Maamafih, konseri dört başı ma- mur olmaktan uzaklaştıran bir takım sebebler yok değildi. Program, faz- la çatık kaşlı, muvazenesiz ve yek- nesaktı. Bundan önce, başka sa- bir konse- çok İisanlı göstermek bu birkaç istisna natkarlarla paylaştıgı dışında, programi Almanca' yı hakim kılmıştı. Eserlerın sıralanışı da uygun değildi. Üçüncü kısımda, koskoca bir Wagner parçasından son- ra uzun bir Loewe balladı ve arka- sından iki tane Richard Strauss lied'i, zaten yorulmuş olan dinleyicide Ra- vel'in hafif halk şarkılarını 'bile din- leme takati bırakmıyordu, üstelik bu şarkıların asıl dıllerınde -İtalyan- ca ve İspanyolca- değil de Fransızca tercümelerinden soylenmelerı, cazibe- lerinden pek çok şey kaybettiriyor- du. Baran, platform tavırlarını henüz düzeltmemişti. Parçaların sözlerini kâğıttan okuması seyirci gözüne hiç de hoş gelmiyordu. Parça aralarında, dinleyicilere sırtım dönerek metin kâğıtlarının yayılmış olduğu piyano- nun üstüne eğilip sırası gelen kagıdı araması, resital sahnelerinde hoş gö- rülmeyen teklifsiz bir hava yaratı- yordu. Hem, metinleri ezberlemiş ol- saydı, belki de sözle musiki arasında daha uygun bir birleşme kurabılırdı. Oysa sanatkâr kelimeyi çok defa plâna geçiriyor, bu haliyle resıtal bazı parçalarda, bir "müzikli şiir ma- tinesi" halini alıyordu, Nihayet, pi- yanistini seçerken daha titiz davran- malıydı. Tegannisindeki bazı tempo ve ritm aksamalarının, beliremiyen cümlelerin ve üslüp dışı bir duygu veren icraların sebebi, Ayhan Baran'- ın Dieter Brux gibi çok zayıf bir pi- yanistle çalışması ve konsere çıkma- sı olabilirdi. Bunların dışında, sanatkarın sesi her tüyler urpertıcı kudretını muhafaza edıyordu Teri urma- yan bir iki nota dışında, saglam tek- niğini çok iyi kullanıyordu. Arası bazı ifadelerin şüpheli kaldığı oldu, fakat sanatkâr çok defa her besteka- ra hakkını vermeğe, her parçanın edebi mânasını aksettırmege çalıştı Bu bakımdan konser, birçok san resi- talinin başına gelen akıbete uğrama- dı. Tek bir bestekâra tahsis edilmiş bir resıtal intibamı çok şükür uyan- dırmadı vi Ayh Baran'ın, kısa fa- sılalarla, yenı resitaller vermesini ar- zu ettirdi. Geçmiş günlerin sesleri estivalin Ayhan Baran resitalin- den sonraki hâdisesi, fonografın tekâmülüne dair bir konferanstı. İl- han Mimaroğlu'nun verdiği bu kon- ferans için gece saat 8.30'dan ve Dev- let Konservatuvarından daha uygun bir zaman ve yer bulunabilirdi. Ge- ne de, konferanslara hiç rağbet termeyen bir şehırde, ham de bir siki konferansı için, 125 kışının bır araya gelmesi, kayda değerdi. Konfe- ransçı fonografın, icadından bugüne AKİS, 26 OCAK 1957 kadar geçirdiği safhalardan bahsetti, çeşıtlı ornekler verdi, kıyaslamalar Verilen örnekler arasında bussy, Saınt-Saens, Grıeg, Joachım, Sarasate gibi bes ve icracıla rın bizzat çaldıkları parçalar plâkları bilhassa alâka çekti. Bununla bera— ber, böyle bir konferansta, hele ça- ğımızın "high fidelity" teknikleriyle sese alınmış plaklara sıra geldiği za- an, daha üstün kalite bir cihazın, 'bılhassa iyi bir oparlörün — kullanıl- ması arzu edilirdi. -Konferansçının kullandığı manyatofon ve oparlör, ancak orta kalitede cihazlardı. Üniversiteliler müzik derneği, Ri- yaseticumhur Orkestrasının 48'inci Üniversite Konserini de festival prog- ramına almıştı. Konserin hususiyeti, orkestranın başkemancısı Sedat E- diz'in ilk defa bir filarmoni konseri idare etmesiydi. aha tecrübeli ol- ması gereken bazı şeflerin bu orkest- radan elde edebildikleri