de, bir veya iki öğrenci kulaklıkları vasıtasiyle bir teypten takip ettikleri ingilizceyi, yüksek sesle tekrarlıya- rak öğreniyorlardı. Daha sonra. Kolejin henüz inşa halinde bulunan ve Amerikan yardı- mıyla yapılan mühendislik kısmı bi- nası gezildi. Bu geziden dönerken Gürsel, bir ara yanına yaklaşan Ame- rikalı Müdürün "İnşallah, yardım de- vam ederse, bu bina da biter" sözüne bir hayli güldü ve gazetecilere döne- rek, "Görüyor musunuz, bu da bizde kala kala, bize benzedi!.. İşini inşal- lahla yürütmeyi öğrendi" dedi. 32 si kız olmak üzere 900 küsür öğrencinin okuduğu bu okuldan ayrıl- madan önce, kendisini alkışlayan öğ- rencilere Gürsel, "Bakıyorum çok ne- şelisiniz. Galiba derslerinizi astınız!.. Ama çok çalışmanız gerekir" diye ta- kıldı. Kızlar arasında m mn yeşil çam oruluğu arası bulunan Ame- ii Kız Ko olejine, saat 10. 05 te va- ran Gürseli, giriş kapışında Kolej mü- diresi Amerikalı Prof. Sims karşıla- dı. Bu arada vişnerengi ceket, siyah eteklik giymiş bir takım küçük yaş- ta kız öğrenci de muntazam sıra ha- linde dizilmişti. Ama, bunlar bir Dev- let Başkanını nasıl karşılayacakları- nı kimseden öğrenmemiş olacaklar ki Gürselin "Nasılsınız?." hitabına -bir- kaç ezik ses hariç- hiç bir cevap ver- mediler. Belki Amerikada öyleydi. Bir devlet büyüğünün "nasılsınız" so- rusuna hiç olmazsa "sağol" demeyi bilmiyorlardı. Türk olmalarına rağ- men, Amerikan kültürü alıyorlardı. Bunu bilen Gürsel, yine babacan tav- rını takınarak bir iki öğrenciyi okşa- dı ve Kolej binasına girdi. İkinci kattaki konferans salonun- da bütün öğrenciler toplanmış, yer- lerini almışlardı. Salon, bir konferans salonundan ziyade sahnesiz bir tiyat- ro salonuna benzemekteydi. Gürsel, buraya öyle basit bir ziya- ret için gelmemişti. Daha önceden bu okulda bâzı üzücü olayların vuku bul- duğu bilinmekteydi. Gürselin üzerin- de durduğu bu olaylardan biri de, bir müddet önceki meşhur “sual hırsızlı- ğı" idi. Nitekim saat tam 10.11 de mikro- fonun başına geçen Gürsel, çoğu a- yakayak üstüne atmış bir vaziyette oturan öğrenci topluluğuna şöyle de- iz — Kötü bir hâdise benim bu iyi ziyaretime vesile olmuştur. Bu hâdise bir çalma hadisesidir., Hayatımda be- ni üzen çok hâdiseler olmuştur. Bu hâdiseye muttali olduğum vakit duy- duğum üzüntü ise, diğerlerinden sok büyüktür. Bir Türk kızından, çok a- AKİS, 11 KASIM 1960 Gürsel basın mensuplarıyla Başkan ve dostları sil davranışlar beklenir. Ancak, kapı- ları açmak cür'etini göstermek, asla marifet değildir. Bunu hiçbirinize ya- kıştırmam." Gürsel, böylece kısa da olsa, ken- disini üzen hadiseye açıktan temas ettikten sonra tok sesiyle biraz da ah- lak dersi vermek istedi. Kız kolejlile- re ahlakin, bilginin üstünde bir fazi- let olduğunu, bilgi ile birlikte ahlâ- kın da gerektiğini anlattı v. — Sadece bilgi için almak kötü ve haris bir insanın para için ça- lışmasına benzer. Bu karakterde olan biri ne kendisine, ne ailesine faydalı olur" dedi. w ve mümkün olduğu kadar tesirli bir şekilde konuşuyordu. "Biz çocuklarımızda, yarının anne olacak gençlerinde o fazilet ve ahlak arıyo- ruz" diye