TİYATRO Piyesler Laledeki "Yaramaz Çocuk" Açıldıgı gündenberi İstanbul seyir- cisinden tam bir alaka ve rağbet göremeyen Lale Tiyatrosu, nihayet dolmaya başladı. Bunun çeşitli se- bepleri var. Bir kere sahneye konu- lan yeni eser, büyük bir sanat değe- ri taşımamakla beraber, — seyirciye hoş vakit geçirten, onu sıkmadan eğ- lendiren zarif bir komedidir. Sonra, Devlet Operasından ayrılan iki sa- natkârın, Aydın ve Azra Günün Şe- hir Tiyatrosu — kadrosu içinde, ayrı ayrı sahalarda, — gerçekleştirdikleri iki yeni muvaffakiyetle ayrı bir ca- zibe kazanmıştır. Jack Popplewell adını ilk defa afiş ve programlarımıza çıkaran "Ya ramaz Çocuk" bir ingiliz komedisi. Ele aldığı konu da bir ingiliz yazarı için, hayli garip. Parasız, — pulsuz, fakat asil tabakadan, orta yaşlı, dukça saf ve yakışıklı bir delikanlı, David Warren (Reşit Gürzap), polis- lerin takıbınden kurtulmak içim evi- ra Gün) cazibesine kendisini kaptı- rıyor. Onu polise teslim edeceği yer- de koruyor. Hırsızlığı baba mesleği olarak "tahsil" etmiş olan zeki kız da bu kibar delikanlıdan hoşlanıve- rince işin rengi değişiyor. David zen- gin bir kızla, Helen Chandler'le (Uğur Başaran) nişanlıdır ve para- sızlıkttan — kurtulmasının tek çaresi onunla evlenmektir. Ama "Yaramaz Çocuk" buna meydan verirse... Tabii bu nişanı bozmak için elinden gele- ni yapıyor ve kendisini sevdirmekte hiç zorluk çekmediği, Sir George Martin (Müfit Kiper) amcanın da yardımıyla muradına ermeğe muvaf- fak oluyor, yani Helen'in yerini alı- yor. Zengin ve kibar tabakadan bir kız yerine, mahiyetini pek iyi bilme- mekle beraber, ne idüğü belirsiz, şüp- heli durumu da eksik olmayan, profes- yonel bir hırsız kızı yeğenine almak- ta ısrar eden bir İngiliz Sir'ünü ilk bakışta ınsan yadırgıyor. Ama yaza- rın bu Sir'ün mazisi, çoğu, asil in- giliz ailelerinin nerelerden geldikleri hakkında eşhasına söylettiği nükteli sözler, — seyirciyi bu nokta üzerinde durmaktan alıkoymıya yetiyor. Se- yirci, nihayet, eğlenceli bir komedi seyretmektedir. Hırsızlığı meslek e- dinmiş, çocuklarına da sırf bu mes- leği ilerletmeleri, bir sanat — haline getirebilmeleri için yüksek tahsil yaptırmış, bu meslekten servet sahi- bi olmuş ve asla yakayı ele vermemiş bir baba, Henry Shawn (Mahmut Moralı), David'i sevince baba mesle- ğinden eletek çekiveren, çekirdekten yetişme bir hırsızlar güzeli, elden "Yaramaz Çocuk" tan bir sahne Azra Gün tipini — buldu ele geçen ve bir türlü polise teslim edilemiyen çalınmış mücevherlerin macerasıyla — meraklı bir tarafı da olan vakanın akışı içinde, tabii görü- lebiliyor. Sahnedeki oyun Evet, bütün bunlar tabii görülebili- yor, ama Aydın Gün'ün temiz, iti- nalı ve canlı rejisi, eserde vazife alan sanatkârların muvaffakiyetli oyunla- rı sayesinde. Bunların başında, — piyese adını veren "Yaramaz Çocuk"u son dere- ce sevimli, cazip bir oyunla canlan- dırmakta güçlük çekmiyen Azra Gün geliyor. Şimdiye kadar opera ve ope- retten başka eserlerde oynamamış o- lan ve ilk defa Reşit Gürzap, Mahmut Morali, Bedia Muvahhit (Lady War- ren), Müfit Kiper gibi dram ve ko- medi sahnelerinin isim yapmış, tec- rübeli sanatkârlarıyla ve — başrolde komedi oynıyan Azra Gün, temiz bir sahne diksiyonu, rahat ve tabii bir oyunla muvaffak oluyor. Üstelik fi- zik avantajlarından lâyıkıyla fayda- lanarak role muhtaç olduğu sıcaklığı, tatlılığı vermekte de zorluk çekmi- yor. Diğer rollerden partöneri David Warren'de Reşit Gürzap Avrupai, sâ- de, yapmacıktan, aşırılıklardan uzak bir yeni üslüp içinde oynuyor ve zevk- le seyrediliyor. Bu oyun üslübunun tek eksiği "İngiliz" — havasını kuv- vetle verememesidir. Bu havayı yal- nız Sir George Martin'i pek güzel Aydın Günün rejisinde kendimi duyu- ran tek eksiklik de bu "ingiliz hava- sı" nın eserin ve temsilin bütününe sinmemiş, bütün sanatkârların oyu- nunda kendini duyuramamış olması- dır. Tabii, tumturaklı bir eksiklik! "Dolap"lı piyes İstanbulda, şu son haftalar içinde, iki tiyatro aynı temayı farklı cep- helerden işleyen iki piyes oynuyorlar. Biri Şehir Tiyatrosunun omedi bölümünde oynanan Cevat Fehmi Başkutun "Öbür Gelişte"si, öbürü de Oda Tiyatrosunda oynanan Albert Husson'un "Gökteki Kaldırımlar"ı. nusunu ele almışlar. vat Fehminin kişileri, öbür gelişte de insan olarak sahneye çıkıyorlar, A. Husson'un kahramanı ise, dört per- delik piyesin üç perdesinde, bir d0— lap olarak sahnede yor. Cansız bir eşyaya miş olmasına rağmen vakanın geliş- mesinde mühim bir rol oynuyor: Açı- ğa vurmadığı sır, etmediği muziplik kalmıyor. Bunu gördükten sonra AKİS, 17 ŞUBAT 1960