SPOR çi Krivonosov, Amerikalı Connly'ye mağlüp olunca, şampiyon - rekort- men Amerikan atleti, bir anda Mel- burn'nun en sevimli siması oluverdi. Çekiçte, 10 bin metrede, 400 engel- lide, yuksekte Olimpiyat rekorları kırılırken 100 metre sürat koşusun- da savat duşuk bir derece elde edili- yordu: 10.5/10. Fakat birinci Ameri- kalı Morrow'un da bunda gunahı yok- tu. Karşıdan esen rüzgâr atletlerin daha iyi bir derece yapmasına mani olmuştu. Fakat olımpıyatların ılk büyük en- teresan hadisesi, Londra kahramanı diskti Nina Ponomareva nın şampi- yonluktan üçüncülüğe düşmesi oldu. Londra modası şapkalara meraklı rus atleti Nina, Melburn sahasında şampiyonluğa çalamamıştı Halbuki ruslar kendisini "en büyük ümit" di- ye gösteriyorlardı. Belki de Nina'nın asıl marifeti, rus kafilesi Melburn'- dan ayrıldıktan sonra anlaşılacaktı. Rekorlar elburn müsabakalarının ilk gün- lerinden itibaren yeni Olimpiyat rekorları tesis edilmeye başlandı. Fa- kat gözler daha ziyade dünya rekor- larına çevrilmişti. Halterde amerika- li Tommy Kono 447,5 Kg. silkeliye- rek, rus rakibini mağlüp — ederken, ayni zamanda dünya rekorunu da kı- rıyordu. Fakat rekorların biribirini kovaladığı branş, atletizm oldu Amerikalı atletler altın madalya kazanma yarışında başta gidiyorlar, olimpiyat rekorları kırıyorlar, fakat dünya, rekoru elde edemiyorlardı. At- letizmde ilk dünya rekorunu kırmak şerefi Norveçli ciritci Danielsen'e müyesser oldu. Danielsen yaptığı 4 atışta da 85 metrenin üstüne çıktı ve son atışında 85.71 metreyle dünya re- koruna ulaştı. Atletizmde ikinci dün- ya rekorunu Polonyalı bir kız atlet kırdı: Elizabeth Krzeniska tek adım- da 6.35 metre atlamaya muvaffak-ol- du; bu -eni dünya rekoruydu. Futbol Buz üzerinde Geçeni hafta pazar günü radyolar- rının başında heyecandan kıvra- nan futbol meraklıları golü kimin at- tığını, takımda kımın oynadıgını an- lamayınca "Kim ? diye söylenmege başladılar Hakikaten ği"ni Ööğrenmişlerdi. Ama bu "şimdi- lik"ti. Nitekim kadınlar fasıl heyeti en içli şarkısına başlarken bestenin içlerinde kaldığına şahit olundu. Prag'la irtibat saglanmış ve işte ma- çın nakline başlanmıştı. Ama ne na- kil!.. Çok şükür parazit filân yoktu, ama maçı anlatan Adem, idareci ola- rak giden Ahmet Adem'di ve radyo başında kıvrananları daha heyecan- landırıp meraka sokmaktan başka iş yapamadı. Bir ara spiker - Âdemin dediğine göre, bizim takım on üç ki- 34 şi oynuyordu. Çünkü öyle çok isim sayıyordu ki!.. Zaten futbolcularımı- zı da tanımıyordu. eteler gece yarısına doğru Prag'la telefonla — konuşabildiler ve hakiki malümatı aldılar. Maç haki- katen bizim için bir "başarı" idi. Bu yıl Avrupa'da mağlüp olmamış çek- ler, kendi sahalarında türklere karşı mağlübiyetten kurtuluyorlardı. İlk defa milli takımda yer alan solaçık Ergun, ilk devrenin bitmesine üç da- kika kala Metin'den aldığı pasla ilk golü almıştı. Kaleci ile, karşı karşıya kalan genç futbolcunun, ancak çok tecrübeli ve usta bir oyuncudan bek- lenecek soğukkanlılıkla attığı — şut, türk golü olarak çek ağlarına takıl- mıştı İkinci devrede ise türk takımı hem tehlikeli bir forvet, hem de kalesine doğru esen ve her an şiddetlenen rüz gârla mücadele etti. Bu mücadelenin neticesi de, ancak bır beraberlık golü yemekten ileri geçm Aslına balıkırsa Turkıye —Çekoslo— vakya maçına "buz üzerinde hokey" demek çok yerinde olurdu. Zira sıfı- rın altında 15 dereceyi geçen soğuk- ta futbol oynamak epey maharet is- teyen bir işti. İşte beraberlik golümüzü bu "buz" unsuru yüzünden yedik. Önce Naci, sonra da Turgay ayakları kayıp dü- şüverince, Çek soliçi bu bulunmaz fırsatı kaçırmadı. Bu esnada top top- layan çocukların bile elleri donmuş, Turgay kaçan toplan bizzat almağa mecbur kalmıştı. Yan hakemler don- mamak için eşofman üzerine eşofman giymişlerdi. Maçtan sonra Türk takımı nan — "Tur. Mustafa, Naci, İstanbulda ilân olu- rgay - Saim, — Basri - Necdet - Isfendıyar Çan, Metin, Kadri, Ergun" tertibiyle sahaya çıkmış, ıkıncı devre sonların- da "taze kuvvet" olarak sağice Can'- in yerine Şeref, solaçıga da Ergun'- un yerine Kasaboğlu girmişti. Çekoslovak Federasyonu Başkanı oyundan sonra hayret içinde kaldı- ğını söylüyor, —"Siz futbolu bizden öğrenmişsiniz. Fakat görüyorum ki, aramızda hiç fark kalmamış. Bu ka- dar seri ve teknik takım Avrupada iyi neticeler alır" diyordu. Çek ant- renörünün sözleri de buna yakındı. Üvey evlât: Lig ir yandan olimpiyatlar, fite yan- dan Çekoslovak milli maçı, futbol hastalarına Profesyonel Lig'i unut- turmuş gibiydi. Buna rağmen bir hayli seyirci, -belki de her haftanın verdiği alışkanlıkla- gene Mithatpaşa stadıma yolunu tutarak cumartesi günü de lig maçı seyrettiler, pazar günü de. Beyoğluspor'a —"sonuncu gözü ile bakan takımlardan İstanbulspor bu gururunu bir puan kayıpla ödedi. Kasımpaşa da az kalem ayal kayba uğruyordu. Neyse ki sakat bir oyun- cusunun attığı gol, iki puanı kurtar- dı ve Kasımpaşa Beyoğluspor'u 2-1 yenebildi. Pazar maçında ise "belki maçı din- lerim" ümidiyle radyo başında kalan- lar, Beşiktaş'ın Beykoz önündeki bo- calamasını seyredemediler. Halbuki ne güzel maç oluyordu. Hele Beykoz 1-0 mağlübiyetten 2-1 galip duruma yükselince.. Beşiktaş'ın meşhur Sad- ri'si kale arkasında oradan oraya ko- şuyor, heyecandan boğuluyordu. Be- reket üstüste atılan iki gol, Beşikta- şı tekrir galip duruma geçırdı Doğ- rusu bu sene şu "küçü takımlar. Beşiktaş'ı uğraştırmağa adeta ahdet- mişlerdi. . Beşiktaş - Beykoz maçından görünüş Kartal İhtiyarlayınca.. AKİS, 1 ARALIK 1956