icralardan Çoğunun fevkinde bir neticeye var- ması, Sedat Ediz'in lehine bir nottu. Bununla beraber gene de orkestra- nın çalışında incelik, hafiflik, yumu- şaklık, nüans gibi şeyler yoktu. Kon- serin en büyük başarısı, Saint-Saens'- in “Bülbül ve Gül" adlı parçasıyla Johann Strauss'un "İlkbahar Sesle- ri"'nde ses akrobatlığını musikişinas- lıkla birleştirebilen soprano Suna Ko- rad'a aitti. Konserin basmakalıp programında ayrıca Beethoven'in Be- sinci Senfonisinin ilk kısmı, Çaykovs- ki'nin Kuğu Gölü Süiti ve Verdi'nin "Talihin Kudreti" uvertürü vardı. B- serlerin izahları yapılırken Etibank telsizinin, salonun oparlör tertiba- tına karışması, güldürücü — neticeler doğurdu ve radyonun naklen yaptığı yayının ıntızamını aksattı. Anton Webern Saniyeler içinde bir dünya MUSİKİ Türkiye'de ilk Webern Pazar günü ogleden sonra, Kütüphane'nin gene — tamamen dahi salonunda, festivalin en cazip programlarından biri takdim edili- yordu. Purcelli'in bir eseri hariç, baş- tan aşağı XX. Asır eserlerinin sıra- landığı programın zirvesi, Anten Webern'in yaylı saz kuarteti için Al- tı Bagatel'iydi. Bu eser, sadece Pa- zar günkü konsere değil, bütün fes- tivale mâna ve hususiyet veren par- çalardan biriydi. Halka program notları dağıtılmış olsaydı, memleketimizde hiç tanınma- mış bu büyük Avusturyalı besteka- rın olağanüstü musikisi hakkında dinleyicilere önceden bilgi verilseydi, salonun yarısı, en uzunu nihayet bi dakika süren, klâsik ve — romantik çağların sesleriyle yogrulmuş kulak- lara sok tesiri yapan, yepyeni bir dil- de yazılmış bu parçaları, nasıl bir tepkı göstereceğine karar — verme- miş insanların tebessümüyle de- ğil, azçok bir anlayışla dinlerdi. Bu- nunla beraber Helikon Kuarteti, beş dakikadan daha kısa bir zaman zar- fında bu altı parçayı çalıp bitirdiğin- de, modern musiki gonullulerının ta- zahurlerıyle, “bravo" ve "bis" diyı haykırışlarıyla selamlandı övgüler, bu zor musikiyi bilgi ve tıtızlıkle ça- lan kuartet üyelerine olduğundan da- ha da çok, "Webern'in nefıs musiki- sine aitti. Çağdaş musikinin üç Viyanalı üsta- dından biri -ötekiler Schönberg ve Berg-olan Anton —"Webern, — musiki sanatını, öğretmeni Schönberg'in çiz- diği yoldan, en ileri merhalesine u- laştıran adamdı. Melodik hatları bü- tün süslerden kurtarıp azami saflığa kavuşturan, biçimleri son haddine ka- dar sadeleştiren, musikisine, daha ö- tesi şimdilik tasavvur bıle edilmiye- cek bir mücerretlik ve "çıplaklık" ve- ren Webern'in sanatı hakkında, 1913 yılında bestelenmiş bu bagateller, doğ- ru bir fikir verebiliyordu. Sonraki e- serlerinde bestekâr, daha da soyut- laşacak, daha da ' çıplaklaşacaktı. Sehönberg, bu altı parça için "We- bern, koskoca bir romanı, tek bir ne- feste anlatıyor" demişti. Bestekâr, bu kısalığa, büyük biçimleri keserek değil, mümkün en kısa zaman içinde hülâsa ederek ermişti Anton Webern 1946 yılında öl- müştü, ölümü hakkında birçok söy- lenti dolaşmaktaydı. Bunlardan biri- ne göre bestekar, damadı tarafından katledılmıştı. Bir başka söylentiye öre Webern'i, Avusturya — Nazileri oldurmuştu. Fakat gerçekte "Webern'- in, Salzburg civarında bir yerde, A- merikan askeri polisi tarafından ka- zara vurulduğu artık biliniyordu. Herhalde, modern Vıyana ekolüne ait bir rin, bunca yıldan sonra, Türkiye' de ilk defa olarak bir "c h" konserde halka dinletilmesi, musı- ki tarıhımıze geçecek bir hâdiseydi. Erkin ve ötekil Helikon Kuartetı, konserin ilk par- çası olan, Purcell'in "Pavanne ve 31