kör Esther'in yetiştirilmesini, hem Margaret ile Carlo arasındaki mü- nasebeti, hem Esther ile genç ga- zeteci arasındaki aşkı, de bü- yük bir ticari teşebbüs haline getiri- len bir yardım kampanyasının içyü- zünü anlatmıya çalışıyor. Tabiatıy- la, bir filmin dar çerçevesi içine bun- ları sığdıramadığından hepsi de ya- rım yamalak kalıyor. Sağır-dilsiz-kör çocuğun yetiştirilmesi az sonra, ge- lişen Esther'in cınsıyet meselelerıne dönüveriyor. Carlo ile Wenzel'in is- tismar ettikleri yardım kampanyası- nın içyüzünü açıklamak teşebbüsü, Crawford'vari bir aşk ve kıskanç- lık hikayesi içinde kayboluveriyor. Bundan —sonrası Bayan Crawford'un ihtisas kazandığı en ağdalı melod- ram sahneleriyle, yama gibi duran bir "happy end" arasında bocala- maktadır. Buyarım hikayeler ara- tanda ortaya sürülen değişik karak- terlerin hiçbir de adamakıllı ince- lenemiyor. Hikâyenin gidişini bir- çok bakımlardan değiştiren tecavüz hadisesi ise tamamiyle hazırlıksız, sebebi anlaşılmaz ve yersiz bir şekil- de senaryoya katılmaktadır. Hele bunun sonunda Esther'in normal ruma dönmesi, olayın acılığını, iğ- rençliğini, bundan elde edilmek is- tenen tesiri sıfıra indiriyor D. Miller'in filmini başarısızlığa sürükleyen önemli bir nokta da, seri meydana getirenlerin yetsizlik"leridir. Başlangıçtaki şef- kat ve iyilik hislerinin tonunda kor- unç bir istismar hırsına dönüver- mesi, bütün bunlardan habersiz za- vallı sağır-dilsiz-kör kızın macerası karşısında rejisörün davranışı, Car- lo ile Wenzel'in Estheri kullanışla- rından pek farklı değil. Onlar na- sıl — halkın ıyılık şefkat, merhamet, hislerini istismara kalkıyorlarsa, Miller de esas konu dışında eklenen uydurma, sahte davranış ve sahne- lerle — seyircileri aynı — noktalardan avlamıya çıkmaktadır. Alexander Mackendrick'in gecen yıllarda gös- terilen "Mandy-Dilsiz Yavru"su ile "Cehennem Meleği" arasındaki üstün körü bir karşılaştırma bile iki tutum arasındaki "samimiyet" farkını or- taya koyabilir. Zaten "Cehennem Me- leği"'ni meydana getirenler, seyirci- nin dikkatini, ilgisini — çekmiyeceği düşüncesiyle Story of Esther Costello"ya ikinci bir ad takarken niyetlerini açığa vuruyorlar; sağır- dilsiz-kör bir kızın hikâyesine en uy- gun ad olarak bula bula şunu bul- muşlar: "The Golden Virgin - Altın Bakire". Bu oldukça "fena kokan" filmde en aydınlık, en başarılı unsur, genç oyuncu Heather Sears. Shakespea- re'in piyeslerinde oynarken keşfedi- len ve "Cehennem Melegı"' yle ilk defa perdede görünen H. tec- rübeli, fakat artık iyice yanlanmış, kendisını tekrar eden, — kalıplaşmış roller içinde kalıplaşmış oyunlar çı- karan J. Crawford'u büyük bir ra- ratlıkla kenara itiveriyor. S Futbol Stat mı? Revir mi? stanbul profesyonel liginin tanın- e I mış bir. futbolcusu geçtiğimiz Pa- zartesi günü öğleye doğru, elindeki raporu hayret içinde okuyarak has- tahanenin — kapısından çıkıyordu. Doktorlar futbolcuya hususi bir ihtimam göstermişti. Hastayı defa- larca muayene eden — mütehassıslar altına imzalarını koydukları rapora "sert bir vurma neticesinde alın ke- miğinde çatlatma”" diye yazmışlar ve bunu yazarken hayret için- de kalmışlardı. Nasıl isti bu? Fut- bol pekâlâ çarpışmadan, tekmeleme- den de oynanabilecek bir — oyundu. Fakat stadyumdan peşpeşıne gelen yaralıların da ha hesabı — yoktu. Geçen yıl bir milli futbolcu tehlike- li bir beyin sarsılması geçirmiş, ay- nı