardımı nereye yapacaklarım bi- le bilmemektedirler. Hepimiz yaşadığımız çevrede, Doğuya yardım kam- panyasına katılacak bir küçük ekip kurabiliriz. Bu, şüphesiz, Doğuya yardım konusunda oturduğumuz yerde ilmi konuşmalar yapmaktan çok daha faydalı olacaktır. Gene hepimiz, yaşadığımız çevrede daima sağdu- yuyu harekete getirecek şekilde hareket edebiliriz. Günün modası hali- ne gelen siyasi dedikodulara gülüp geçmek, değerinden fazla önem ver- memek, zararlı söylentileri, panik yaratmak maksadiyle çıkarılan ha- berleri yaymamak ve bunları daima elştirici bir fikir süzgecinden ge- çirmek şarttır. Siyasi tartışmalarımızı da artık sağlam esaslara dayan- dırmak zamanı gelmiştir. Bunca tecrübeden sonra, futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmak merakından da vazgeçmemiz beklenebilir. İkti- sadi sıkıntılarımız bahsinde Hükümetin bir programı vardır. Ona yar- dımcı olabiliriz. Henüz işin başındayız ve karamsarlığa kapılmamız yer- sizdir. "Ne olacak halimiz?" deyip durmayalım. Birşeyler yapalım. Elimiz- de bir reçete var. 28 Yüksel Doğruer defteri kapama- dan ilâve etti : “— Herkes evinin, dükkânmın önünü temiz tutmaya (mecburdur Sokaklara meselâ öteberi atmaktan muhakkak vazgeçmeli, çocuklarımızı bu şekilde yetiştirmeliyiz. Yaşadığı- mız şehir bizim ikinci bir imiz- Moda Değersiz süs eşyaları Güa geçtikçe modada değişen şey değersiz malzemeyi sanat yardımıyla değerlen- dirme yoluna doğru gelişmektedir. Bu eğilim dekorasyonda, kadın moda- sında birkaç yıldır kendisini kuvvet- le hissettirmiş bulunuyordu, Fakat ve ziynet eşyası sahasında böyle bir çıkış yapabileceği doğrusu akla gel- mezdi. Yalancı süs ia kadınların cın- cık -bonci eri şey vakıa son yıllarda bir hayli tutunmuştur oo ve birçok kadınlar yalancı ziynetlerini sahicilerine tercih etmektedirler a- ma, birgün sanatkâr elinden çıkmış bir” tahta kolyenin, bir seramik kü- pe veya bakır yüzüğün en nadide, en paha biçilmez pırlanta ve , züm- rütlerin, yakutların yanında Londra- daki meşhur Goldemith o galerisinde teshir edileceği pek düşünülemezdi- Fakat olay budur ve geçen ay Golde- mith Hall'de açılan milletlerarası mücevherat sergisinde seyirciler dün- yanın en kıymetli tek taşlarının ya- nında bronzdan yapılmı bilezikler, tek bir kristal ağa yapılmış kolye- ler, bakır üzerine işlenmiş kafa şek- linde iğneler, tahtadan kolyeler sey- retmişlerdir. Bu değersiz malzeme a- rasında kullanılan en değerli şey al- tım ve gümüştür. Fakat bunlar la ancak sanat sayesinde görülecek ka- dar az miktarda kullanılmıştır. Bu değerli değersiz ziynet eşyalarım «ya- ratan sanatkârlar Picasso gibi. Fran- çois Hugo gibi, Calder, arala e ibi zamanımızın tanınmış sanatkârlarıdır ve sanatı ei değerin üstünde tutan yeni moda görüsünü böylece açıklamışlardır. Bu bir iddia olarak kalmıyacak ve yalancı ziynet eşyalarının bile modasında bir deği- şiklik yaratacaktır, öyle ki, meselâ yalancı taş yerine bir sanat eseri olan tahta, seramik, bronz, bakır, içinde emprim da, atla eşyasına, elbise biçimlerine kadar herşeye hâkim olacaktır. AKİS, 22 OCAK 1962