28 Temmuz 1956 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 20

28 Temmuz 1956 tarihli Akis Dergisi Sayfa 20
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KADIN tedir. Bu incelik plaJ takunyalarına kadar sirayet etmiş ve takunyaların da topukları inceldikçe incelmiş, na- zikleşmiştir. Temenni edilecek şey ayakkabı es- nafının bundan sonra rekabeti yal- nız estetik noktayı nazarında de- ğil, malzeme ve sağlam k bakımın- dan yapmalarıdır. Çünk herkes müttefiken kabul etmıştır ki son se- nelerde bizim canımız en çok ayak- kabıdan yanmıştır. Biz de sağlama fazla rağbet edip iyi çalışanları mü- kâfatlandırmak yolunu tutmalıyız. Yenilik B eyoğlunda Vi rınıne takılıp kaldılar. lira civarında satılan derı yenilik ariyan gözler r bir mağazanın vit- Burada 100 ceketl er Beyoğlundan bir görünüş cazibesi İstanbulun hakikaten değişik renkleri ile gözü alıyorlardı. Pembeler, tatlı yeşiller, güzel maviler deride gayet cazip du- ruyordu. Teferruat eyoğlunda ve 'bütün İstanbulda celbeden birşey de renkli ve çeşitli plaj — çantaları idi. Her sokak başında işportacılar bunları sopalarına takmış dolaştırı- yorlardı. Bavul şeklinde olanları var- dı.. Kimi elbiselik kumaştan yapıl- mıştı, kimi plâstikten, kimi hasır- dan.. Fiatlar 7,5 liradan başlıyordu. Bu sene moda olan genış hasır kap- lin şapkaların da bir cinsi 22 liraya satılıyordu Siyahı, pembesi, mavi- si, sarısı mevcuttu. Fakat bunları da insan fazla görmekten usanıyor- du. Bir Takunyanın Masalı oda olan incecik upuzun sivri topuklu pırıl pırıl yepyeni bir takunya teki.. Sa- hibi onu merdiven başında bıraka- rak denize girmişti. Zaten Moda plajında âdetti: kadınlar takunya- larını merdiven başlarında bıraka- rak yüzmeye gidiyorlardı. Takunya denize düştü ve a- kıntıya kapılarak yavaş — yavaş banyonun kullanılmayan yosunlu havuzuna, doğru yol almaya baş- ladı. Merdıvenın alt kısmında, tam o anda, denize girmeye hazırlanan bir genç kadın vardı. Ayağını su- ya batırıyor, çekiyor, tekrar batı- rıyor bir türlü dalmaya cesaret e- demiyordu. Bir çocuk oturduğu yerden ona seslendi: akunya düştü, efendim." Kadın döndü. Telâşla baktı: dü- şen kendi takunyası değildi. Ellini uzatsa takunyayı yakalardı, ama elini uzatmadı ve 1lakayt, basını öbür tarafa çevirdi. Çocuk telâşlanmıştı. Güneşlendi- ği yerden: — "“Takunya gidiyor*” diye ba- Ma i bir takunya denıze düştü. İstanbulda bu yaz ğırdı. Kadın bu sefer,,havsalanın ka- bul edemiyeceği bir "nemelazımcı- lık,, ile "Benım değil" dedi ve de- kalktı yüksekten suya güzel bır plonjon yaptı. Takunya- yı kaptı, yerine koydu, tekrar tah- taların üzerine uzandı. B iz birkaç seyirci hâdiseyi, me rakla, takib ediyorduk. Içımız den birisı "— Dünya yansa, hasırını yakmamaya ba di. Ötesi ona vız geliyor!." Hepimiz bu çok bariz hodbinlik karşısında donmuş kalmıştık. Fa- kat öyle zannediyorum ki birçok- larımızda bu aynı lakaydi ve "ne- melâzımcdık" az veya çok kapalı şekilde mevcuttur. —Böyle en ufak bir hâdiseden tutun da en mühi- mine kadar, her yerde, bu lâkaydi- mizin cezasını çekmiyor muyuz? Yeni bir otobüs, bir vapur gelmiş- tir. Koltuklan gıcır gicir maroken- le kaplıdır. Bakarsınız bir çocuk bu canını koltukların üzerine çıkmış, çamurlu ayakları ile tepinip duru- yor, ne anası ses çıkarır, ne de siz en ufak bir ihtarda bulunabılırsı— niz, Öyle ya nenize lâzı a duşunsek ki, bu hepımizin malıdır ve hepimiz, her yerde hod- binlere icab eden reaksiyonu gös- terirsek onlar bir hayli azalır ve hattâ ihtara maruz kaldıkları za- man susup itaat etmekten başka kadın kendi cak, de- Jale CANDAN çareleri kalmaz. Ya alış veriş ya- parken göz göre göre bizi aldatan- lar? Onları utandırmaktan neden utanırız? Gene yalnız kendimizi düşündüğümüz için değil mi? Çün- kü belki vereceğimiz beş on kuruş fazla, bizi sarsmayacaktır bizden sonra aynı kazığı yiyecek- leri .düşünsek başka şekılde hare- ket etmemiz icab etme Bu lakaydi bazen kıbarlık mas- kesi altında gündelik hayatımızı tehdit eder. Bazen de "medeni ce- saretsizlik" şekline bürünür, en ha- yati meselelerde karş;mıza çıkar.. Bir profesörün hastasına — yanlış teşhis koyduğunu bir an için ta- savvur edelim', bu yanlışlığı farke- den asistan susarsa hastanın hali ne olur? Ya haksızlığa uğruyan insan? Onu da kurtaracak olan en büyük uvvet diğer — insanların toptan alâkası değil inidir? B gun medeniyetlerine imrendi- ğimiz memleketler var. Birçok- larımız bu memleket vatandaşları ile yakından konuşmak fırsatını bulmuşuzdur .Fert olarak, bunla- rın hiçbirisi bize üstün degıldır Ne daha zekidirler, ne daha mükem- mel ve 1dealıstt1rler, hatta ne de her zaman bizden çalışkandırlar. Fakat hepsinde, nazarı dikkati cel- beden bariz vasıf kendi menfaatle- rini yaşadıkları cemiyete mensup iğer insanların menfaati ile birleş- tirmiş olmalar dır.. Ankarada, Kadınlar Birliğinin misafiri olarak gelen bir Amerikalı hayır cemiyeti başkanı bize düşündürücü sözleri söylemişti: "Bugün artık bır kadının dört duvarı evinin küçük dört duvarı değil, yaşadığı cemıyetın geniş hu- dutlarıdır. O bu cemiyet için ça- lıştıkca, kendi dört duvarı içinde de daha müreffeh, daha mesut ya- şıyacaktır. İnsanlar tek tek cemi- yeti düşünecektir ve cemiyet te toplu halde tek tek o insanlar için çalışacaktır". Ama takunya suya düşer, ya— nıbaşında bulunan insan kolun uzatıp onu almazsa, bir başkasının daha büyük bir gayret sarfederek, yüksekten atlayıp onu yakalaması icabedecektir. Eğer o da atlamazsa daha fedakâr birisinin takunyayı yosunlu havuzdan kurtarması ge- rekecektir. Marifet bir cemiyette herkesin kendisine düşen küçücük gayreti yapmasından ibarettir. O zaman ne daha cesuruna ihtiyaç kalacaktır, ne de daha fedakârına.. Aklıselim kâfi gelecektir: Dünya yanarken kimse kendi hasırını kur- taramamıştır ki!

Bu sayıdan diğer sayfalar: