SİNEMA Filmcilik Hafifleyen sansür merikalı sinemacıların ifade güç- lerini işe yaramaz duruma getiren sansür, 1966 yılının sonlarına doğru degıştırıldı 1929'da tesis edilen eski sansüre ilk kuvvetli darbe boylece in- dirilmiş oldu. Yeni sansüre göre: a) Açık ağızla öpüşme yasak edil- miştir. Çocuk doğumu zevksizce ol- mamak şartıyla anlatılabilir. Çocuk düşürmeden bahsedilebilir. Baştan çıkarma, ırza tecavüz, zina vakalar: apaçık olarak gosterılmıyecek ve lehlerinde bulunulmayacaktır. Fahi- şeler ve beyaz kadın ticareti yapan- lardan bahsedilebilecektir. Cinsi sa- pıklıklar ve zührevi hastalıklara ko- nan sansür kaldırılmamıştır Lüzumu Humprey muştu. Babası cerrah annesi ise res- samdı. Birinci Dünya Savaşı'nda do- nanmada hizmet gören Bogart terhis olduktan sonra tiyatroya geçti. "Pet- rifled Forest - Tekinsiz Orman"” adlı pıyesın başarı kazanıp filme çekılme— si sayesinde Bogart'a sinemacılık u fukları açıldı- William Wyler'in yap- tığı "Dead End" adlı filmde gangster rolu oynadıktan sonra uzun yıllar ya gangster, ya da polis 'hafiyesi rolleri canlandırdı. Humprey Bogart'ın yükselişi, reji- sör John Huston'un yükselişi ile pa- ralel gider. Bogart'ın yıldızlığını yap- tığı ilk filmin başrolü 1 önce James Cagney'e teklif edilmişti. Cagney'in bu rolü reddi Bogart'ın aktörlük ha- yatında bir dönüm noktası oldu. "High Sierra"da senarist olarak ça- lışan John Huston bir yıl sonra.'"Ene Bogart, Katherine Hepburn ile "Afrika Kraliçesi"'nde Gökten bir yıldız düştü halinde çocukların cinsiyet organları teşhir edilebilecektir. b) Uyuşturucu madde y iptilâları artık filmlere mevzu olabilir. Yalnız bu hâdiselerin tel'in edilmesi şarttır. c) Siyah ve beyaz ırklar arasında- ki münasebetler gösterilebilir. Ama halkı birbirine düşman edecek mev- zulardan kaçınılmalıdır. Kaçınılması gereken hususlar arasında küfür ye- rine geçen bazı kelimelerin kullanıl- ması da bulunmaktadır Yıldızlar Bogart'ın ölümü 957 yılında sinemacılık âleminin ilk kaybı Humprey Bogart'ın ölümü oldu. İki yıldan beri boğaz kanseri çekmekte olan şöhretli yıldız 14 Ocak Pazartesi günü evinde öldü. Bogart, 23 Haziran 1899da New York'ta doğ- AKİS, 26 OCAK 1957 Maltese Falcon - Malta Kartalı" adlı filmin rejisörlüğünü yapıyordu. "The Maltese Falcon"daki baş rolü Geor- ge Raft, Huston'un tecrübesizliğini 1ler1 sürüp reddedince genç rejisör Bogart'a başvurdu. Film büyük b şarı kazandı, artık Huston güvenilir bir rejisör, Bogart ise sevilen bir yıl- dız. olmuştu Bogart, James Cagney - Edward G. Robinson - George Raft çağı"nın gangsterlerinden — biriydi. "Treasure of Sierra Madre" ile karakter rolle- Tİ oynamaya başladı. "The African Ouecen" Sinema Akademisinin Oskar Mükâfatını kazandığı karakter Trol- lerının en mükemmellerinden bırını "The Caine Mutiny - Denizde İsyan" - da yarattı. Son filmi Amerikadaki boks maçlarında çevrılen kirli işlere dair Budd Schulberg''iin romanından alınan "Harder They Fail"idi. FHlimler "Kamelyalı Kadın" eçen iki hafta İstanbul yabancı filmler bakımından mevsimin en tatsız günlerini yaşadı Rock and Roll meraklıları için hazırlanan bir Amerikan filmi gençleri histeri kriz- lerine sürüklerken, birbirinden kötü ve cansız yabancı filmler yüzünden sinema aktualıtesının ağırlık merkezi yerli filmlere kaydı. "Beş Hasta Var" ve "Kamelyalı Kadın" gibi iki iddialı Türk filminin böyle bir zamanda gös- terilmeleri, üzerlerinde daha geniş munakaşalar yapılmasına yol açtı. "Beş Hasta Var" kötü bir romanın kötü bir sinema adaptasyonuydu. Türk sinemacılığının iki ilham kay- nagı olan' din ve şehvet istismarcılı- ğı bir kere daha iş yapma formülü o- larak kullanılmış, seyircinin ölümlü hastalıklar, söz yaşlarıyla avlanma- sına çalışılmıştı. Tenkitçiler "Beş Hasta Var"ı baraj ateşine alırken "Kamelyalı Kadın" gösterilmeye baş- ladı. Bu sayede "Beş Hasta Var" bir kenara bırakıldı, rejisörü — Atıf Yıl- maz affedildi. Türk seyırcısı çoktan beri en kö- tü filmleri görmeye mecbur ediliyor- du. Ama bu derece garibine, iptidai- sine, can sıkıcısına, kötüsüne, mak- satsızına sinemanın ilk günlerinden beri muhtemelen kimse rastlamamış- tı. "Kamelyalı Kadın" sinema tarihi- nin en kötü filmi sıfatını kazanmaya her bakımdan en kuvvetli namzetti. filmi görmeden önce bunca kere işlenmiş bir "La Dam e aux Camelias" konusuna neden el atıldığını tartış- mak düşünülebileceği halde filmi gör- dükten sonra böyle birşeye kalkış- mak boşuna zahmet olur. "Kamelyalı Kadın" belirsiz. bir yerde, meçhul kahramanların temsil ettiği kâbus gibi kopuk kopuk, birbirleriyle alâka- sı olmayan bazı esrarengiz vaka kı- rıntılarından meydana geliyor. Her- şeye tam bir kaos hâkim. Bu durum- da Marguerite'in henüz yirmisine varmamış bir genç kıza (Çolpan) oy- natılması tuhaflığı — unutuluyor, se- yirci ayda net 400 Ura geliri olan gencın İstanbulda dayalı döşeli bir ve bir de uşak tutabilmesin- dekı beceriklilik — karşısında hay rete düşüyor. "Kamelyalı Kadın" ar- dındaki sinema garıbesının yaratıcı- sı Şakir Sırmalı sinemadaki mekân düzenini tamamen alt üst etmiş. Tak- sim meydanındaki bahçeli evler, Bü- yükadada taksi diye bağırıp, Dolma— bahçede otomobile binmeler ve ben- zeri hokkabazlıklar karşısında buda- la yarine konan seyirci filme isyan ediyor. Gala gecesi filmi sonuna kadar seyretme iradesini gösterebilen se- yircilerden biri, "Saray sineması böy- lesine boş film görmedi" diye hay- kırmaktan kendini alamamıştı. Bu sözün Şakir Sırmalı'dan başka salo- nu dolduran bütün seyircilerin hisle- rine tercüman olduğu muhakkaktı. 33