BİLİYOR MUYDUNUZ? £ TURKİYE PARİSTEKİ MİLLETLER Tiyatrosu faalıyelıne bu se- * DEVLET OPERASI, mevsimin üçüncü eşyaların da bir ruhu olduğu" na ge- nmayın!. A. Husson un frenk icadı. Onun için de bir acaipli- ği olacak tabii. Kocasının çapkınlığı- na dayanamıyacak hale gelen genç ve guzel bir kadın, tabancayı çektiği kurşunlar sahtedir. Kocası, akıbeti beklediği için, kurşunları za- rarsızlarıyla değiştirmiştir. dın inadı bu, kolay kolay gevşer mi? Biraz sonra aynı tabancaya kurşunlan doldurup, AKİS, 17 ŞUBAT 1960 defa olarak Devlet Tiyatrosunun vereceği temsillerle katılmış olacaktır. Milletler Tiyatrosunun neşrettiği "Le Ren- dez-Vous” dergisinin son sayısında verilen malümata göre Devlet Tiyatrosu Patiste, bu mevsim, başında sahneye konul- muş olan, Sophokles'in "Kral Oidipus” trajedisini temsil ede- cektir. "Kral Oidipus” temsiliyle Türk aktörleri Pariste, mil- letlerarası bir tiyatro hareketi içinde, ilk defa sahnede görül- müş olacaklardır. Tiyatro çevrelerimizde bu ilk 'görünüş'"ün yalnız aktörlerimize inhisar etmemesi, Sophokles'in eserinin ya- nısıra Parise, bir Türk piyesinin de götürülmesi temenni edil- mektedir. DÜNYAÇA TANINMIŞ OPERA SANATKÂRIMIZ Leyla Gencer, D talyada verdiği son temsillerde yeni muvaffakiyetler kazan- mıştır. Palermodaki Massimo Tiyatrosunda Verdi'nin "Mac- beth" operasında Lady Macbeth rolünü temsil ve İcra ettik- ten sonra Romaya geçen Leylâ Gencer, Roma Operasında 4,7 ve 10 şubat akşamları, Mozart'ın "Don Giovanni” operasında başkadın rolünü oynamış ve ilk defa teganni ettiği İtalyan başkentinde büyük bir ilgi uyandırmıştır. Roma gazeteleri gü- zel sesli, güzel yüzlü Türk sopranosundan uzun uzun bahset- mektedirler. Bugünlerde Ankaraya dönmesi beklenen Leyla Gencer, Dışişleri Bakanlığının tertiplediği bir program gereğince Hin- distana gidecek, Bombay ve Yeni Delhide konserler verecektir. * İNGİLTERENİN BAŞLICA TİYATRO DERGİSİ olan "Theatre World"- un muharrirlerinden Ossia Trilling, Milletlerarası Tiyatro Ens- titüsü Türkiye Milli Merkezi ile Basın Yayın U. Md.nün da- vetlisi olarak, eşiyle birlikte Ankaraya gelmiştir. Devlet Ti- yatro ve Operası temsillerini seyreden, tiyatro çevreleriyle te- maslarda bulunan İngiliz muharriri şerefine Devlet Tiyatrosu U. Md. Cüneyt Gökçer, pazargünü, "Klüp 47"”de bir öğle yeme- ği vermiştir. Ossia Trilling pazartesi günü İngiliz Kültür He- yetinde İngilteredeki yeni tiyatro hareketleri ve gelişmeleri üzerine bir konuşma yaptıktan sonra İstanbula hareket et- miştir. Misafir muharrir İstanbulda da tiyatrolarımızı tetkik ettikten ve tiyatro adamlarımızla temaslarda bulunduktan sonra, hafta sonunda Atinaya gidecektir. yeni eseri olarak "Otel- o” operasını çıkarmıya hazırlanmaktadır. Mart ayı içinde ilk temsili verilmek istenen "Otello'yu Ertuğrul İlgin sahneye koymaktadır. Bu eserde tenor partisini söylemek ve uzunca bir zaman misafir sanatkar olarak temsillere iştirak etmek üzere tanınmış İtalyan tenoru Roberto Turrini ile anlaşmaya varılmıştır. * ANKARADA büyük bir rağbet görmüş ve 74 temsilde 110.000 l ira hasılat yaparak Üçüncü Tiyatroda bir rekor kır- mış olan "Dört Albayın Aşkı” piyesi İzmirde