YURTTA OLUP BİTENLER den defaatle söylemişti O tarihte, Bakandan başka, ka- nuna taraftar olan D. P. 11 miletve- killeri de ayni şekilde beyanda bu- lunuyor, Muhtarıyet mi?" diyorlar- dı, "On yok. Onu ortadan kal- niversitenin kendisidir. ğil muhtariyeti ortadan kaldırmak, bilâkis onu tamamlamakta, ÜUniver- sıteye selâhiyet tanımaktadır E- ğer bu selâhiyeti tutup da icra or- ganına verseydik, o zaman muhta- riyet ortadan kalkmış olurdu. Böyle bir şey de, Demokrasinin bayr k- darı D. P. den beklenemez Sonra? Sonra 1953 (kanunu da Üniversiteyi 1stenılen yola sokmağa kâfi gelmeyınce Demokrasının bay- rakdarı" den "beklenemiye- cek'" olan tedbırın de bir hamlede alındığı görülmüştü. — Sene 1954 tü. Meclise yeni bir kanun tasarısı sev- kedilmiş ve — Üniversite profesörlerini vazifelerinden uzaklaştırmak yetkısı doğrudan doğr icra organın, Milli Eğitim Bakanının ta kendısıne verilivermişti. Artık, bu kanunu müdafaa eden- ler arasında Üniversite Muhtariyeti- nin ehemmiyeti üzerinde duran, Muh- tariyetten asla — vazgeçilemiyeceğini söyleyen pek yoktu. 1953 ten 54 ikirlerde, — inanışlarda süratli bir mkışaf olmuştu. — Sıra Muhtariyetin mürakabesiz bırakılmı- yacağından, ÜUÜniversitenin — başıboş kalamıyacağından bahse gelmıştı Ne yapalım Üniversite D İktida- rına lâyık bir müessese halıne gele- memıştı O zaman Üniversiteyi D. P. İkti- tidarına layık bale getirmek vazife- si Celâl Yardımcıya verilmişti. Şim- di, yeni tedbirlerle Yüksek Tahsil Muesseselerı üzerinde büsbütün se- lâhiyetli kılınacak icra organının ba- sında, Milli Eğitim Bakanlığında ge- ne Celâl Yardımcı vardı. Kim bılır belki de emokrasinin bayrak, reketlerin D. P. tarafı Yardımcıya havale edilmesinin Sebe- bi Ağrı milletvekilinin 1946 değil, 1950 Demokratlarından oluşuydu. "Demokrasinin bayra -ve — tabii mihnetleri- 1946 Dem_çkratları ta- rafından taşınmıştı. Ötekiler bunu nereden bileceklerdi? Bir tanışma merasimi Sene 1950 idi. Ama 1950 nin 14 Mayısından öncesi. D. P. nin Muhalefette bulunduğu Meclis, ça- lışıyordu. Heyecanlı celselerden bi- riydi. Yalnız dinleyiciler kısmı de- ğil, yüksek memurlara ayrılan loca da doluydu. Locanın önünde tıknaz- ca, saçları hafifçe açılmış, gençten bir adam oturuyor ve aşağıyı sey- rediyordu. Gözleri Muhalefet sırala- rındaydı. Yüksek (bir memur değil- di. Hattâ memurıyetle hıç alâkası yoktu. Avukattı. Kendisini o locaya nin İstanbul miletvekili Cı— had Baban sokmuştu. Üstelik orta- 8 Hüseyin Naili Kubalı Rüyaya giren adam da mühim bir mesele vardı: Cihad Baban genç avukatı Celâl Bayarla tanıştıracaktı. Milletvekilleri seçi- mine gidiliyordu. D. ye aday lâ- mdı. Bu adayların "maddi — yar- dım bakımından cömert davranma- ları şarttı. Genç avukat Cihad Ba- bana uygun görünmüştü. Zengindi. Siyaset hayatına atılmak istiyordu. Nitekim ehemmiyetsiz bir hatibin söz aldığı sırada Cihad Baban Celâl Bayarın yanına gitti. İki politikacı bit şeyler konuştular. Sonra D. Genel Başkanı başım kaldırıp loca- ya baktı. Arkadan, Cihad — Babanla Celâl Bayar sal_onu terkettiler ve yu- karı çıktılar. İstanbul — milletvekili locanın kapısına geldi ve genç avu- katı dışarıya çağırdı. D. P. Genel Başkam da oradaydı. Cihad Baban takdim etti: "— Efendim, mcı!." Mustakbel Millt Eğitim Bakanı- nın siyasi hayatı başlıyordu. Tıpkı