KADIN tedir. Bu incelik plaJ takunyalarına kadar sirayet etmiş ve takunyaların da topukları inceldikçe incelmiş, na- zikleşmiştir. Temenni edilecek şey ayakkabı es- nafının bundan sonra rekabeti yal- nız estetik noktayı nazarında de- ğil, malzeme ve sağlam k bakımın- dan yapmalarıdır. Çünk herkes müttefiken kabul etmıştır ki son se- nelerde bizim canımız en çok ayak- kabıdan yanmıştır. Biz de sağlama fazla rağbet edip iyi çalışanları mü- kâfatlandırmak yolunu tutmalıyız. Yenilik B eyoğlunda Vi rınıne takılıp kaldılar. lira civarında satılan derı yenilik ariyan gözler r bir mağazanın vit- Burada 100 ceketl er Beyoğlundan bir görünüş cazibesi İstanbulun hakikaten değişik renkleri ile gözü alıyorlardı. Pembeler, tatlı yeşiller, güzel maviler deride gayet cazip du- ruyordu. Teferruat eyoğlunda ve 'bütün İstanbulda celbeden birşey de renkli ve çeşitli plaj — çantaları idi. Her sokak başında işportacılar bunları sopalarına takmış dolaştırı- yorlardı. Bavul şeklinde olanları var- dı.. Kimi elbiselik kumaştan yapıl- mıştı, kimi plâstikten, kimi hasır- dan.. Fiatlar 7,5 liradan başlıyordu. Bu sene moda olan genış hasır kap- lin şapkaların da bir cinsi 22 liraya satılıyordu Siyahı, pembesi, mavi- si, sarısı mevcuttu. Fakat bunları da insan fazla görmekten usanıyor- du. Bir Takunyanın Masalı oda olan incecik upuzun sivri topuklu pırıl pırıl yepyeni bir takunya teki.. Sa- hibi onu merdiven başında bıraka- rak denize girmişti. Zaten Moda plajında âdetti: kadınlar takunya- larını merdiven başlarında bıraka- rak yüzmeye gidiyorlardı. Takunya denize düştü ve a- kıntıya kapılarak yavaş — yavaş banyonun kullanılmayan yosunlu havuzuna, doğru yol almaya baş- ladı. Merdıvenın alt kısmında, tam o anda, denize girmeye hazırlanan bir genç kadın vardı. Ayağını su- ya batırıyor, çekiyor, tekrar batı- rıyor bir türlü dalmaya cesaret e- demiyordu. Bir çocuk oturduğu yerden ona seslendi: akunya düştü, efendim." Kadın döndü. Telâşla baktı: dü- şen kendi takunyası değildi. Ellini uzatsa takunyayı yakalardı, ama elini uzatmadı ve 1lakayt, basını öbür tarafa çevirdi. Çocuk telâşlanmıştı. Güneşlendi- ği yerden: — "“Takunya gidiyor*” diye ba- Ma i bir takunya denıze düştü. İstanbulda bu yaz ğırdı. Kadın bu sefer,,havsalanın ka- bul edemiyeceği bir "nemelazımcı- lık,, ile "Benım değil" dedi ve de- kalktı yüksekten suya güzel bır plonjon yaptı. Takunya- yı kaptı, yerine koydu, tekrar tah- taların üzerine uzandı. B iz birkaç seyirci hâdiseyi, me rakla, takib ediyorduk. Içımız den birisı "— Dünya yansa, hasırını yakmamaya ba di. Ötesi ona vız geliyor!." Hepimiz bu çok bariz hodbinlik karşısında donmuş kalmıştık. Fa- kat öyle zannediyorum ki birçok- larımızda bu aynı lakaydi ve "ne- melâzımcdık" az veya çok kapalı şekilde mevcuttur. —Böyle en ufak bir hâdiseden tutun da en mühi- mine kadar, her yerde, bu lâkaydi- mizin cezasını çekmiyor muyuz? Yeni bir otobüs, bir vapur gelmiş- tir. Koltuklan gıcır gicir maroken- le kaplıdır. Bakarsınız bir çocuk bu canını koltukların üzerine çıkmış, çamurlu ayakları ile tepinip duru- yor, ne anası ses çıkarır, ne de siz en ufak bir ihtarda bulunabılırsı— niz, Öyle ya nenize lâzı a duşunsek ki, bu hepımizin malıdır ve hepimiz, her yerde hod- binlere icab eden reaksiyonu gös- terirsek onlar bir hayli azalır ve hattâ ihtara maruz kaldıkları za- man susup itaat etmekten başka kadın kendi cak, de- Jale CANDAN çareleri kalmaz. Ya alış veriş ya- parken göz göre göre bizi aldatan- lar? Onları utandırmaktan neden utanırız? Gene yalnız kendimizi düşündüğümüz için değil mi? Çün- kü belki vereceğimiz beş on kuruş fazla, bizi sarsmayacaktır bizden sonra aynı kazığı yiyecek- leri .düşünsek başka şekılde hare- ket etmemiz icab etme Bu lakaydi bazen kıbarlık mas- kesi altında gündelik hayatımızı tehdit eder. Bazen de "medeni ce- saretsizlik" şekline bürünür, en ha- yati meselelerde karş;mıza çıkar.. Bir profesörün hastasına — yanlış teşhis koyduğunu bir an için ta- savvur edelim', bu yanlışlığı farke- den asistan susarsa hastanın hali ne olur? Ya haksızlığa uğruyan insan? Onu da kurtaracak olan en büyük uvvet diğer — insanların toptan alâkası değil inidir? B gun medeniyetlerine imrendi- ğimiz memleketler var. Birçok- larımız bu memleket vatandaşları ile yakından konuşmak fırsatını bulmuşuzdur .Fert olarak, bunla- rın hiçbirisi bize üstün degıldır Ne daha zekidirler, ne daha mükem- mel ve 1dealıstt1rler, hatta ne de her zaman bizden çalışkandırlar. Fakat hepsinde, nazarı dikkati cel- beden bariz vasıf kendi menfaatle- rini yaşadıkları cemiyete mensup iğer insanların menfaati ile birleş- tirmiş olmalar dır.. Ankarada, Kadınlar Birliğinin misafiri olarak gelen bir Amerikalı hayır cemiyeti başkanı bize düşündürücü sözleri söylemişti: "Bugün artık bır kadının dört duvarı evinin küçük dört duvarı değil, yaşadığı cemıyetın geniş hu- dutlarıdır. O bu cemiyet için ça- lıştıkca, kendi dört duvarı içinde de daha müreffeh, daha mesut ya- şıyacaktır. İnsanlar tek tek cemi- yeti düşünecektir ve cemiyet te toplu halde tek tek o insanlar için çalışacaktır". Ama takunya suya düşer, ya— nıbaşında bulunan insan kolun uzatıp onu almazsa, bir başkasının daha büyük bir gayret sarfederek, yüksekten atlayıp onu yakalaması icabedecektir. Eğer o da atlamazsa daha fedakâr birisinin takunyayı yosunlu havuzdan kurtarması ge- rekecektir. Marifet bir cemiyette herkesin kendisine düşen küçücük gayreti yapmasından ibarettir. O zaman ne daha cesuruna ihtiyaç kalacaktır, ne de daha fedakârına.. Aklıselim kâfi gelecektir: Dünya yanarken kimse kendi hasırını kur- taramamıştır ki!