madı vardı. Şu son günlerde Ankarada — da doğrusu hayret edilecek hâdiseler cereyan etmiyor değildi. Bir taraftan sert beyanlar birbirini takib eder- ken bazı acaib sesler de işitilmeye başlanmıştı. Cumhuriyet Hükümeti- nin sabık Kıbrıs müşaviri Erim, tak- sim tezini pek sempatik bulmuyor Adanın İngiltere, Türkiye ve Yu- nanistan tarafından müştereken i- dare edilmesi fikrim övüyordu Tuhaftır, hemen ayni-günlerde Za- ferde de çifte muhtariyet gibi farklı tefsirlere müsait parlak birfikir or-, taya atılmıştı! Acaba sertlik ve yu- muşama politikaları atbaşı mı gidi- yordu? Zavallı Fazıl Küçük bu fal- solu seslere cevap yetiştirmeğe ça- brıs Türk lışıyordu. — Kı tür Partısı Lideri, ne muhtarıyet, ne istiklâl, n üçlü idare... hiç birini istemiyordu. Taksim, tek hâl şekliydi. Kıbrıs mevzuunda, yıllardır en u- fak falsolu ses çıkma an bir me leketten en kritik bir anda boyle seslerin işitilmesi çok garibti. Gara- betler bu kadarla da bitmiyordu. Zi- hinlerde istifhamların çoğaldığı şu günlerde meşhur siyasi Papaz da kalkıp Türkiyeye giriş vizesi — iste- miş ve zihinleri büsbütün bulandır- mıştı. oğrusu bu kadarı da faz- laydı artık! Üniversite Tanzim! (Kapaktaki — Bakan) Bu haftanın başında bir akşamüs- tü Ankarada, Büyük Meclisin ha- vası sigara dumanıyla ağırlaşmış bir odasında orta boylu, topluca bir adam elini masanın —üzerine vurdu — ve: "Devlet mürakabesini genişleten bir reforma müncer olacak — mahiyette yeni bir Üniversiteler Kanunu hazır— lamakta olduğumuzu beyan ederim." dedi. Topluca zat daha evvel Üniversi- tenin bugünkü durumundan, bazı Ü- niversite hocalarından o kadar şika— yet etmişti ki bahsettiği "reform"un mahiyetini anlamamak için pek saf olmak lazımdı "Devlet murakabesı dediği "icra mürakabesi"ydi; "icra murakabesi" ise Üniversite Muhta- riyetini biraz «daha kısma gayesını güdüyordu. Bu bakımdan "reform" . P. İktidarının meşhur "'"Demokra- sıyı Tanzim" politikasında yeni adı— mı teşkil edecekti. İlânlar ve kâğı kontenjanlarınlaki ayarlamalarla Basın, İçtüzük tâdilatıyla Meclis tan- zim olunmuştu Şimdi Celâl Yardım- "reform"uyla -orta boylu, top- luca zat oydu ve konuşmasını Milli Eğitim Bakanı sıfatıyla Bütçe Ko- misyonunda yapıyordu- — Üniversite yola getirilecekti. Ondan sonra sıra Muhalefeti tanzime gelecekti. Ama ah, Meclise girip yerleşmış o 180 Muhalif milletvekili, o 180 gül di- keni nasıl tanzim edılecektı'? Zi- ra onlar mevcut kaldıkça yapıla— cak her şey -müsamahayı — öğren- AKİS, 18 OCAK 1958 mek müstesna. D. P. nin işini sade- ce biraz daha güçleştirecekti: Ama şimdilik İktidarın büyükleri arasın- da — bunu hatırlamak isteyen pek yoktu. Onlar hatırlamadığına göre, Celâl Yardımcı mı hatırlayacaktı? Milli Eğitim Bakanı bahis mev- uu açıklamayı yaparken "Fikirleri- mizi cesaretle söylemekteyiz" demiş- ti. Heyhat! Bu gibi fikirleri' ortaya Bülent Nuri Esen Hoca ders aldı! atmanın (bir cesaret, hattâ cüret,, sa- yıldığı devirler