Verdıgı ziyafette meydana çıktı. A- rikalı misafirler ev sahibesinin meşhu güzel yemeklerinden öyle te- halükle taam eylediler ki, bunun ya- nında İzmirdeki döner suıkasdı ha- fif bir kahvaltı gibi kaldı... Bu arada Sunu da belirtelim: Geçenlerde Klöb- X'te Rock and Roll marifetleri gös- terdiğini yazdığımız sayın doktora şimdi her taraftan "Bize de Rock and Roll" öğretin diye müracaatler yağı- yor. . * stanbulluların nekadar — göğüsleri kabarsa yeridir; yabancı memle- ketlerde reklam maksadıyla yapılan müsabakalarda en — büyük mükâfat diye ortaya sık sık "İstanbula seya- hat" konuyor. Bu müsabakalardan birini kazanmış olan en son talihli Sarah de Marrow adında sevimli bir amerikalı zenci kadın. "Kendimi kra- liçe gibi hıssedıyorum diyen Mrs. Marrow'un bu, ikinci kraliçeliği. Da- ha evvel senenin aynı ayının aynı gü- nünde at yarışlarında az bir parayla talihini deneyip on bir bin dolar ka- zanmış. Burada temas ettiği bazı kimseler kendisine gelecek sene aynı tarihte Monte Carlo'dan geçmesi tav- siyesinde bulundular. * ir İstanbul gazetesinin ressamı Bedri Koraman yaptığı resimli romanda icab eden çok çirkin bir su- ratı çizemediği için bir müsabaka a- çarak böyle bir yüz gönderene, beş yüz lira vereceğini ilân etti. Gelen resimler arasında ekseriyeti Bedri- nin fotoğrafları teşkil ediyor. * Bırkaç karış kumaş, yirmi otuz santim kurdelâ ve üç beş tüyden mul kadın şapkalarına yüzlerce lira vermekten bunalmış bir vatan- daş, elinde bir fes, bir kalpak ve bir külahla İstanbul Emniyet Müdürlü- ğüne girip alâkalı memura şu ifadeyi ': "Bu gorduklerınız fes, kal . Bunlar karı— mın şapkalarıdır. Ben hukukçuyum, bilirim; bu nesnelerin giyilmesi kıya- fet kanununa aykırıdır. Karımın a- leyhinde kanuni takibata girişilme- sini istirham ediyorum". Noel Coward'm eğlenceli bir eseriy- le ikinci piyesini veren Komedi Tiyatrosu gala gecesinde herzamanki gibi şıklarla doluydu. Bilhassa eseri Vasfi Rıza Zobu ile birlikte dilimize adapte eden genç sefirelerimizden Reşiha Vafi son derece zarifti ama her halinden heyecanh olduğu da bel- liydi. Hatta piyesin başından itibaren üküm süren sessizlikte çıtır çıtır kabak çekirdeği yiyen kaşmir paltolu şık hanımla yanında oturan beyin farkına varamıyacak kadar heyecan- lıydı... Perde inerken bir memur ko- şarak bu saygısız kımselere Lutfen salonda birşey yemeyiniz" deyince fena halde hiddetlenen zat "Yenmiyeceği nerede yazılı, ögrene— bilir miyim?" diye sordu. Mem "Beyfendi; Tıyatro Salonunda yapıla— mıyacak öyle şeyler vardır ki onlara dair de levha asmadık; ama bundan sonra icap edecek" dedı 28 TİYA Büyük Tiyatro Bereketli yağmurlar D evlet Tiyatrosu, man Zzaman Cı, sürprizler yapmasını seven bir mües- sesedir. Ankaralı seyirci bu — türlü sürprizlerle her mevsim sık sık kar- seyircisine sa- Luios'ın Meklubu Mecmuanızın 17 Kasım 956 tarihli »nüshasının 38 inci sahifasında Beşinci Tiyatro baş lıklı yazıyı değerli Uf sanat tenkidi bulmakla faydalanmak niyetile okumağa başladım. Ve hayretle gördüm ki şahsımdan garip Ur tarzda bahsedilmekte- dir. Yazarı gösterilmeyen ya- ni kimden geldiği meçhul kalan bir isnada karşı omuz silkmek belki daha doğru olacaktı. Fa- kat düşündüm ki yanlış bir yolda yürüyene istika- meti göstermemek, okuyucusu fazla bir mecmuaya iyilik sa- yılamaz. Hadise iddia edilen şekilde cereyan etmemiştir. Bana Lau- ra rolünü veren amirim ile ya- zınızda kullandığınız ibare veç- ile "hususi surette" onuş- madım. Amirim olan ve mem- lekete hesapsız sanat