mişti. Bankalar bu yüzden kredi e- sirgememişlerdi. Şirketin mamulleri- nin ithali yasak edilmiş, ne yaparsa Türkiyede satılması sağlanmıştı. Ra - kipleri ise, hiç gelişememişti. Böyle- sine verimli bir sanayi dalında Vini- leksin tek. başına, adeta bir tekelin sahibi olarak kalması belki hayret uyandırabilirdi. Ama, onda da kanun dışı, bir cihet yoktu. Her halde,. Do- lay ve Altan birer harika iş adamıy- dı. Eğer Ragıp Sipahinin mektupları ele geçmemiş bulunsaydı, Vinileks harikulade gelişmesine devam edecek, herkes Dolayla Altanın kabiliyetleri- ne hayran kalacak, Polatkanın ismi etrafındaki söylentiler de birer söy- lentinin hududunu aşmayacaktı. Halbuki, mektuplar kazın ayağı- nın böyle olmadığım ispat etti ve D. P. iktidarının alameti farikası "nü- fuz ticareti"ni bütün teferruatıyla or- taya koydu. Vinileks mükemmel bir inkişaf kaydetmişti. Ama sebebi, dev- rin Maliye Bakanı Hasan Polatkanla ortaktı. Bankalar kredi esirgememiş- lerdi. Zira Polatkan işleri bizzat ta- kip ediyor, yumurtanın tavuktan ta- vuğun ise yumurtadan çıkması gibi kredi aldıkça Vinileks inkişaf ediyor, inkişaf ettikçe kredi alması kolayla- -ıyordu. O kadar ki 20 bin lira serma- yeyle kurulmuş şirket bugün 40 mil- yon liranın üstünde krediye sahipti. Şirketin mamullerinin ithali yasak edilmişti,zira Polatkan bunu İktisadi Koordinasyon Heyetinde savunmuştu. Şirket ne imal ediyorsa Türkiyede sa - tılıyordu, çünkü alıcı firmalar Polat- kanın tavsiye telefonlarına maruz ka- lıyorlar, devlet sektörü siparişlerini Vinilekse veriyordu. Böylesine verimli bir sahada başka rakibin gelişeme- mesi ise tehlikeli bir firma belirdi mi Maliyenin o firma başına belâ edilme- sini istemesi neticesiydi. Ham mad- deye gelince, Vinilekse bütün kapılar. Polatkanın telefonları neticesi açık tutuluyor, fabrika neye muhtaçsa alı- yordu. Ee, bu kadar avantaj biraraya geldikten sonra Dölay ve Altan de- gil, Pazarola Hasan bey bile elbette ki milyon üstüne milyon ekleyebilir- di. İşte Polatkan, bunca nimeti "yir- mi yılık yapışkan bir dostun ha- tırı" için sağladığını Yassıadada cid- di ciddi ve tam bir pervasızlıkla ifade etti! Belki de bunun içindir ki dâvanın sonu çabuk alındı. Haftanın ortasın- daki üçüncü celsede tanıkların dinlen- mesi bitti ve sanıklar tevsi-i tahkikat talepleri olmadığını söylediler. Bunun üzerine Savcı iddianamesini okudu. Uzun iddianamenin fazla cazip bir ta- rafı yoktu ve hâdiselerin alt alta ya- zılmasından ibaretti. Savcı, okuduğu 26 Düşüğün Dramı Hayrettin Erkmen u haftanın başlarında bir gibi, Yassıadanın jimnastikhaneden bozma B duruşma salonunda hakiki bir "İnsanlık Faciası" cereyan etti. Sa- nık mahallinde, deniz tarafına düşen sandalyada oturan gençce, ufak tefek adama karşı hiç kimse en ufak bir merhamet hissi veya sempati duymuyordu. Menderesin Bakanlarından biriydi. Son güne kadar onun elleri kanlı kabinesinde kalmış, bütün günahlara İştirak etmiş, bil- hassa 1957 seçimlerinden bu yana -İhtimal, o seçimleri Giresunda kay- betmiş bulunduğunu (O(mükemmelen bildiğinden- Büyük Meclisin en müfrit, en tahammülsüz Demokratlarından biri olmuş, hususi haya- tında ise bir şımarık tip olarak o tarihten itibaren sadece istihfaf top- lamıştı Düşük Ticaret Bakanı Hayreddin Erkmen hakkında, hemen bütün salonun kanaati buydu. Ama duruşmalar sırasında bir hadise cereyan etti ve Hayreddin Eritmenin çehresi, bir an bir ifade aldı ki yürekler ister istemez ezildi. Tanık mikrofonunun başında beyaz saçlı, gözlüklü, sevimlilikten zerrece nasibi bulunmayan bir adam ifade veriyordu. Bu, Hayreddin Eritmenin "müsteşarım" dediği Ahmet Cemil Conktu. Düşük Bakan, Mandalincinin hesabını ne şekilde kapattığını anlatmıştı. Merkez Ban- kası Umum Müdürü kendisini ziyaret edip meseleyi ortaya atınca üzüldüğünü, bizzat Nail Gidel söylemişti. Müsteşarını çağırmış ve onunla bu paranın Merkez Bankasına nasıl ödenebileceğini görüşmüş- tü. İşlediğinin bir suç olduğunda zerrece şüphe yoktur. Yapılmayacak bir iş yapmış bulunduğu, fütursuzluk ve pervasızlığın en parlak numu- nesini verdiği de muhakkaktır. Ama bunu yaparken müsteşarıyla is- tişarede bulunmuştur ve iki adam beraberce Ur yol bulmuşlardır. Bu- nun üzerine Ahmet Cemil Conk Ofislere telefon etmiş ve Merkez Ban- kasına altışar bin lira ödemelerini emretmiştir. ddin Erkmen, ortada bir yazılı emir bulunmadığından bunu inkar edebilirdi. Baştan itibaren etmemişti. Mahkemede de etmedi. Suçtan habersiz olduğunu ileri sürebilirdi. Baştan itibaren sürmemiş- ti. Mahkemede de sürmedi. Hadiseyi olduğu gibi emri veren müsteşa- rının sırtına yıkabilirdi. Yıkmamıştı. Mahkemede de yıkmadı. Buna mukabil Ahmet Cemil Conk, inanılmaz bir soğukkanlılıkla tanık ma- halline geldi ve Hayreddin Eritmenin kendisine sadece, Ofislere tek- rarladığı emri bildirmekle yetindiğini, eğer Mandalincinin adı geçsey- di böyle bir şeyi katiyyen yapmayacağını belirtti, hattâ bunun nasıl yapılabileceğine pek şaştı! Hayreddin Erkmen hikayenin kendi anlat- tığı şeklini tekrarladığında fütursuz, reddetti. İşte o an, bir çok kimse alamadı. Evet, düşük Bakana karşı sempatinin s'si yoktu.. Al Conka tahammül gene de kabil değildi. Nitekim Hayreddin Erkmen sesinde belki de ilk defa samimi bir hüzün "Şimdi anlıyorum ki müs- teşarımı hatalı seçmişim. Derin hayretimi ifadeden başka söyleyecek bir şeyim yoktur" dediğinde vicdanlardaki burkulma, acısını birar da- ha arttırdı. e Ahmet Cemil Gonk bu ifadeyi verdikten sonra. Yüksek Ada- let Divanının kapısından, ellerini kollarını sallaya sallaya çıkıp gitti u, Yassıadada ilk defa cereyan ediyor, böyle bir his duruşma salo- nunda ik defa yürekleri sarıyordu. AKİS, 11 KASIM 1960