OLUP BİTENLER istiyorsa, ilmin tasvip ettiği kanun- lar çıkarmalıydı. 1950 de basın hür- riyetini sağlıyan Basın Kanununu çı- kardığı zaman P. yi tenkit eden mi olmuştu? Profesörler D. P. ile uğraşıyorlarsa, niçin o zaman itiraz seslerini yükseltmemişlerdi ? Mesele bu suallerin cevabım bir nebze dü şünmekte idi ve ilmin politikacıları değil, kabilse (politikacıların ilmi takibetmesinin — daha iyi olacağına inanmaktaydı Fakat Celâl Yardımcı ısrar edi- yordu ki, ilim politikacıları takibet- melidir ve bu prensipten hareket e- derek tasarılarının ikinci safhasına geçiyordu: İkinci safhada kanun çı- armak vardı. Haydi Hüseyin Nai- li Kubalıyı arkasından Ragıp Sarı- cayı Bakan, selâhiyetine dayanarak kürsüsünden uzaklaştıracaktı. Ama, uzaklaştırma metodunun böyle ikide bir tatbikiyle başedilemezdi ki.. Niha- yet bir gün gelec Üniversitede Hukuk Profesörü kalmıyacaktı , nunu için işi başından tutmak, Üni- versite Öğretim üyelerini kımıldıya— maz hale sokmak lâzımdı. İşte'"Dev- let mürakabesi" örtüsü altında ge- tirilmek istenilen kanunun gayesi bu YURTTA idi. Değişen adam olitika, bir zamanların azimkar avukatım değiştirmişti. Basınla iyi geçinmenin faydalarım tamamiy- le unutmuştu. Şimdi ismi gazetelere sık sık gazeteci dava ettiği veya Ba- kanlık' emrine profesör aldığı için geçıyordu D. P. nin payidar olması- mkân .bulunmayan grubuna mensuptu Muhalefete hücumları çok zaman, bilhassa Parti kongrelerınde begenılecek gibi değildi. — "Dikensiz gül bahçesi" taraftarlarındandı. İşin garibi Bakan Celâl Yardımcıyla de- ğil, sadece Celâl Yardımcıyla ma- kul konuşmak kabil oluyordu da Ba- kanın hareketlerini anlamak güç ge- liyordu. Nasıl olur da genç bir po- litikacı: istikbalini pek ümitli olma- yan bir hal için böylesine kolay fe- da ederdi? Uzaktan bakınca Celâl Yardımcı sakin, anlayışlı görünür. Mazbut bir hayatı vardır. Nasıl avukatlığı yılla- rında karısını alıp Taksim gazinosu- nun! pavyonuna giderse, — Bakanlığı sırasında da gene karısıyla Süreyya pavyonuna gitmekten hoşlanır. Dan- sı sever, Rahatsızlığı bulunduğundan hiç içki içmez. İki tarafına sallana- rak, yürür. Valdesi, Nazife — hanımı pek sever. Kızı Şahıka ve oğlu Şe- rif mektep çağındadırlar. Ankara Kolejine giderler. Celâl Yardımcı bir türlü onları Koleje resmi arabay- la göndermemenin icab ettiğini an- lamamıştır. Karısı Harika Yardımcı bütün başkent hanımlarının en şık ve güzeli, belki en güzelidir. Harika Yardımcı yalnız şık ve güzel değil, aynı zamanda iyi bir insandır da. Celâl Yardımcı dış görünüşünün altında serttir, aksi olduğu zamanlar çoktur. Bakanlıkta tembelliğe alış- mış yüksek memurları ; öylesine ça- lıştırır ki hemen hepsi şikâyetçidir. yi bir din terbiyesi almıştır. Fakat dini politikaya karıştırmakla — biraz fazla itham edilmiştir. Sigara kullan- maz. Çok çay içer. Yoğurda ve tat- lıya bayılır. Kütüphanesinde — daha çok doğu mütefekkirlerine ait eser- ler vardır. Boş vakitlerinde — onları okur. Batıyla ilgisi daha azdır. Şimdi, Universite muhtariyetine indi. rilecek son darbenin — müdafaasını sert ve asabı bır şekilde yapmakta- Pazartesi