İLİM ADAMI I nsan ekmek ve su kadar, düşünme ve düşündüğünü söyleme hürriyetine de muhtaçtır. İngiltere tarihinin büyük hürriyet mucahıdı Milton, 17 nci yüzyılda şunları yazıyo "Bütün hurrıyetlerden önce bana, yalnız Vıcdanıma tâbi ola- rak serbestçe Ogrenmek soylemek münakaşa etmek hürriyetini verin. Her insanın muhtaç olduğu bu hürriyet, ilim ada- mı için, vazifesini yapabilmenin asgari şartıdır. Çün- kü onun ilk vazifesi hakikati aramaktır ve hür müna- kaşa olmadan hakikate ulaşılamaz. iç kimse, iyiye, güzele düşman olduğunu söylemez. HAma irkine "güzel" kötüye "iyi" diyenler vardır. Tıpkı bunun gibi, hiç bir siyasi kuvvet, "ben hakika- tin aleyhindeyim, ben yalanın' ve safsatanın dostu- yum demez. Fakat, açık veya maskeli tahakküm re- jimleri, kuvvetlerini demagojiden, tek taraflı propa- gandadan, resmi üniforma giydirilmiş sistemli yalan- dan alırlar. Taraftarı oldukları, sevdikleri "hakikat", sadece "resmi hakikat'tir. Resmi "hakikati" mü- nakaşa etmek cesaretini gösteren herkes “mak- sad-ı mahsus” sahibi ve kötü niyetlidir; İlmin vazifesi, elbette "resmi hakikatin" med- dahlığını yapmak ğildir.. Hak bildiğini , şahıs veya zümrelerin, hatta çogunlugun hoşuna gidip git- miyeceğini asla düşünmeksizin -açıkca- söylemektir. Bunu yapabilmek için ilim, hürriyet ve emniyet ister. Bütün demokrasilerde ogretıcılere araştırıcılara ge- niş teminat tanınması bundandır İnsanlığın yükselme çağları ilme — değer verilen, ilmin siyasi kuvvete köle olmadığı devirlerdir. İlim adına siyasi iktidarın keyif ve arzusuna uygun fet- valar verilirse, cemiyet gerilemeye mahkümdur. ürk tarihinde, ilmin ve ilim adamlarının hürriye- T tine dair parlak misaller vardır. Osmanlı İmpa- ratorluğunun tereddi devrinde, kuvvetlıye karşı köle, zayıfa karşı zorba olan sözde zararla- rına dair de sayısız örnekler gosterılebılır Bu dev rin edebiyatında, cihanın zulm ile harap olmaya ğını, fakat alimlerin dalkavukluğu (mudahaneı alı man) yüzünden — mahvolacağını bildiren — beyitler mevcuttur. Modern manâda Üniversite Muhtariyeti filerinin memleketimizde kök salmağa başladığı Meşrutıyet devrinden de Ziya Gökalpın "Darülfünun" başlıklı bir manzumesi yadigar kalmıştır: Diyorsunuz. hükümetin — idari Velayeti fenlere de şamıldır Ben derim ki: idare, her hün Bilmez, çünkü — mütehassis degıldır Selâhiyet, mansıp gibi yukardan Verilmez, hep ihtisasla alını Hiç bir âlim — nüfuzunu hunkardan Almaz, gerçi ondan alır her nazır. Darülfünun — emirlerle — düzelmez, yapar ancak t bir ilim. Bir mesleğe haricinden fer gelmez, Bırakınız. ilmi yapsın muallim A radan yıllar geçti. İnkılâplar oldu. Eski Darülfü- nun muhtariyetini kaybetti. Üniversite reformu yapıldı. İkinci Dünya Harbi sırasında Üniversiteye yeniden muhtariyet vermek "için hazırlıklara landı. "Komisyonlar kuruldu, tasarılar hazırlandı. Harpten sonra, çok partili hayata girerken, 1946 se- AKİS, 18 OCAK 1958 HÜRRİYET Turhan FEYZİOĞLU ve çımlerınden önce Üniversiteler Kanuna çıkarıldı Bu , Üniversitelerimiz hem idari mul tarıyete kavuşuy rlardı