Demosten gibi.. üseyin Celâl —Celâl Yardımcının asıl adı Hüseyindi, Celâl babası- nın ismiydi. fakat Milli Eğitim Ba- am kendisine Hüseyin denilmesin- den hoşlanmıyordu ve Celâli be- nimsemişti. Doğu Bayezıtta doğmuş- tu. Hepsi hayatta dokuz çocuklu bir ailenin oğluydu. Babası muhitin ta- nınmış — şahsiyetlerindendi. — Küçük Hüseyin ilk ve orta tahsilini memle- ketinde tamamlamıştı. Akıllı ve ça- lışkandı. Muhitinde kaldığı müddet- çe bir eksikliğinin de. farkına — hiç varmamıştı. Lise için evvelâ Erzuru- ma geçmiş,. oradan İstanbula gel- miş ve İstanbul Erkek — Lisesine -Türkiyeye Bakan yetiştiren avukat Celâl Yar- lise: İsmail Rüştü Aksal, Cemil Sait Bar- las, Nedim Ökmen, Esat Budakoğlu, Emin Kalafat, v.s. girmişti. — 124 numaralı Hüseyin Celâl efendi, şive- sinin bozuk olduğunu işte orada gör- müştü. İstanbullular gibi konuşa- mıyordu. Konuşması, sınıfta pek ga- rip karşılanıyor, arkadaşlarının şa- kalarına mevzu teşkil ediyordu. Hüseyin Celâl Efendi onurlu bir talebeydi. Bu şakalara tahammül e- demiyordu. Hem iyi bir hatip olma- ğa da niyetliydi. Azmetti, inad etti, şivesini düzeltmek için hararetli bir gayret devresine gırdı Mektebin bahçesinde, kimsenin — bulunmadığı yerlerde kendi kendine bağıra ba- ğıra konuşuyor, yanlış aksanla söy- lediği kelimeleri düzeltmeğe çalışı- yordu. Fakat arkadaşları, onun bu çalışmalarının da farkına vardılar; bu defa o tarafım şaka mevzuu yap- mağa başladılar. Hüseyin Celâl E- fendi gene yılmadı, bu şakalara al- ; hatip olma yolundaki mesai- sine devam etti. Kısa bir zaman sonra şivesini düzeltmeğe, tam bir İstan- bullu gibi konuşmağa muvaffak ol- muştu. Bu hayattaki ilk başarısıydı. İstanbul Hukuk Fakültesinde Hü- şeyin Celâl — Efendi, başarısını de- vam ettirdi. Bir taraftan da dışarı- da vazife almıştı hayatım kazanı- yor; icra memurluğu yapıyordu u ilk memurıyetınde çalışkanlıgı “icra işlerini takipteki ciddiyet ve — ısrarı ile tanındı. O kadar ki alacaklarım tahsil için icraya başvuranlar ona ayır ua ediyor, "Allah razı ol- sun Hüseyin Celâl Efendi gibi icra memurundan; o da olmasa, hakkımı- zı kimse korumayacak" diyorlardı. Bir ara Cumhuriyet — gazetesine anbar memuru olarak girdi. Orada bugün kendisini dürüst, çalışkan bir insan olarak hatırlarlar. Böylece Hü- seyin Celâl Efendi, bir yandan ha- yatım kazanıyor, bir yandan tahsili- ni tamamlıyordu. Fakat bu arada asıl mesaisinden, hatip olma yolun- daki çalışmalarından — vazgeçmiyor, her boş bulduğu vakit, bir kenara çe- kilip kendi kendine yüksek sesle ko- nuşuyordu Hüseyin Celâl Efendi bitirip stajını tamam katlığa başladı. Oncelerı küçük ışler alıyor, tahliye ve boşanma dâvaları, icra takibi gibi mevzularla ugraşı— yordu. Fakat sonraları, umumi ef- kârda akisler yaratan, gazetelerı bü- yük çapta meşgul eden davaları el- de etmeğe başladı Ali İhsan Sabısın tayyare ile Türkiyeye kaçarken p lotu öldüren Rumenlerin, nihayet Re— şit Mercanın vekâletini aldı. Birbiri ardı sıra güzel müdafaalar yaptı; muvaffakıyetler kazandı. Bilhassa gazetecilerle iyi geçınmege hususi bir itina gösterdiği sırasında, ismi üzerinde de hâdiseler yarata- biliyordu. Gazetelerin dostluk tesis ettiği polis adliye muhabirlerine, gece sekreterlerine telefon — açıyor, "Bu defaki müdafaamı beğenecek- fakülteyi AKİS, 18 OCAK 1958