S Haberler Bana bir müzik lâfı! Ankara Radyosunun eli yüzü gün bir kaç programından biri de "Dünyadan ve Bizden Portreler" sa- atidir; Bu saati genç hikayecilerimiz- den Vüs'at O. Benerin eşi Raziye Be- ner başarıyla yürütmektedir. Geçen hafta bu programda genç bestecileri- mizden Nedim Otyamın "Mani Bale Süiti" adlı eseri çalındı. Bu sebeple Nedim Otyamla yapılan bir konuşma yayınlandı. düz- Radyoda böyle bir saatin oluşu, Ne- dim Otyamla bir konuşma yapılışı, eserinin çalmışı iyi ve güzel. işin bir de, dinleyici önüne çıkıncaya kadar geçirdiği osafha var ki, o da ayrıca güzel. Hikayeci Nezihe Meriç Otyam- ların eski ve yakın dostudur. Bu se- beple Nedim Otyam, programın ha- zırlanışında Nezihe Meriçin de bu- lunmasını ve yardım etmesini istedi. Nezihe Meriçin "Nedim Ağabey" al için yapmıyacağı şey yok. Birlikte Radyoevine gittiler, Kaziye Benerin odasında çalışmaya başladılar. Vakit dar, iş uzundu. Üç koldan çalışmak, programı akşam yayınına yetiştir- mek gerekiyordu. Nezihe Meriç, "Ma- ral Bale Süiti"nin bölümlerini açık- lamakla görevlendirilmişti. Bir taraf- ta Meriç cümleleri döktürürken, bir başka tarafta da Raziye Bener müs- veddeleri harıl harıl daktilo etmekle meşgul. Nedim Otyam ise, heyecan- dan bir o yama, bir bu yana koşturup duruyor.. "— Hadi bacım... hadi Nezihe.. ha gayret," Nezihe Meriç iyi hikayecidir, iyi yazardır. Eh, "teşehhüd" miktarı da müzikten anlıyor. Yâni müzik bilgisi, aydın bir kişinin bilmesi gereken ka- dar. Parçaların açıklanmasının ede- biyatla ilgili kısmı otamamlanınca, Meriçin kalemi de daralıyor. "— E kardeşim" diyor, "bu hep böyle gider mi? Biraz da müzikle il- gili lâf ister. Söyleyin bana bir mü- zik lafı!" Nedim Otyam heyecanla eserinin müzikle ilgili kısmım açıklıyor "— Bak, bu parçaya tutti akorla girilir.." "- Ne olur, ne olur?" "- Tutti akor... Yani..." İşin "yani"sini Otyam açıklıyor, Meriç de anlıyor ama, mesele bunun- la bir cümle yapıp açıklamanın içine oturtmakta Sonunda, yaza boza "parçaya orkestranın tutti akoru ile girilir" cümlesi yapılabiliyor. AKİS, 27 MART 1961 A N A T Meriç, sıkıştıkça, sesleniyor: " —Aman, bana bir müzik lâfı!" Otyam da müzik lâfı mı yok! Ye- terki, sorsunlar, Üstelik eser de ken- di best "— Bak, burda kemanların kolleg- nosu.." Kan ter içinde bir çalışma sonun- da program hazırlanmış, açıklama- nın gerekli yerlerine miktarınca "mü- zik lâfı" da konarak süslenmiş ve o günün akşamı da radyoda yayınlan- mıştır. Hikâyeyi duyanlar, şimdi "aman bana bir müzik lâfı" deyip du- ruyorlar. Nezihe Meriç "tutti akor"u, daha başkalarını öğrenmiş ama, şu "ke- manların kollegnosu"nu belliyeme- miş. Arısoy: "— Bilmiyor musun kollegnosu' nu?" dedi. — Yoo, bilmiyorum. Sen?" Arısoy, başını bilgiç bilgiç salladı: — Söyliyeyim" dedi. "Bu kollegno çok önemlidir. Bilhassa kemanlarda.... Son araştırmalara göre kollegnonun bir virüs olduğu meydana çıkmıştır. Kanserin bir çeşidi. Kemanlara arız oldu mu, adı kollegno olur. O keman- lardan da hayır gelmez!" kemanların Ben seyirci iken.. Mi derli topl ilk özel tiyat- rosu "Meydan Sahnesi" oldu. 167 kişilik küçük, bir tiyatro. Özelliği de, bir arena tiyatrosu olu- şu. Yersizlikten "arena tiyatrosu"- nun bütün gerekleri yerine getirile- memiş ama, gene de başarılmış. Sah- neyle seyirci arasında hemen hemen hiç mesafe yok. Hele birinci sıra, sah- nenin tam kenarında. Oyuncularla seyirciler, bir aile sohbetindeymişler gibi içiçe. Zâten bu çeşit tiyatroların amaçlarından biri de budur Tiyatronun açılışında (oçoğunlukla davetliler bulunuyordu. Şairler, ti- yatro eleştirmenleri, (yazarlar, vs.. Üstüste iki akşam hem "İndekiler" hem "Evdeki Yabancı" görüldükten sonra, Sanatsevenlere ggidildi ve ti- yatro ile eserler, oyunlar üzerine ko- nuşulmaya başlandı. Herkes genellik- le bu teşebbüsü değerlendiriyor, be- geniyordu. Sahnenin özellikleri üze- rinde de duruldu. Şairlerimizden bi- rinin eşi, sahne hakkında fikrini şöy- le açıkladı: "— Doğrusu, ben seyirciyken utan- dım. O kadar yakındılar ki... Oyun- cular hiç utanmadılar! Sanatçıya dil ne gerek, mi? Mahmut Makal ile Fakir Bakurt bir süreden beri oOGeorg Town'a devam ediyorlar. Özel İngilizce öğ- Nezihe Meriç Terleyen takdimci retimi görüyorlar. Sonra da Ameri- kaya gidecekler. Makal, DOST dergisi idarehanesin- deki cicim kilimli divana şöyle uzun- ca oturup yorgunluğunu çıkarmaya, bir yandan da demli çayını içmeye başlamıştı. İngilizce öğretiminden pek de memnun görünmüyordu. — Yahu, sanatçıya böyle İngiliz- ce falan gerekmiyor" dedi. "İngilizce öğreneceğiz diye yazı yazamaz ol- duk!." Başa düşen taş Bir edebiyat öğretmeni, öğrencileri- ne şöyle bir ödev verir: "Bugünkü Türk hikâyeciliği ile (oromancılığım hazırlayınız". Sınıftaki öğrencilerden birinin çok yakını, "bugünün tanınmış hikâyecr" lerinden biridir. Çocuk, en iyi ödevi kendisinin ' hazırlayacağından emin, güle oynıya eve gelir. Hikayecinin yardımını ister. Hikayeci şöyle bir başını kafir, konusunda ayrı ayrı on- beşer sorudan otuz soru yazdırır. Ço- cuk ertesi gün ders sorularını götü- rür, öğretmenine gösterir. Öğretmen soruları, konunun işlenmesi yönün- den çok yerinde bulur, beğenir. amam" der, "aferin. Soruları iyi düzenlemişsin. pan bunların ce- vaplarına da hazır İş bu noktadan sonra çatallaşır. Tabii çocuk, soruların cevabını da “bugünün hikayeci" abiden sorar. So- rar ama, hikayeci, kendi düzenlediği soruların bir kısmına cevap vermek- te zorluk çeker. Hattâ veremez... " " — Bunları geçelim"der. "Bunlar ayrı ayrı birer kitap olabilecek ko- nulardır. Ben sizin seviyenize göre cevaplandıramam bunları, öğretme- niniz versin cevabını!"