Unıversıte hocaları nı seç mek, yükseltmek, cezalandırmak bakımından siyas kuvvetin hakıkı bir yetkisi kalmıyordu Ne yazık ki, 1953 den itibaren bu guzel yapı tah- dı. Unıversıte hocalarının al n ede ihraç cezası ile cezalandıran 6185 sayılı kanun yü- rurluğe girdi. Cezayı Üniversite Senatoları verebile- ce O de vrın Milli Eg "Muh tim Bakanı: tariyeti zedelemy . Çünkü hükümet, bu kanun tasarısı ile endi uzerıne herhangı bır yetkı almamaktadır. Pro- fesorler hakkında karar almak yetkisi, doğrudan doğ- a Üniversite organlarınn takdırı ne bırakılmış- tr'dı rdu. Yine aynı Bakan, "İçtimaft ve siyas ılımlerle ugraşanların tenkid hakkını kısıyor nuz ithamına karsı kesin teminat veriyor! "” hoc ha lk fkarını tenvir etmelidir. Bir hukuk profesoru de, mevzularını teşkıl eden siyasi meseleler uzerınde fikir serdedebilir. Ne yazık ki, 1964 de, 6435 saydı kanunla, yukar- daki teminatı hükümsüz bırakan ikinci adım atıldı: Üniversite hocasını işten uzaklaştırmak yetkisini ar- tık yalnız Senato değil, Milik Eğitim Bakanı da kul- lanabılecek gunlerde Üniversiteye yapılan yenı mudaha- leler karşıs nda, Meşrutıyetten bu yana, kâh ileri kâh geri gıttıgım i ve pek az mesafe aldıgımızı du- ünerek üzülüyoruz. Tıpkı Gökalp gibi, "Darülfünun emirlerle duzelmez demek ihtiyacını duyuyoruz. T arih gösteriyor ki, otoriter bir re_ıun karmağa he- veslenen şahıslar, her şeyı en once, kendi fikirleri- ni ve icraatlarını münaka, aşa meğe kalkışanları ez- mek isterler. Bu gibilerin en çok çekindikleri iki kuv- vet vardır: Basın ve Üniversite. Bunları susturmadık- ça emellerine kavuşamayacaklarını çok iyi bilirler. Faka cı'ubelerın isbat ettiği bir şeydaha var Basının hur kal ve Üniversitenin en tabii ha kla- rını kaybetmemesı, bıraz da bu mesleklere mensup olanların tesanüdüne, cesaretine, fedakarlıgına bağ- hdır. Yanıbaşındakı kader ve mücade l arkadaşı hak- sızlıga, siyasi baskıya ugrarken seyirci kalan basın ve Üniversite mensupları, ssesi elerın karşılaşa ca- ğı âkibetin başlıca mesullerı arasında sayılmak g rekir. İşte, Almanyayı felâkete sürükliyen Nazi dikdatör- Kiğü hakkı da, o günleri bizzat yaşamış olan bir Al- man Profesorunun Alfred Kühn'ün, Hitler yıkıldık- ve Alm yabancı işgaline uğradıktan sonra verdiği hükü "Alman bilginlerinin tutumunda, totaliter fikirle- rin cazibesine kaj; pılmak an ziyade, medeni cesaret ek- sıklıgını payı büyük olmuştur. Savaş meydanlarında retle çarpıştıklarım, gece bombardımanlarında en kuçuk korku eseri göstermeden sakin kaldıkları- nı gördüğümüz kimseler, hurrıyetlerıne, haklarına tecavüz edildiği zaman, kıp ırdamak gücünü bile ne ense kendilerinde bulamadılar... Hitler hürriyete adalete saldırdığı zaman, Alman ilim adamları bırle- şik ve genel bir protesto sesi yükseltselerdi, sonradan başımıza gelen pek çok kötülükler onlenebılırdı Eger Hitler, ilk toplama kampım kendisine karşı n bil- gınlerın hesabını görmek için kurmağa mecbur edıl— seydi, belki de tahrıb edici otoritesi hiç bir zaman vü- cut bulamıyacaktı Bu ibret dolu sozlere ne eklenebilir ki?..