hizmetle- ri dokunmuş bulunan zat esa- sen hususi konuşmalarla iş gö- renlerden değildir. —Aşıla ge- lince şimdiye kadar — bu yolla bir tek rol elde etmiş değilim. Benim gayem, her akımdan sanat ahlâkına lâyık durumu— mu muhafaza edebilmektir. Yazınızda, kullandığınız "Kle- opatra ile Katerina'dan miras kalan teshir edici usuller” iba- resini, yazının — sahibi meçhul zat kim isa, onun ceza mes'üli- yeti tahdında adli makamlara arzetmeyi düşünmüyor deği- lim. Yalnız öğrendiğime göre mes'üliyeti yalnız bu zata tah- sis etmeye hakkım olmaması, bu yazıya virgül dahi ilâve et- memiş olanları da mahkemeye sürüklemek mecburıyetı beni düşündürmekte, yani meçhul yazarın kendi arkadaşlarından esirgediği ihtimamı göstermek mecburiyetinde olmaklığım be- ni şimdilik tereddüde — sevket- mektedir. Bu tekzibimi Basın Kanunu hükümlerine uygun şekilde neş redeceğinizi ümit ederim, say- gılarımla. Devlet Tiyatrosu Sanatkârlarından uazzez Lutas T . R O şıl aştığı halde tiyatrodan ya homur- dana homurdana, yahut da kendisine mmadığı bir zamanda güzel bir o- yuncak hediye edilmiş çocuk gibi ka- bına sığamıyacak kadar coşkun se- vinç içinde ayrılır. Seyircinin kızgınlığı, — tabiidir ki, bilhassa son zamanlarda adedi pek çoğalmış, seçiminde hiçbir isabet ol- mayan ve bu isabetsizliğin sanatkâr- ların oyunlarına dahi tesir ettiği kö- tü pıyesler seyretmesinden ileri gelir. Buna rağmen, yine son zamanlarda pek seyrekleşmiş — olmasına rağmen Devlet Tiyatrosu, seyircisini memnun etmesini de iyi bilir. İki yıldanberi Devlet Tiyatrosu sahnelerinde hayli kurak giden ha- valar Kasım ayının sonlarına doğrn yerini birdenbire halkı — ferahlatıcı bereketli yağmurlara bıraktı. Küçük Tıyatro - 57 sezonu başında orku" piyesiyle başlayan verimsiz- liğine Reşat Nuri Güntekin'in "Bu Gece Başka Gece"“ isimli — piyesiyle devam etmesine rağmen Üçüncü Ti- yatro Edmond Morris'in "Tahta Ça- naklar"ı ve bılhassa Büyük Tıyat— ro Richard Nash'ın "Yağmurcu" pi- yesleriyle halkı sevindirdi. " piyesinin yazarı N. Nash'ın da eserinde bizzat söylediği gibi galiba "sevgi rahmet getirir... Sahnede üç saat boyunca seyredi- len eser seyircinin ne kafası, ne de gönlüyle hiçbir alâkası bulunmayan herhangi bir oyun olmaktan çok u- zak. Bilâkis "Yagmurcu piyesini seyreden her tip Seyirci onda ken- dınden birşeyler buldu, eser onun dü- şünme ve hissetme kabılıyetlerını ha- rekete geçirmesini bildi. Bu yüzden piyes bitip perde kapandığı zaman alk da eseri seyircilik vasfına yakı- şan bir şekilde alkışladı. Western derken... Amerikan filmleri kadar amerika- l1 -piyes yazarları da — eserlerinde sık sık "western" — hikâyelere ve o çevreye muracaat ederler Ama şim- di "Yağmurcu" isimli eserini seyret- tiğimiz Richard Nash eserinin konu- sunu batının kurak seması altında basit bir çiftliğe oturtmakla sadece Batı Amerika'da bir çiftliği ve ora insanlarını anlatmak istememiş, Nash eserine, oO çerçeve içerisinde batıda yahut doğuda, dünyanın neresin- de olursa olsun insanları ilgilendirecek beşeri bir hava ver- mesini bilmiş. İnsan yaşadığı müd- detçe sevmeğe, sevilmeğe ve hayal etmeğe muhtaçtır. Sadece mantığı- mızın — emrettikleriyle — yaşasaydık, arasıra bit Bill Starbuck çıkıp belki de hiç elde edemeyeceğimiz, belki de inandığımız için sahip olabileceğimiz iyi ve güzel şeylerı hayal etmege bizi zorlamasaydı tıpkı Curry'nin çiftli- ğindeki ınekler gıbı kuraklıktan kav- rulur gider Curry iki oglu Noah ve Jim ve kızı Lizzie ile batıdaki küçük çiftliğinde AKİS, 1 ARALIK 1956