her fırsatta opera metodlarıyla, ope- ra bestecisi olmasının şartladığı etki arayışlarıyla musiki yazdığını göste- riyor, melodilerindeyse (zorlamadan kurtulamadığını sezdiriyordu. Her iki programda da "vokal" e- serlerdeki partisini başarıyla söyli- yen soprano Franca Brunelli Arnal- di, sağlam tekniği ve üslüp gör- güsü olan bir şarkıcıydı. Vittorio Emmanuele, Martha Marshall -ke- manlar-, Lina Pettinelli Fagiuoli -vi- yola- ve Nerio Brunelli -viyolonsel- den kurulmuş topluluk, iki programı da salahiyetle, sevgiyle ve tam bir beraberlikle çaldı. Michigan Bandosu Michigan Üniversitesi obandosunun geçen hafta İstanbulda verdiği konserler üstün önemde bir musiki hadisesi olabilecekken, konserleri dü- zenliyenlerin bazı yanlış hükümleri yüzünden hem tadından, hem de öne- minden birşeyler kaybetti. Bandonun Şubat ayından beri süregelmekte o- lan dünya gezisinin İstanbul bölümü ile alakalı teşkilat isini, Türk - Ame- rikan Üniversiteliler Derneği üstüne almıştı. Bando bugüne kadar her yerde, çok yüksek sayıda dinleyici ö- nünde çalmakla da ün kazanmıştı, Öyleyse İstanbulda da mümkün oldu- ğu kadar fazla İnsanın bir araya top- lanması gerekiyordu. Bunun için Der nek, pek de muteber sayılmıyacak metodlara başvurdu. Bir kere bando, Michigan Üniversitesi oSenfoni Or- kestrası diye ilân edildi. Bir senfoni orkestrasıyla karşılaşacaklarını sa- nıp konsere gidenler, karşılarında bir bando görünce hayal sukutuna uğra- dılar. Ikincisi, çok sayıda insanı kon- sere celbetmek gerektiğine göre, çok sayıda insanı alabilecek bir yer bul- malıydı. Dernek, seçilecek yerin kon- ser vermiye uygun olup olmadığını hesaba katmadan, konser vermek için akla .gelecek son yeri. Spor ve Sergi Sarayını seçti. Spor ve Sergi ayı, tasavvur edilebilecek en kö- tü akustikli yerlerden biridir. Sesle- rin aksiseda yüzünden birbirine ka- rıştığı bu hamam akustikli yerde, bandonun kusursuz icrasından bir zevk almak elde değildir. e B birlikte, Dr. William Revelli idare- sindeki 94 kişilik (topluluğun çıkar- va gm. gürültü herbir parça- uzun alkışlanmasını saglı- cak kadar ir tesirliydi. Doğu ile Batı karşı karşıya eçen ay iki Türk bestecisi, yurd dı- şmda toplanan İki konferansta Türkiyeyi temsil ettiler. Bu iki bes- AKİS, 15 MAYIS 1961 teci, Adnan Saygun ile İlhan Usman- baştı. Konferanslardan biri, UNES- CO Milletlerarası Musiki Heyetince, Tahranda düzenlenmişti. Öbürü de Hint ve Alman ca Tokyoda düzenlenen "Doğu ve Ba- tı Musikisi Karşılaşması" adlı kongre ve onu takip adan festivaldi. Adnan Saygun önce Tahran konferansına katılacak, sonra İlhan Usmanbaşla birlikte Tokyo kongresine gidecekti. Fakat Usmanbas, Tokyoya giderken, Tahrana uğradığında, Tahran kon- feransı süresince olup bitenler yü- n sıtkı tahmin ettiği için Japonyaya gitmek- ten vazgeçmiş bir Saygun buldu. Adnan Saygunu Tahranda bıktıran şey, kongreye katılan doğu memleketleri temsilcilerinin tesiriy- e "doğu memleketlerinde musikinin batılılaşmayıp olduğu gibi korunma- sı" hususunda alınan karardı. Karar, bir tek muhalif şerh ile kabul edil- mişti: Adnan Saygunun terbiyle... Ama kararın kabul edilmesi Saygunu fena halde sinirlendirmişti. Usman- baş onu, Tokyoya gitmeye kandıra- madı. Aynı şahıslar belki orada da karşısına çıkacak, aynı karar belki orada da alınacaktı. Kendi memle- ketinde yıllar yılı gerici zihniyetle mücadele etmiş bir sanat savaşçısı ekalliyette kalmak ve uğrunda sa- vaştığı davanın yıkıldığını görmek için mi kilometrelerce yolu aşacaktı? m İlhan Usmanbaş Kültür hizmeti MUSİKİ Usmanbaş Tokyoya tek başıma gitti. Japonyada neler olup bitti? Usmanbaş, Tokyodaki sonucun, Say- gunu ümitsizlendirecek kadar kötü olmadığını belirtmekte ve "Aynı şey- ler orada da oldu, aynı lâflar orada da söylendi Fakat bütünüyle sonuç- ta gericiler a a gölgede kal- dılar" demekte İstanbul Sanat Festivali yali ve Belediye Başkanı Refik Tul- ga, İstanbul Sanat Festivalinin açılış konseri başlamadan önce yap- tığı bir konuşmada, bu festivalin, İs- tanbulun sanat hayatının bir panora- ması olduğunu belirttikten sonra. Cemal Reşit Rey idaresindeki Şehir Orkestrası, her fırsatta çaldığı Mo- zart'ın "Küçük Gece Musikisi"ni bir kere daha çaldı, basso Ayhan Baran her fırsatta söylediği aryaları -Mo- zart'ın "Sihirli Flüt"ünden Sarastro aryalarını- bir kere daha söyledi, ke- mancı Suna Kan tembelliği tuttu- ğunda el attığı Mozart sol majör ke- man konsertosunu bir kere daha çel- di ve sonra orkestra Beethoven'in be- şinci senfonisi ile konseri bitirdi. Ka- der kapıyı çalmış, İstanbul Sanat Festivali başlamıştı. Tulganın dediği gibi bu festival gerçekten, İstanbul- da sanat diye olup bitenlerin bir pa- noramasıydı, başka hiçbir şey de de- gildi. İstanbul Sanat Festivali, "haydi bir festival yapalım" esintisiyle, son dakikada girişilen bir gösterişten başka birşey değildi. Festival denen olaylar derlemesi, en azından bir yıl önceden en ufak teferruatına kadar hazırlanır ve bütün dünyaya duyuru- lur. Halbuki, İstanbul Sanat Festi- rekir. Hele Türkiye gibi bestecileri- nin "eserlerimiz çalınmıyor" diye sızlandıkları, tenkidcilerinin basma- kalıp programlardan şikayet ettikle- ri, sinema meselesini aydın bir dav- ranışla ele alanların ortada Türk filmciliği diye bugün yalnız bir ta- kım halk zevki istismarcılarının bu- lunduğunu öne sürdükleri ve yabancı sanat filmlerinin gösterilmediğinden şikâyet ettikleri bir memlekette, o memleketin en büyük şehrinin adını taşıyan bir resmi festivali hazırlıyan- ların bu mevzularda daha hassas, da- ha titiz davranmaları, memleketin sanat meselelerini müsbet ve örnek olucu bir tutumla ele almaları gere- kir. Halbuki İstanbul Sanat Festiva- li ile, mikroplu ve işlemekte olan bir yarayı teshir etmekten başka birşey yapmış olunmadı. 33