TİYATRO geniş bir seyirci topluluğunu, bilhas- sa genç kuşakları kendisine çekmiş- tir. Donald Mc Whinnie'nin teferrua- ta varıncıya kadar büyük bir itina ile gerçekleştiı-miş olduğu reji, herşey- den önce bu üslübu, bu havayı veri- yor, biri birinden azçok belirli farklar- la ayrılan bu üç kişinin kupkuru oyu- nunda olduğu kadar temsilin bütü- nünde de o "bekleyiş", "ne olduğu bi- linmeyen şeyi bekleyiş" havası kuv- vetle hissediliyor. Site Tiyatrosunda eseri -Londra temsillerini görmeden- sahneye koy- muş olan Yıldız Kenter, bu "bekleyiş" havasım İngilizler kadar elle tutulur halde vermekten, haldi olarak, sakın- mış. Oyunun o zaman ne ağır, ne kas- vetli, ne boğucu .bir hal alacağını sez- miş olmalı... Bâzı İngiliz seyircilerine temsili yarıda bıraktıran da, elbette ki başka bir şey değildi. Yıldız Ken- tetin rejisi daha çok eseri Türk se- yircisine yaklaştırmak amacım güt- müş. O, realist, hattâ natüralist de- kor içinde "mücerret bir oyundan çok, "duygulu" ve "beşeri" bir oyunu tercih etmiş. Mick'i, -küçük kardeş-, öbür kişilerden farklı, daha hareket- li, daha gürültülü bir oyunla canlan- dırmakta, onun oyunuyla olsun seyir- ciye biraz nefes aldırmakta, onu biraz oyalamakta, sonra Aston'a -Ağabey- akıl hastahanesinde geçirdiği şokları, ameliyatı anlattığı sahnede o uzun tiradı çok duygulu bir eda ile söylet- mekte fayda görmüş. Hakkı da yok değil. Müşfik Kenter o tiradı da öyle söylemese ve oynamasa, seyircimi- zin "Kapıcı'da "dişine göre" birşey- ler bulması çok güç olurdu. Ama, e- seri seyircimize (yaklaştırmak gibi bir avantajı olan bu rejinin "insanla- rın biribirlerile konuşmalarının bile imkânsız" olduğuna inanan yazarın ana düşüncesine, üslübuna ve tiyatro anlayışına aykırı düştüğünü de itiraf etmek lâzım. "Kapıcı" Site Tiyatrosunda esi az görülen bir ahenk içinde, çok iyi oynanıyor. Serseri Davies'i canlandı- ran Şükran Güngör sanat hayatının en başarılı kompozisyonunu gerçek- leştirmek fırsatım bulmuş. Böyle bir rol için pek genç olmasına rağmen, o tortu haline gelmiş ihtiyarı, bütün se- faletiyle, çok isabetli bir ton üzerin- den, baştan sona kompozisyonunu hiç aksatmadan yaşatmağa ve en 2Zolu, pna gerçekliği olan çok beşeri bir çeh- re -kolay kolay unutulmıyacak bir Cehre- vermeğe muvaffak oluyor. Müşfik Kenter ağır, son derece ölçü- lü bir oyunla Aston'u yaşatıyor. Sa- nat mizacı böyle bir rolü Londradaki kuruluğu işinde canlandırmasına en müsait medyenimiz (olduğu halde bu zavallı akıl hastasına seyircinin 32 kendiliğinden sempati duyması, acı- ması imkânsız bir şeymiş gibi konuş- malarına, oyununa yer yer kendine "acındıran" bir eda veriyor. Ama bu oyun tarzının rejinin anahatlarına bağlı bir tutum olmadığı da söylene- mez, tersine öyle olması gerekir. Mick'de Genco Erkal, gene rejinin bile bile oyununa kattığı fazla, hat- tâ aşırı dinamizm bir yana, zevkle seyrediliyor. Bütün kusuru her rolde mutlaka "sevimli" olmıya çalışması, fakat "zıpır"lığa kayan kompozis- yonuyla Mick'in anormal, en azından "garip" görülmesi gereken tarafları- nı duyurmağa muvaffak oluyor. 