MUSİKİ Konserler Nikolayeva eçen bir iki hafta içinde bu- Rus piyanisti Ankara ve İstanbul da konserler verdi. Oystrah'ların, Gilels'- şart- Rusya- bekliyebilirlerdi: Tatiana Nikolayeva'nın insanlara has kusurlarının dinleyici- lerde hayal kırıklığına benzer inti- balar bırakabileceği olağan o haller- dendi. Nitekim böyle intihaların yan- lış olup olmadığını anlamak için Ta- tana (Nikolayeva'nın Rusyadaki gerçek değerini Öğrenme arzusu i- çinde bulunan dinleyiciler vardı. Bi- linen, Rusyada odevletin memleket dışına, sanat gücüne ogüvenemediği musikişinasları göndermediğiydi. Bugüne kadar Sovyet Rusyanın, he- le batıya gönderdiği bütün icracılar birer "kültür Sputnik'i" tesiri yap- mışlardı. Tatiana Nikolayeva'nın de- mirperde dışı musiki dünyasında ay- nı, tesiri yapacağı pek sanılmazsa bi- le, dünyanın belli başlı kadın piya- nistlerinden; biri olarak tanınmağa hak kazanmış bulunduğu da su gö- türmez bir gerçekti. İstanbulda Atlas sinemasında verdiği konserde Tatiana Nikolaye- va, gelişmiş tekniği olan bir piyanist, hem de düşünceli bir yorumcu ola- rak halkın karşısına çıktı. - Çevik parmakları ve hafif dokunuşu başlı- ca vasıflarıydı. . Bunların yanında derecelerine hakimiyeti de övgüye değer bir yanıydı. bağlandığı nüans de- "mezzo piano" olduğu söy- i. Fakat güçlü forteler ge- rektiğinde bunları da, zorlama yo- luyla ve piyanoya yüklenerek değil, parmak tekniğinden ve ustaca pe- dal kullanışından faydalanarak, bir de nüans muvazenesinin sağladığı tesirlere (oOgüvenerek elde ediyordu. Nikolayeva, kısa ve küçük parmak- ları olan bir piyanistti. Belki bunun sonucu, piyanodan çıkardığı ses de Ufak, fakat her zaman kontrollü, her zaman hafif ve yumuşaktı. Sı- nırlarını tanıdığı için olacak Tatiana Nikolayeva, birçok Rus piyanistinin aksine, "büyük tavır"a özenmiyordu. Tekniği tabii, rahattı. Baeh'ın "Sol majör Toccata"smda olduğu gibi, kısa süreü notaların eşit değerlerde o ve hızlı tempoda sıralandığı çizgiler pi- yanistin icra başarısının en Yüksek seviyeve yükseldiği yerler oluyordu. Nikolayeva'nın Bach'da gösterdiği 32 üslüp sadeliği, Rameau'nun La mi- nör varyasyonlarında süslemeleri ic- rasında Fransız klavsen musikisi üs- lâbunun gereklerini iyice kavramış oluşunu gösterişi, bu eserlerin klav- sen yerine opiyanoyla çalmışını af- fettirecek derecede başarılıydı. . Bu klâsik-öncesi eserlerde o Nikolayeva, gene birçok Rus piyanistinin o aksi- ne, romantisme özenmiyor, buna kar- şı klavseni de taklide kaçmıyor, fa- kat Bach ile Rameau'nun hangi çağ- da yaşadıklarım bildiğini anlatıyor- du. Bu iki besteci yanında piyanis- tin, Hummerin Rondo'sunu çalışı da konserin en başarılı (o bölümlerinden biri oldu. Dizginsiz duygular yerine (o serin kanlı bir anlatım, Tatiana Nikolaye- va'nın kendini en rahat hissettiği ruh haliydi. Nitekim program ro- mantikleştikçe piyanistin yorum se- viyesi de düşmeğe başladı. o Beetho- ven'in "Appassionata" sonatında din- leyicilerin karşısında artık, omusiki- nin özüne giremiyen, eserin daha çok teknik meseleleriyle ve yapı ö- zellikleriyle (o uğraşan, bu meseleleri başarıyla halleden, fakat musikinin anlamım ulaştıramıyan bir icracı vardı. Bundan başka, yanlış notalar, yutulan notalar, icranın teknik başa- rısına ve eserlerin' maddi özellikle- rinin aksettirilmesine zarar verme- mekle