çoktan geçmişti. Eğer 1949, 1950, 1951 veya 1952 sene- sinde yaşansaydı ve değil bir Bakan, sokaktan geçen herhangi bir şahıs buna benzer lâkırdılar etseydi mu- hakkak ki herkes onu, meselâ dev- ridaim makinasını keşfettiğini söy- leyen tiplerden biri gibi telâkki e- erdi. Zira o senelerde, Üniversite YURTTA OLUP BİTENLER Muhtariyetinin Demokrasinin lâzımı gayrımüfariki olduğuna öylesine i- nanılıyordu ve memlekette politikacı yoktu ki, mütalealar karşısında irkilmesin, bu neviden mütaleaları ileri surenlere devridaim makinası mucidi gözüyle bakmasın Ama şi 1958 de idik. — 1949, 1950, 1951, 1952 senelerinden bu ya- na köprülerın altından o kadar çok su geçmiş ve bu geçen sular o kadar çok şeyi alıp götürmüştü ki artık değil sokaktaki adamın —Hukuk Fakültesinde okumuş, Demokrasiler- le totaliter idareler arasındaki fark- ları, Demokrasinin unsurlarım öğ- renmi Demokrat Bakanın bile böyle fikirler serdetmesi tabii telâk- ki ediliyor ve bundan dolayı kendi- sim dinleyenlerin reaksiyonu bir acı tebessümden ibaret kalıyordu.. İşte bu haftanının başında Bü- yük Meclisin Bütçe Komisyonu oda- sındakı hava buydu. uki hafızasını kaybetmemiş herkes pek âlâ hatırlayabilirdi — ki çok kısa bir zaman evvel, gene 1böy- le bir seçim sonrasında ayni İktidar ayni mucip sebeplerle bir takım kı- sıntılar getirmişti. Emeklilik Kanu- nu tâdil edilmek suretiyle memur- ların topu, Temyiz hakimlerini bu kanunun şümulü altına — sokmakla Adalet mekanizması, Üniversite ho- calarım eş statüye tabi tutmakla Ü- niversite, meşhur Seçim kanunuyla da bızzat seçmen tanzim görmüştü Arkadan Basın Kanunu gazetecileri, Toplantı Kanunu politikacıları adam etmeye çalışmıştı. Kırşehirin aldığı ders de henüz hatırdaydı. İktidar bü- tün — bu eserlerine güvenerek yeni seçımlere gıtmıştı ve ne görmüş- t müştü ki seçmenin ekseri- yetı "lütfen başımızdan gıt diyor. Şimdi yeni bir "Seçim sonrası" devrindeydik ve İktidar — inanılmaz bir ders almazlıkla 1954 tanzimle— rini biraz daha ileriye goturerek 'E- bediyen İktidarda kalma"nın sırrım keşfe çalışıyordu. Ama nasıl "Ebe- diyen genç kalma"nın çaresi buluna- mamışsa öteki sır da bulunamaya- cak ve gayretler iflas edecekti. Baki kalan bu kubbede. I İktidarın Unıversıteden gelen ses- leri kısmak için tedbirler arama- sı yeni değildi. 1988 te başlamıştı. İlk önce Üniversite mensuplarının siyasi teşekkullerde vazife alması ve siyasi (beyanlarda bulunması bir kanunla yasak edilmişti. Fakat o za- man Demokrasi şarkılarının akisle- ri henüz kulaklarda idi ve bu tedbir alınırken Muhtariyet prensibinin çer- çevesi içinden çıkılamamıştı. Yasağı tatbik selâhiyeti Üniversiteye bırakı lıyor, icra organına — Üniversitenin üstünde bir takdir hakki tanınmıyor- du. Hâttâ zamanın Milli Eğitim Ba- kanı Rıfkı Salim Burçak kanunu mü- dafaa ederken, Muhtariyet — esasım inkâr etmek şoyle dursun, bilâkis o- nun inkâr edilmez bir Demokrasi prensibi olduğunu Meclis kürsüsün- 7