6 Tiyatrosu Lale Oraloğlu ile arkadaşlarının kur- dukları ve Pangaltıda, eski Tan Sinemasında faaliyete geçirdikleri “6 Tiyatrosu'nun programındaki Muh- sin Ertuğrul imzalı başyazı, bu yeni sanat topluluğunun nereden, nasıl doğ duğunu, hangi amacı güttüğünü ye- teri kadar açıklıyor. Yıllarca (evvel Küçük Sahne ile ekilen tohum "tut- muş", türlü merhalelerden geçerek "yeşermiş", şimdi İstanbulun kuze- yinde ve batısında, Site Tiyatrosu, Bulvar Tiyatrosu, Agâh Hün ve Al- “Evlilik Dolabı" Yeşeren ümitler tan Karındaş tiyatroları ile "kol bu- dak salmış"tır. İşte, 6 Tiyatrosu da c tohumdan yeşeren, rl gelişen "kol budak"lardan bir 6 Tiyatrosu, Ali da anlaşıla- cağı gibi, Tevhit Bilge ve arkadaş- larının Sahne 4 topluluğu ile paylaş- tığı bu tiyatroda, saat 18 de temsil- ler veriyor. Sahneye koyduğu ilk e- ser, 2 perdelik orijinal bir Amerikan komedisi, Leslie Steyens'in "Evlilik Dolabı" -The Marriage-Go-Round"-. "Evlilik Dolabı"nın orijinalliği şu- rada: Yirmi yıldanberi evli olan, çok iyi anlaşan ve biribirini gerçekten seven, ikisi de üniversite hocası, ay- dın bir karı-kocayı, savundukları iki konferans tezini, seyircinin gözü ö- nünde, bizzat kendi hayatlarında tatbik etmek gibi oldukça nâzik bir durumda bırakıyor. Koca "tek eş- lilik" müdafiidir. Medeni, karısında . Karısı ise karı-koca haya- tını zehirleyen, cehennem haline ge- tiren lüzumsuz kıskançlıkların aley- hindedir. Kendinden emin bir nın kocasını, hangi şartlar olursa olsun, kıskanmaması gerekti- gi, onu bu gibi basit duyguların üs- tüne çıkarak kendisine daha iyi bağ- layacağı kanaatindedir. İki taraf da bu fikir ve kanaatleri savunurken, evlerine bir misafir ge- lir. Bu misafir, İsveçli bir meslekdaş- larının, meşhur bir bilginin genç, gü- zel kızı Katlin Sveg'dir. Ev sahibi antropoloji profesörü Paul Delville'- in bir televizyon konuşmasını dinle- miş, onun olgunluğuna, zekâsına hay- ran olmuş ve., ondan bir çocuk edin- meği kafasına koymuştur. Evet, bir çocuk edinmeği. İsveç örf ve âdetle- rinin, kanunlarının babasız çocuklara tanıdığı haklara güvenerek bu tasav- vurunu gerçekleştirmek için de İs- veçten kalkmış, Amerikaya gelmiş- tir. Koca, savunduğu tezi sıfıra indi- recek bu güzel kızdan kendini koru- mak için elinden geleni yapar. Ma- dam Delville, kocasının sevgisinden, kendi zekâsından ve henüz muhafaza ettiği güzelliğinden emin olan bu ol- gun kız koleji müdiresi de, maksadı- nı açıktan açığa söylemekte mahzur görmeyen bu İsveç dilberim ciddiye almamak, hele onun tasavvurunu ger- kadar "dişi"dir ki, dına erişir gibi olur. kadın, saadetinin tehlikeye düştüğünü görünce son bir gayret göstermeğe her kadının başvurduğu son çâreye AKİS, 2 ARALIK 1960