git Perşembe gel ma bu a "Hüseyin Naili. Ku- balı meselesı kolay — neticelene- ceğe benzemiyordu. Istanbul__ Sena- tosu bir Komisyon kurmuştu. Uç Pro fesörden müteşekkil olan bu kom yon Hüseyin Naili Kubalının yazısını tetkik edecekti. Profesörler Türkân Rado, İhsan Postacıoğlu ve Meh- met Belık idi. Komisyon raporu Se- natonun önümüzdeki toplantılarının Yardımcı ailesi bir davette Taksimden Süreyyaya... birinde görüşülecek, belki bir başka komisyona havale edilecekti. Profe- sörlerin bunca işi vardı, mütalea ha- zırlamaktansa gençleri — yetiştirme- ye çalışmak elbette ki tercih edile- cek bir çalışmaydı. Nitekim vaktiyle Osman Okyar hakkında istenilen bir mütalea da oraya, buraya havale e- dilmiş, sonra da unutulup gitmişti. Doğrusu istenilirse Hüseyin — Naili Kubalı hakkındaki Tanrıların hidde- tinin geçmesini beklemek ve işi kasten uykuya yatırmak D. P. nin 1 numaralı menfaatiydi. Aksi halde bir takım tadsızlıkları göze almak gerekecekti. Talebeler hocalarını çok seviyorlar Üstelik, madem ki toptan bir kanun hazırlanıyordu.. Muhtemel reaksiyonlar u haftanın ortasında, İktidarın Üniversite mevzuundakı niyetle- ri belli olduğunda istikbale ait tah- minler yapmak — kolaylaştı. Celâl Yardımcı tarafından — hazırlanacak ve hükümet adına Meclise sunula- cak tasarı muhtemelen bir "Grup kararı"yla geçirilecekti. Gerçi bir çok Demokratın Grup toplantısında tasarıya itiraz etmesi kuvvetle muh- temeldi. Hatta D.P. ye yem bir darbe vuracak ve 1946 D. P. sinin prensip- lerine yeni ihanet teşkil edecek boy— le bir teklifin hiç getırılmemesı için de çalışılacaktı. Fakat eğer İktida- rın başı buna karar vermişse, tasa- rının kanunlaşacağında Zzerrece şüp- he yoktu. Zaten daha Bütçe Ko- misyonunda bir çok D. P. milletveki- li Üniversitenin bugünkü halini şid- detle tenkid etmemiş miydi? Meselâ Siirtin kırmızı yüzlü, toplu milletve- kili Mehmed Daim Süalp "İlim 33 yasında bir insanın profesör olmasını mümkün kılacak kadar çabuk kaza- nılamaz, Milli Eğitim Bakam buna bir çare bulmalıdır" diye haykırma- mış mıydı? Demek profesörlük için yaş tahdidi konmasına taraftar D. P. milletvekilleri dahi vardı. — Bunlara göre akıl başta değil yaştaydı. Ger- çi bu düşünüşle Nobel mükâfatını o- tuz yaşından öncekilere verenleri de suçlandırmak J1âzımdı. Öyle ya, 26 yaşındaki çocuğun büyük kimya me- selelerine aklı erer miydi? Mükâfat kazanacak insan hiç olmazsa elli ya- şında, saçı sakalı ağarmış, durmuş oturmuş bir âli olmamalı mıydı? Ah, Mehmed Daım Süalp Nobeli da- ğıtan jüriye üye yapılmalıydı ki bu beynelmilel maskaralık önlensin, il- min haysiyeti korunsundu. Gene M med Daım Sualp bir hayret ifade et— mişti. "Şaşıyorum, hâdiseler hep Hu. kuk ve Sıyasal Bilgilerden çıkıyor de mişti. Gerçi bu, aslında, ' Üniversite hocalarının siyast degil vazifeleri- n1 yaptıklarının bir dehlıydı Oyle ya r Tıp profesörü Meclis İçt Anayasa' hakkında bır bulunsaydı "Ona ne, © Tıp ile uğraşsın politika yapmasın" de- nilebilirdi. Meclis İçtüzüğü veya A- nayasa hakkında ilmin ne düşündü- ğünü söyliyecek olan Tıp profesörü AKİS, 18 OCAK 1958