beraber, gitgide çoğaldı. Bn. Nikolayeva'nın ellerinde Chopin, yal- nızca bir teknik gösterisi olarak kal- dı. Rahmaninofun içten duygulan bir türlü anlatılamadı. Ek parça o- larak çalınan Debussy'nin "dair de Lune"ü piyanistin yumuşak (doku- nuşu sayesinde üslübunun bir özel- liğini bulduysa da melodik devam- lılığından, aceleci çalmış ve yutulan notalar yüzünden, bir şeyi er kaybet- ti. Buna karşı, Prokofiyefin, konse- ri kapıyan "Toccata"sı, piyanistin dışa dönük ve sağlam teknikli çalı- şı sayesinde uygun, tesirli bir icray- la sunuldu. Programında kendini birkaç etü- düyle temsil eden Tatiana Nikolaye- va, Sovyet bestecilerinin hepsi gibi, aşırı muhafazakâr, geçmiş bir çağın dilini ve anlatımını tekrarlıyan, üs- telik şahsiyeti de olmıyan bir bes- teciydi. Besteciler Türk filmlerinde musiki Gen haftalar içinde piyasaya çı- kan iki Türk filmi, fon musikisi olarak plâk kullanma gibi kötü bir alışkanlığın yerine, bestecilere-musi- ki yazdırma gibi daha "ahlaki" bir davranışın örneklerini verdi. Bunlar- dan biri Atıf Yılmazın "ölüm Perde- si" filmiydi. Bu filme Yalçın Tura caz musikisi yazmıştı. Yalçın Tura caz bestecisi değildi, fakat kendisin- den bu yolda bir musiki istendiği za- man cazı incelemeğe başlamış, kısa zamanda bu "yeni" dilin esaslarını öğrenmişti. Bu yeni yolda genç bes- tecinin yadırgama hissettiği, i "ölüm Perdesi "ninen değerli yanıydı. Ne yazık ki filmin yapıcı- ları gene de yer yer plak kullanma alışkanlığından kendilerini kurtara- mamışlar, ellerinde Turanın musiki- si ve bu musikiyi çalan Nejat Cen- deli kuarteti varken, bar sahnesin- de, bir' caz orkestrasının sesinin du- yulması gereken sahnede plâk kulla- narak hem telif haklarını bir kere daha çiğnemişler, hem de . perdede görünen üç kişilik orkestradan kos- koca caz orkestrasının sesinin çık- ması gibi bir (omantıksızlığa, film geleneklerine uyarak, bir' daha düşmüşlerdi. Öbür film, Attilâ Tokatlı ve Sel- çuk Bakkalbaşının "Denize İnen So- kak" adlı, Avrupada bir iki sinema festivaline katılmış filmiydi "Deni- ze İnen Sokak" için, bestecilik" gör- güsünü Pariste edinmiş Tahsin Ka- valcıoğlu musiki yazmıştı. Kavalcı- oğlu partisyonunu hazırlarken gü- nümüzün çalgı musikisi dillerinin en ilerisini seçmiş, "Webem tesirlerinin elektronik musiki estetiğiyle birleş- mesinden ortaya çıkan üslüpta bir musiki'yazmıştı. o Partisyonu, filmin olaylarına ouydurulma kaygısı zünden, gerçi kopuk ve bağsız ola- rak filmin ses bölümünde yer almış- tı. Bu bakıma, yaylı kuartet İçin yazdığı eserin süresi, bütünlüğü, ya- pı özellikleri üzerinde bir hükme varmak imkânsızdı. Fakat, lar halinde dinletilenden ğı kadarı, Tahsin Kavalcıoğlunun, yerli film fon musikisi "geleneği- ni fersah fersah aşıp önceliği oolmı- yan bir yenilik getirmesi bir yana, dünya filmciliğinin fon musikisi öl- çüleri içinde de en ileri bir. yolda olduğu görülüyordu. Kavalcıoğlu, yaylı çalgıların tını imkânlarını ya- landan tanıyordu ve bunları usta- da, hem de hayal gücüyle beslenmiş bir çalışmayla işlemişti. Yazdığı mu- siki hem de, filmin kahramanı Ali Beyin, çevresinin Oogerçekleri dışın- daki soyut dünyasına da uygun dü- şüyordu. İcracıların -yâni Orhan Bo- rar kuartetinin- ise, bu türlü bir musikinin çalmışının verdiği (o yargı imkânları içinde, başarılı (olduğu söylenebilirdi. AKİS. 12 ARALIK 1960