hastahane gene bu yıl içinde yü- P ze yakın "staddan gelen" yaralının ilk tedavisini yapmıştı ve çene kemikleri kırılanlar belleri ağır şekilde darbeye maruz kalan- lar, düşmeden- mütevellit dış bereler- le müracaat edenler veya menisküs başlangıcı teşhis edilen olum halin- deki dizlerin sahipleri hep futbolcular dı. Mütehassıs bir doktor, Dolmabah- çe ile hastahaneyi bağlayan bu lam" yolu pek anlamamış görünü- yor: "Gençlerimizin Spor yapacağız diye bu kadar tehlikeli yaralar alma. lan haylı rip. Sanırım ki Spor da geri mılletle deniz. Demek ki ıle— riler, bu günkü hallerine ulaşınca- ya kadar pek çok Ölü ve şehit vermiş olsalar gerek" diyordu. Doktor faz- la mı karamsardı?.. Hayır Prob- lem memleketimizde esprilere konu olacak hale gelmişti, sadece o ka- dar! Haftanın son yapılan Fenerbahçe . Beykoz futbol maçın- da tam onbeş futbolcu muhtelif za- HERKES OKUYOR O R manlarda tedavı görmüş, biri oyu- nun ikinci rısına katılamamış, bir diğeri sahadan ihraç — edilmiş biri de oyundan sonra iki hafta ka- ti istirahatli duruma girmiş Ve b maçta, burun kanaması melerden dolayı topallama her futbolcunun başına — gelmişti. Bu müsabakada şimdiye kadar gö- rülenler yetmiyormuş gibi hakemi dava eden futbolcular da — ortaya çıkmıştı. Saha içinde itişen siviller ile tribünlerden — taşan alışılmış ahlâk dışı tezahüratın ise addi hesabı yoktu. Doğrusu, Fenerbahçe— Beykoz maçı veya evvelkiler, ya- hut yapılacaklar bu şartlar altında ne bir sportif faaliyet ne de bir topluluk heyecanı sayılamayacak kadar aşırıydı. Spor sahasına gerek içerden, gerekse tribünden ahlâk dı- şı kanun dışı ve kaide dışı hareket- leri sokanları tecziye — edemeyecek kadar aciz dununda bulunduğumuzu düşünmek - bugünlerde görülen hâ- muvacehesinde - en doğru hâl tarzıydı. Spor sahamızın, asayi- şi temin veya ahlâk dışı hareketle- ri tecziye ile vazifeli polis kuvvetleri ile dolu olduğu bir hakikatti. Ancak bütün bunlara rağmen, tribünlerde gittikçe tahammül edilemiyecek hale gelen tempolu haykırmanın da art- tığı bir hakikatti. Zabıtamızın — ar- tık "ne olursa olsun" tribünlere şöy- lece bir el atması ve bazı şiddetli tedbirler düşünmesinin zamanı gel- miş ve geçmişti bile.. Aynı dert tribünlerde — olduğu gibi, yeşil sahanın üzerinde de ken- dini gösteriyordu. Tribünlerde asayi- şi temin edecek polisler kadar, hakem ve futbolcuları da normal yola sevk- edecek bazı teşkilât — kademeleri vardı. Fenerbahçe - Beykoz ma- çının veya daha öncekilerin otorite- siz hakemlerinin vazıfesı kazanc futboldan temin e rakiplerine kasden tekme atarak onları işinden eden futbolcuları görmemek olma- malıydı hem de sahanın nasıl kufur edilebilirdi ? içinde Sporumuz hele futbolumuzun se- lâmeti bakımından zararlı unsurları temizlemek zorunda bulunduğu- z artık gün gibi aşikârdı. Polis, spor yazarı, küfür etmiyen i ve centilmen futbolcunun elele rek çalışması gerekiyordu. Bağıranı tribünden söküp atmak için polise yardımcı olmak, bu zararlı mahlük- ları gazetelerde teşhir etmek, tekme vuran, küfür eden futbolcuyu ceza- landırmak, kötü hakemleri — vazife- lendirmemek lâzımdı. Fakat iş hayli uzun, karışık ve güçtü. Nereden baş- lamalıydı” Elbette bir idari makam olarak İstanbul Valisine — müracaat etmek, onun tensip edeceği bir heyet halinde işleri organize, ve bu ar- l1 faaliyeti spordan sokup atmak ge- rekiyordu. AKİS, 18 OCAK 1958 cını