büyük bir ilgi ile karşılanmışttr. P. Ustinov'un eseri 4 şubattanberi İzmirde "kapalı gişe" oynanmakta ve haftalık biletler bir günde satıl- maktadır. de, işini tamamlıyor.. Ahret memuru da yakışıklı kocayı alıp öbür dünyaya götürmeye geliyor. Ama ona şu müj- deyi de veriyor: Tabii bir ölümle öl- mediği için dünyaya bir kere daha dönmeğe hakkı olacaktır, yalnız bir nebat veya eşya olarak dönmek şar- tiyle! Kurnaz koca, teyzesinden mi- ras kalan bir antika dolap olmayı tercih ediyor. -Aslında bu bir "sec- retaire"dir, kapağı açılınca üzerinde yazı yazılan, çeşitli gözlerinde sahi- binin mektuplarını, ufak tefek eşya- sını sakladığı, kapanınca da duvara "öbür gelişte"si seriyor, seriyor ama böyle bir Ama ka- sahici ikinci seferin- dayalı bir salon eşyası gibi duran bir mobilya - Bu antika dolap, gerçek- ten de "antika"dır... Dul karısını a- ğır ceza mahkemesinde beraat etti- ren ve onunla evlenmek için diller döken eski aile dostları avukat ce- naplarının elıne kıymıklarını mı ba- tırmaz, en "nazik" anlarda paçasını mı kıstırmaz, gızlı çekmelerinden bi- rini - hokkabaz kutusu gibi- kendi- liğinden açıp içinde gizlediği eski aşk mektuplarım vefasız bulduğu karı- sının önüne mi sermez? Neler, neler... Bu mektuplar karısına, başka bir kadından bir oğlu olduğunu öğretin- ce, genç kadın onu bulur, evine alır. Bu, babasının "burnundan düşmüş denecek" kadar, tıpkı tıpkısına bir modeli, öldürdüğü, hala da sevdiği kocasının 20 yaş gençleşmiş bir port- residir. Delikanlı bir hayli "saf" bir kızcağızla evlenmiştir ve onu, tıpkı babasının yaptığı gibi, Allahın günü aldatmaktadır. Babasından kalan serveti kendisine vermek için onu ya- nına alan güzel üvey anne, farkında bile olmadan, bu 20 yaş gençleşmış olarak geri gelen kocayı, onun "par- ça"sını deli gibi sever, hem de aynı yalanlar, aynı ihanetlerle yeni bir mücadeleye atılmak bahasına da ol- sa. "Benim Üç Meleğim" gibi, bütün dünya sahnelerini dolaşmış, güzel bir komedinin yazarı olan A. Husson, iş bu raddeye gelince, ustaca bir dönüş- le -işi içinden çıkılmaz hale getirme- den- tatlıya bağlamasını biliyor. Bü- tün bu fantastik vaka bir rüyadan, kadın ikinci defa tetiği çekmiş ol- saydı vukua gelmesi mümkün olan hâdiselerden ibarettir. Ama kadın, tetiği ikinci defa çekmemiştir, koca- sını sahiden öldürmemiştir. Kocası da metresi ile olan ilgisini kes- miş, artık karısına sadık kalmı- ya karar vermiş, ©o -esa- sen çocuğu olmadığı için- koca- sının gayrı rına basmıştır. Böylece vaka, başla- dığı noktaya dönerek ve arada, üç perde boyunca olan bitenleri bize bir hayal oyunundan ibaretmiş gibi far- zettirerek, sona erer Sahnedeki oyun Işte değişik, cazip bir komedi. Hele koca-oğul rolünü aynı aktöre oy- natmak gibi, üstün sanatı, sahne tecrübesi ve sempatisi olan bir sa- natkâr için, güzel imkânlar veren bir piyes. Ne çare ki bu piyes de, mevsim başında sahnesine çıkardığı "Ta- pılacak Kadın" gibi, Oda Tiyatrosu kadrosunun imkânlarını aşan bir pi- yes. Önce reji meselesi var. Oda Ti- yatrosu bu işin bir "trafik memurlu- KOT ğu"ndan ibaret olmadığını artık anla- malı. "Gökteki — Kaldırımlar", önce "hava"sı verilmek isteyen bir fran- 31