Emir subayı anlatıyor ayreddin Sümer, Başşsavcılık ta- rafından tanık olarak gösteril- mişti. Sert adımlarla mikrofon başına geldi, ayaklarını vurup başını eğerek Başkanı askerce selamladı. Hâdise sı- rasında Başbakanlık emir subayıydı. 7 Eylül 1955 günü Ankarada bulunu- yordu. Menderes İstanbula, yanına Hususi Kalem Müdürü Muzaffer Er- süyü alarak gitmiş, kendisini baş- kentte bırakmıştı. O sabah telefonla acele Başbakanlığa çağırılmıştı. İs- tanbul hâdiseleri kendisine Kalem Şe- fi Adnan Zafir tarafından anlatılmış- tı. Bunun üzerine Hususi Kalem oda- sına geçmiş ve vazifeye başlamıştı. Başbakanlığa, o tarihlerde Devlet Bakam ve Başbakanın sağ kolu du- rumundaki Mükerrem Sarol gelmiş ve işlere el koymuştu. Emirleri o ve- riyor, telefonlarla o görüşüyordu. Bir çok yeri aratmış, Sümer oraları bu- lup bağladığında Sarol vaziyet hak- kında bilgi almıştı. İstanbulu, Beykoz ilçesinde Mehmet Kaptanı, Adalar il- çesi D.P. başkanlığını bulmuş, konuş- muştu. Hayreddin Sümer bunları anlatır- ken Bayar dikkatle dinliyor, Mende- res kayıtsız görünmeye çalışıyordu. Hem salon, hem diğer sanıklar ve a- vukatlar alâkalanmışlardı. Eski emir subayının tafsilatıyla bildirdiğine gö- re o sabah kabinenin üçte iki Bakanı Sarolun başkanlığında toplanmışlar- dı. Başkaları da geliyorlar, gidiyor- lardı. İşte böyle bir arada Sümer, bir telefonun bağlandığını haber vermek üzere düşük Devlet Bakanının yanına girmişti. Sarol, o sırada yanında bu- lunan arkadaşlarına şöyle demektey- i: "— Yapın dedik. Ama yapın de- dikse, böyle mi yapın dedik? Türk milletine vur deyince, öldürür zaten. Halbuki dirayetli idare âmirleri, hâ- diselere pekâlâ hâkim olabildiler. Me- selâ Hayreddin Nakiboğlu.." Eski emir subayı bundan başka Gökay ve Erişle yaptığı İki konuşma- yı nakletti. Hâdiselerden bir kaç gün sonra Başbakanla birlikte İstanbula gitmişlerdi. Orada, kaldıkları Park Otelde Emniyet Müdürü Alâeddin E- rişi görmüş ve kendisinden hâdisele- rin niçin bastırılamadığını sormuştu. — Alâeddin bey, siz tabancanızı çekip on kişiyi dağıtamaz mıydınız? Şahsen müdahale etseydiniz ya.." de- mişti. Bunun üzerine Eriş kendisinin e- linde yapacak bir şey olmadığını, du- rumu muntazaman, dakikası daki- kasına alâkalılara, bu arada Bayara ve Menderese de bildirdiklerini, lerini ve emir verebileceklerini söyle- AKİS, 11 KASIM 1960 Adnan Menderes Sesi soluğu kesildi miş, "O takdirde böyle olmazdı" de- mişti. Sümer İstanbul vilâyetinde de Gökayla konuşmuş, ona da aynı su- ali sormuştu. Gökay şöyle demişti: Ben her şeyi yaptım. Hâdise- lerin olacağını biliyorduk. Tedbirleri- mi almış, askerden yardım istemiş- tim. Bu hususta yazılı emirlerim var- dır. Ama İçişleri Bakanı Gedik, Em- niyet Genel Müdürü Ethem Yetkiner burada bulunuyorlardı. . İşleri onlar idare ettiler. Ben kendimi kurtarırım. Onlar düşünsünler." " Hayreddin' Sümer bundan sonra