sözlerine devam etti ve ko- nuşmasını "İrfan yuvanızın harimine el uzatmayı çok kötü görüyor, bunu feci bir hadise telâkki ediyorum" di- yerek bitirdi. Öğretmenlere de ahlâk dersi gürsel bu konuşmasından sonra, ah- lâk mevzuunda esas vazifeyi o- muzlarına yüklenen Kolej öğretmen- leriyle de konuşmayı çok arzu ettiğini yanında bulunan vazifelilere bildir- di, öğretmenlerle yapılacak konuşma belki çok acı, belki de tatlı olacaktı. Ama, gazeteciler özel odaya, sıkışık vaziyette toplanan öğretmenlerin ara- sına sokulmadıklarından ne konuşul- duğu tam öğrenilmedi. Duyulan tek şey, açılan kapıdan Gürselin son cüm- YURTTA OLUP BİTENLER lesi oldu. Gürsel kendisini ilgi ile din- liyen öğretim üyelerine: ("Elinizde çok kaypak bir madde var. Çok dik- katli kullanmanız lâzım. Elinizden fırladığı zaman, kendi istediği istika- mete gider" demekteydi. Bu tek cüm- leden de, Gürselin Kolejdeki son hâ- diseyle ilgili bir ahlâk dersi daha ver- diği anlaşıldı, Saat 10.30 da Amerikan Kız Kole- jini terkeden Gürsel, 11 dakika sonra Baltalimanında Fen Fakültesine bağ- lı Hidrobiyoloji Enstitüsüne gidip, ü- çüncü kattaki odada oturduğu vakit evvelâ "Eh artık, bir kahveyi de hak ettik!" dedi. Karşısında, Fen Fakül- tesi Dekanı Prof. Atıf Şengül vardı. Burada konuşmalar hep "balıkçılık" üzerine oldu. Konuşma, bir saat ka- dar sürdü. Saat 11.35'te Hidrobiyoloji Ens- titüsünü terk eden Gürsel Ve berabe- rindekilerin Emirgân sırtlârındaki bir koruluğa doğru tırmandıkları görül- dü. Siyah Cadillac, tarihi bir köşkün önünde durduğu zaman saat 11.49 ol- muştu. Burası bir zamanlar harap olmaya yüz tutmuş, daha sonra istim - lâka tâbi olmuş ve en sonunda da o- narılmış bulunan Prens İsmaile ait "Sarı Köşk"tü. Köşkün boş, fakat ga- yet iyi restore edilmiş odalarını gezen Gürsel alt kattaki banyo odasında gömme küveti görünce, "Herşeyi Av- rupai yapıyoruz. Şurada, bir kuma olsa da insan, eski usül yıkansa daha iyi değil mi?" dedi. Anlaşılan Gürsel yaklaşan kış içinde İstanbula geldiğin de günlerini bu köşkte geçirecekti, Ni tekim Gürsel, hemen her tarafını iyice gözden geçirdiği köşkten ayrılırken binayı korumakla görevli kimseler, kendisinin bu veya bunun yanında bu- lunan "Beyaz Köşk*'e mutlaka yerle- şeceğini belirtmekteydiler. Gürsel, Beşiktaştaki Et ve Balık Kurumuna ait soğuk hava deposuna gittiği zaman ise saat 12.08 di. Bura- ya da yine balıkçılık mevzuuyla ilgi- li olarak uğramıştı, Baltalimanındaki Hidrobiyoloji Enstitüsünde balıkçılı- ğın gelişmesi yönünden bilgi alan Gürsel, Beşiktaştaki soğuk hava de- posunda balıkların muhafazası konu- sunda aydınlatıldı. Artık, öğle olmuş- tu, Kendisinin değilse bile, yanında- kilerin karınları acıkmıştı. Depodan, saat 12.40 da ayrılan Gürsel, doğruca Floryada, kendisine tahsis edilen köşke gitti. Floryada saat 15.30 da, emekli subaylarla yaptığı Özel görüş- meyi bitirdiği zaman, karaya ayak basışındaki ozindeliğin yerini, yavaş yavaş bir yorgunluk almıştı. Beyti ustanın kebapları aftanın başlarındaki o gün İstan- bula bu dönüş, Karadenizde yapı- lan bir küçük seyahatin sonunu ifâde 17