düşük Menderesin sözlerini nakletti. Menderesin bu sözlerini duyduktan sonra Muzaffer Ersüyle birlikte Hu- susi Kalem GE A geçmişlerdi. Ora- da Sümer Ersüye **— Ağabey, ne oldu böyle?" diye sormuştu. Bunun üzerine Ersü şu cevabı ver- mişti: — Bir halt ettiler, şimdi temizle- meye çalışıyorlar.." İşte, düşük Başbakanın, o "kelâm ishali"ne müptelâ adamın, hakkında kalkıp ta tek söz söylemediği ifade bu ifade oldu. Fasafiso müracaatlar Tanıklar bitmişti. Gerçi Yüksek A- alet Divanına müracaatlar de- vam ediyordu. Tanık olarak bir çok kimse dinlenmek istiyordu. Ama mektuplar okunduğunda görüldü ki bunlar dâvaya yeni bir ışık tutacak mahiyette değildir. Bir tanesinde 6/7 YASSIADA DURUŞMALARI Eylülün İstanbulda D.P. teşkilâtı ta- rafından organize edildiği ve Mende- resin bu husustaki emirleri İstanbul Başkam Hayri Gönen vasıtasıyla ilet- tiğini bildiriyordu. Bir başka mektup, daha evvelce tanık olarak dinlenmiş bulunan Aziz Ozana aitti. Ozan, Gö- kayın hâdiselerin tertip olduğundan haberdar bulunduğunu, o tarihlerde Bayarla Menderesten korkusundan a- çıklamadığını söylüyor ve F.K.G. nin meçhul cinayete kurban edip temiz- lettirebilirler" dediğini (o bildiriyordu. Mektupta bu neviden daha bir çok hi- kâye vardı. Başkan, ne diyeceğini F. K.G. den sordu. Eski vali zıplaya zıp- laya mikrofon başına geldi, bir deniz assubayı âleti boyuna göre ayarladık- tan sonra konuştu. Tıp ilminde "Ma- sal uydurma" diye bir hastalık vardı. Aziz Ozanın buna müptelâ bulunduğu anlaşılıyordu. Böylece dâvanın ilk safhası aşa- ğ$ı yukarı sona erdi. Bütün tanıklar dinlenmişlerdi. Bâzı tevsii tahkikat talepleri vardı. Başsavcı bunların to- punun reddini istedi. Menderes -ko- nuşmazsa ölür her halde- dayanama- yıp söz istedi ve Gedikin olduğu bü- dirilen bir takım notların okunmasını talep etti. Halbuki Başsavcı bu meç- hul notların da dâvayla alâkası bu- lunmadığını, zira bunların 6/7 Eylül- den çok sonra yazıldığım belirtmişti. Hâkimler Heyeti, bütün bu hususlar hakkında karara varmak üzere mü- zakereye çekildi. Müzakere tahminlerin üstünde u- zun sürdü. Bu sırada sanıklar, başta, o Mecliste yarım saat oturamayan Menderes, ışıkların ve onlardan da müthişi, dinleyicilerin merak dolu na- zarları' altında sandalyaları üzerinde hareketsiz oturuyorlardı. Ama vakit geçince her birinde, bilhassa Bayarda ve Mendereste sinirlilik alâmeti be- lirdi. Hâkimler heyeti tevsii tahkikat taleplerini reddetmişti. Ancak, dâvay- la alâkalı bâzı hususların tahkiki ve bâzı tanıkların odinlenmesi gereki- yordu. Tanıklar arasında Namık Ge- diğin eşi Melahat Gedik de vardı. Cumartesi günü duruşma salonu- nun gene kalabalık olacağı anlaşılı- yordu. Yolsuzluklar Görülmemiş kepazelik (Devam) (Kapaktaki çuval) u haftanın başından itibaren Yassı- adaya gidenler, pek fazla heye- canlı günler geçilmediler ama bir devir boyunca hükümet işlerinin, dev- 21